وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ
وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. مِنْ وَرَٓائِهِمْ car mecruru مُح۪يطٌ ‘a mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مُح۪يطٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُح۪يطٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌۚ
Ayet atıf harfi وَ ‘la önceki ayetteki istinaf cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اللّٰهُ mübteda, مُح۪يطٌ haberdir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Bütün mamullerin cümledeki yeri, aslında amilinden sonra gelmesidir. Car mecrur مِنْ وَرَٓائِهِمْ , ihatanın manevi olmadığını vurgulamak için, amili olan مُح۪يطٌ ’e takdim edilmiştir.
Müsned olan مُح۪يطٌ , mezid bab افعال ‘nin ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Halidî, Vakafat, s. 80)
Oysa Allah onların hallerini bilmektedir, onlara gücü yeter! O’nu aciz bırakamazlar. Allah’ın onları çepeçevre kuşatması bir darbı meseldir; çünkü onlar, birinin çepeçevre kuşattığı şeyi kaçırmayacak olmasına benzer şekilde Allah’ı atlatamayacaklardır.
Bu ayette istiareyi temsiliyye vardır. Şihab şöyle der: Bu ayette kâfirler için engelleyici (ta’riz) bir azarlama (tevbih) vardır. Zira onlar Allah Teâlâ’nın çağrısına kulak asmadılar. Kendilerini iyice kaptırarak heva ve heveslere yönelttiler. (Kâsimî, Tefsirul Kâsimî, VII, 298)
Bu ayet ile kâfirler kınanmakta ve uyarılmaktadır. Çünkü inkâr edenler, Yüce Allah’a sırt çevirip topluca heva ve şehvete yönelmektedir. Kâfirlerin bu şekilde tehdit edilmesi müminlerin sahipsiz olmadığını da içermektedir. Bu ayette terhîb üslubu ile kâfirler uyarılmakta, terğîb üslubuyla da müminler teselli edilmektedir. (Mehmet Nurullah Aktaş, Burûc Suresinin Kimliği Ve Üslûbu Üzerine)
Tekziplerinin onları kuşatmasının karşılığı olarak, azabın kuşatması olması uygun olmuştur. وَاللّٰهُ مِنْ وَرَٓائِهِمْ مُح۪يطٌ sözü tehdit ve vaîd manasında kullanılmış bir haberdir. (Âşûr)
Bu kelam, onların, Allah'ın azabından kurtulamayacaklarının temsili ifadesidir. Yani kişinin, kaçacak delik bırakmayacak şekilde düşmanını çepeçevre kuşatmasına benzetilmiştir. (Ebüssuûd, Ruhu’l Beyan)