İnşikak Sûresi 25. Ayet

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ  ...

Ancak iman edip de sâlih ameller işleyenler başka. Onlar için, bitmez tükenmez bir mükâfat vardır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
5 الصَّالِحَاتِ yararlı işler ص ل ح
6 لَهُمْ onlar için vardır
7 أَجْرٌ bir mükafat ا ج ر
8 غَيْرُ olmayan غ ي ر
9 مَمْنُونٍ kesintisi م ن ن
 

İlk âyetin başındaki “lâ” edatı hakkında Kıyâmet sûresinde bilgi verilmişti (bk. 75/1). 16. âyette geçen “şafak” kelimesi, müfessirlere göre güneş battıktan sonra ufukta görünen kırmızılığı ifade eder (Zemahşerî, IV, 237; Kurtubî, XIX, 274-275). İlk tefsir âlimlerinden Mücâhid’e göre şafak, “gündüz” anlamına gelir. İkrime’ye göre ise “gündüzün son kısmı” demektir (bk. Taberî, XXX, 76). “Gündüzün sona ermesiyle gecenin başlaması arasında yer alan ve ufuktaki kırmızılık veya beyazlık” olarak tanımlanan şafak vakti, kısalık ve geçicilik özelliğiyle telâş vakti olması bakımından insanın kısa ve telâşla geçen ömrüne benzemekte, âyetteki yeminle buna dikkat çekilmektedir.

Şafak vaktinin belirlenmesi, akşam namazı vaktinin çıkması ve yatsı namazı vaktinin girmesi bakımından da önem taşımaktadır. “Şafak, ufuktaki kırmızılıktır” diyen fukahanın çoğunluğuna göre beyazlık gelince akşam namazının vakti çıkar. Ebû Hanîfe ve Evzâî gibi “Şafak beyazlıktır” diyenlere göre ise akşamın vakti ufkun kararmasına kadar devam eder (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1910-1911; Cessâs, III, 472).

17. âyetteki “gecenin topladığı” ifadesi, karanlık gökteki görüntü, gecenin imkân verdiği iyi ve kötü davranışlar, olaylar dahil her şeyi içine almaktadır. 18. âyette “dolunay şeklini aldı” diye çevrilen itteseka fiili de veseka ile aynı kökten olup ayın, ilerleyerek dolunay haline geldiği şeklini ifade etmektedir (bk. Elmalılı, VIII, 5679). Şafak, gece ve dolunay; bunların üçü de aydınlıkla karanlığın bir arada bulunduğu zamanları ve farklı halleri ifade eder. Âyette bunlara yemin edilerek insanların gerek dünya hayatında gerekse kıyamet gününde değişim geçirecekleri, halden hale geçecekleri vurgulu bir şekilde ifade edilirken bu kozmik olgular arasındaki münasebete de dikkat çekilmiştir (İbn Âşûr, XXX, 226). 19. âyette “halden hale geçme” diye ifade edilen bu değişimler hakkında müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: a) Bunlar ölüm, sonra dirilme, hesap ve ceza halleridir; b) İnsanın, yaratılışının başlamasından itibaren ölünceye kadar geçirdiği hallerdir. Nitekim başka âyetlerde insanın, yaratılışının başlamasından itibaren sürekli olarak değişim geçirdiği ifade edilmiştir (meselâ bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/12-16); c) İnsanlığın tarih boyunca geçirdiği medenî, kültürel, siyasî... farklılaşmalar, değişik aşamalardır; d) İnsanların derece derece Allah’a yaklaşmalarıdır (Şevkânî, V, 473; ayrıca bk. Elmalılı, VIII, 5681-5682; Ateş, X, 385-386). Bütün bunlar öldükten sonra dirilmenin olabileceğinin kanıtları ve insanların buna iman etmesini gerektiren delillerdir. Durum böyle olduğu halde inkârcılar, hâlâ inanmadıkları ve Kur’an okunduğunda Allah’a saygı ile secde etmedikleri için 20 ve 21. âyetlerdeki soruyla kınanmışlardır. 21. âyet okunduğunda secde etmenin gerekli olup olmadığı konusunda Hz. Peygamber’in uygulamasıyla ilgili farklı rivayetlere dayalı olarak değişik görüşler ileri sürülmüştür. “Vâciptir” veya “sünnettir” diyenler olduğu gibi “ne vâcip ne sünnettir” diyenler de vardır (bk. İbn Âşûr, XXX, 232; Elmalılı, VIII, 5684).

İnsanların, Allah’a ve peygambere iman etmelerini gerektiren bunca delil olmasına rağmen hâlâ iman etmemeleri hayret verici olduğu halde, 22. âyette, iman etmek şöyle dursun, bilakis o inkârcıların dini yalanladıkları ve/veya peygamberi yalancılıkla itham ettikleri bildirilmektedir. Cenâb-ı Hak 23. âyette inkârcıların kalplerinde inkâr, inat, gerçekleri yalanlama vb. ne varsa hepsini çok iyi bildiğini ifade buyurarak onları uyarmakta, 24. âyette de ağır bir cezaya çarptırılacaklarını kendilerine bildirip uyarmasını Hz. Peygamber’e emretmektedir. 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 586-588
 

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ


İsim cümlesidir. اِلَّا  istisna harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمِلُوا  atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.

لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ  cümlesi mübteda olan  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahalen merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اَجْرٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

غَيْرُ  kelimesi اَجْرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur.  مَمْنُونٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’îl babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 

صَّالِحَاتِ  kelimesi, sülasi mücerredi  صلح  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَمْنُونٍ  kelimesi, sülâsi mücerredi  منن  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.

 

اِلَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ


Ayet, önceki ayetteki  فَبَشِّرْهُمْ ‘daki cemi zamirden istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan  ٱلَّذِینَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sıladaki tenbih için gelen mazi fiille, muzari manasında istikbal murad edilmiştir. Yani onlardan imanı gerçekleşen kimse demektir. (Âşûr)

Aynı üslubta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, sılaya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Buradaki  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الأعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsûf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Mevsûfun hazfi icâz-ı hazif sanatıdır.  

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen  لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ  cümlesinin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

لَهُمْ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  اَجْرٌ  muahhar mübtedadır. Takdim, ihtimam içindir.

Müsnedün ileyh olan  اَجْرٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim, kesret ve nev içindir. 

غَيْرُ  kelimesi  اَجْرٌ ’un sıfatıdır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

مَمْنُونٍ۟ ‘daki tenvin kesret ve  غَيْرُ ile birlikte umum ifade eder.

Buradaki  غَيْرُ مَمْنُونٍ  kelimesi, ‘bitmez tükenmez, ardı arkası kesilmez’ demektir. 

Keşşâf sahibi, buradaki müstesnanın, müstesna-i munkatı’ olduğunu söylerlerken, Ekseri alimler bu ayetteki mananın, "Onlardan tövbe edenler müstesna..." şeklinde olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşte olanlar şöyle derler: "Her ne kadar bunlar şu anda kâfir iseler de, her ne zaman tövbe ve iman edip, salih amellere dönerlerse, yine bunlar için de o ecir, yani büyük mükafat vardır" (Dolayısıyla bu, müstesna-i muttasıldır). (Fahreddin er-Râzî) 

Surenin son ayetinin, diğer ayetlerle son derece sıkı anlam  bağlantısı olan ve dinleyiciye sözün sona erdiğini bildiren, onda sözün devamına dair hiçbir merak bırakmayan bir ayet olduğu aşikardır. Bu ayetin benzeri hüsn-i hatime örnekleri, Kur’an-ı Kerim’in bütün surelerinde görülebilir.

Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaad ve vaîd gibi sûrede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin son iki ayeti dışındakiler kısa seci örnekleridir. Ayetlerin genelindeki fasıla harfleri  ونَ  ve  ينَ  ile meydana gelen lafzî güzellik, muhatabın dinlemeye ve okumaya olan meylini artırmaktadır. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.