İnfitâr Sûresi 19. Ayet

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْـٔاًۜ وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ  ...

O gün kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün buyruk, yalnız Allah’ındır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَوْمَ bir gündür ي و م
2 لَا
3 تَمْلِكُ malik olmadığı م ل ك
4 نَفْسٌ kimsenin ن ف س
5 لِنَفْسٍ kimseye ن ف س
6 شَيْئًا bir şeye (yardıma) ش ي ا
7 وَالْأَمْرُ ve buyruk ا م ر
8 يَوْمَئِذٍ o gün
9 لِلَّهِ yalnız Allah’ındır
 

Amellerin kayda geçirilmesi ve uhrevî yargı sürecinin sonucu özetlenmektedir. Sûrenin ana konusu kıyamet ve âhiret ile uhrevî sorumluluk olduğuna göre buradaki “erdemliler” (ebrâr), bir gün kıyametin kopacağına, dünyada yapıp ettiklerinin kaydedildiği belgelerin önlerine konacağına ve bunların hesabını vereceklerine inanarak bu belgeleri yani amel defterlerini iyilikleriyle dolduran mümin kişilerdir. Bu duyarlılık birçok âyette takvâ kavramıyla da ifade edilmektedir. “Kötüler” (füccâr) ise kıyamete, uhrevî yargı ve sorumluluğa inanmayan, amel defterlerini kötülüklerle kirletenlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, buradaki “füccâr”la sadece inkârcıların kastedildiğini, günahkâr müminleri kapsamadığını belirtirler; çünkü onlar kıyamet ve âhirete inanırlar (bu tartışma için bk. Râzî, XXXI, 84-85). Ancak, bu âyetlerin, inananıyla inanmayanıyla bütün insanları âhiret kaygısı taşımaya çağırdığında kuşku yoktur.

Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 570-571
 

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْـٔاًۜ 


Fiil cümlesidir.  يَوْمَ  zaman zarfı mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri; يجازون  şeklindedir.   

لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ  ile başlayan cümle muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَمْلِكُ  damme ile merfû muzâri.  نَفْسٌ  fail olup lafzen merfûdur.  لِنَفْسٍ  car mecruru  تَمْلِكُ  fiiline mütealliktir.  شَيْـٔاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

 

وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ


Cümle  تَمْلِكُ ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). 

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

İsim cümlesidir. وَ  haliyyedir. الْاَمْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  

يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzâftır.  يَوْمَ  ref mahallinde fetha üzere mebnidir.  إذ  mukadder sükun ile mebni bir isimdir. Çünkü muzâfun ileyh olarak cer mahallindedir. Aldığı tenvin ise mahzuf bir cümleden ivazdır.  يَوْمَئِذٍ  zaman zarfı mahzuf hale mütealliktir.  لِلّٰهِ  car mecruru  الْاَمْرُ ‘nun mahzuf haberine mütealliktir.
 

يَوْمَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْـٔاًۜ 


Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  يَوْمَ , takdiri  يُجَازَوْن  (Cezalandırılır) olan mahzuf fiile mütealliktir. Bu takdire göre cümle, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Fiilin muzari sıygada gelmesi istimrar, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Menfi muzari fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ  cümlesi,  يَوْمَ ‘nin muzâfun ileyhidir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَا تَمْلِكُ  fiiline müteallik olan car mecrur  لِنَفْسٍ , durumun ona has olduğunu vurgulamak için mef’ûle takdim edilmiştir.

لَا تَمْلِكُ  fiilinin mef’ûlü olan  شَيْـٔاًۜ ‘deki nekrelik, kıllet, nev ve umum ifade eder. Nefy siyakta nekre, umum ve şümule işarettir.

نَفْسٍ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Her ikisi de nefy sıyakında nekre gelmiş ve umum ifade etmiştir. (Âşûr)

Dünya ehli, mülke hükümran ve galip olup, kimi meselelerde birbirlerine yardım ediyorlar, birbirlerini himaye ediyorlardı. Kıyamet günü geldiğinde ise dünya ehlinin hükümranlığı sona erecek, liderlikleri de son bulacaktır. Böylece kimse kimseyi kollayamayacak, kimsenin kimseye faydası olmayacak, kimse kimseye zulmedemeyecektir. Bunun bir benzeri de, ayetin devamındaki وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ ["O gün emir (yalnız) Allah'ındır"] sözü ve مَالِكِ يَوْمِ الدّ۪ينِۜ ["Din gününün mâliki.."] (Fatiha, 3) ayetleridir, bu ifade, büyük bir tehdit ifade eder. Şöyle ki: Cenâb-ı Hak onlara, dünyada kendilerine fayda ve yarar sağlayan mal, oğul, yardımcı ve şefaatçi gibi şeylerin hiçbir tesiri olmaksızın, ahirette onlara sadece iyilik ve taatın fayda vereceğini bildirmiştir. Vahidî şöyle demiştir: "Bunun manası şudur: Allah Teâlâ bu günde, dünyadaki durumun aksine, hiç kimseyi herhangi bir mülke hakim ve malik kılmaz." Vasıtî ise, Cenab-ı Hakkın ifadesi hakkında, bunun, Allah'tan başka her şeyin, fani olduğuna; orada, mesajların, kelimelerin, gaye ve amaçların yok olduğuna; dünyada durumu böyle olanın, dünyanın, ahiretinin böyle olacağına bir işaret olduğunu söylemiştir. (Fahreddîn er-Râzî)

 

وَالْاَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلّٰهِ

 

Ayetin ikinci cümlesinde  وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

Cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ٱلۡأَمۡرُ  mübtedadır. 

ٱلۡأَمۡرُ ‘in mahzuf haline müteallik olan  يَوْمَ  zaman zarfı  إذ ’e muzâftır.  يَوْمَئِذٍ ‘deki tenvin mahzuf bir cümleden ivazdır. Muzâfun ileyh ve hal cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. يَوْمَئِذٍ  kıyamet gününden kinayedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Zamir makamında, tekid ve ihtimam için zahir isim gelerek tekrarlanan  يَوْمَ  kelimelerinde  ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu ayet o günün zorluğunu ve durumunun ciddiyetini zihinlere yerleştirmedir. İbn Kesîr ile Basralı iki kurra yevmüddin'den bedel olarak ref ile yevmü okumuşlardır ya da haber mahzuftur. (Beyzâvî)

[O gün buyruk, yalnız Allah'ındır.] Kıyamet gününde her şey sadece Allah'a aittir. Çünkü emir, hüküm ve takdir; boyun eğilen hükümdarın şanındandır. Bütün mahlukat, Rabliğin hüküm ve otoritesine boyun eğmiş durumdadır. Ayette geçen  ٱلۡأَمۡرُ  kelimesi, buyruk değil de  اُمور ‘un tekili olan iş manasına da anlaşılabilir. Çünkü mahşer halkının bütün işleri Allah'ın olup o konuda başkasının tasarruf yetkisi yoktur. Bu ayette; aykırı gidenlere ve hakimiyet iddiasında bulunanlara tehdit vardır. Ayrıca Allah'ın gücüne ve azabının şiddetine de dikkat çekilmektedir. (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Surenin sonunda konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayet, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i intihâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin, ayet sonlarındaki fasıla harfleri ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır.