وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَـهُٓ اَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّٰهِ تَبَرَّاَ مِنْهُۜ اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve |
|
2 | كَانَ | değildir |
|
3 | اسْتِغْفَارُ | mağfiret dilemesi |
|
4 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim’in |
|
5 | لِأَبِيهِ | babası için |
|
6 | إِلَّا | başka bir şey |
|
7 | عَنْ | -den |
|
8 | مَوْعِدَةٍ | bir söz- |
|
9 | وَعَدَهَا | verdiği |
|
10 | إِيَّاهُ | ona |
|
11 | فَلَمَّا | fakat |
|
12 | تَبَيَّنَ | belli olunca |
|
13 | لَهُ | kendisine |
|
14 | أَنَّهُ | onun |
|
15 | عَدُوٌّ | düşmanı olduğu |
|
16 | لِلَّهِ | Allah’a |
|
17 | تَبَرَّأَ | uzak durdu |
|
18 | مِنْهُ | ondan |
|
19 | إِنَّ | gerçekten |
|
20 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
21 | لَأَوَّاهٌ | çok içli idi |
|
22 | حَلِيمٌ | yumuşak huylu idi |
|
Âyetlerin, Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in veya annesinin bağışlanması için dua etmesi yahut bazı müminlerin müşrik olarak ölen yakınlarının bağışlanmaları için dua etmeleri sebebiyle indiğine dair değişik rivayetler bulunmaktadır (bk. Taberî, XI, 40-43). Sûrenin iniş zamanı ile ilgili bilgiler, 113. âyette hem Hz. Peygamber hem de müminlerden söz edildiği ve ardından gelen âyette de Hz. İbrâhim örneğine değinildiği göz önüne alınırsa, asıl amacın belirli bir olayla ilgili bir hüküm veya açıklama getirmek değil, bu konuda bir ilkeye dikkat çekmek olduğu anlaşılır ki bu da, hayatındaki bütün fırsatları bir kenara itip Allah’a şirk koşmakta ısrar ettiği ve o hal üzere öldüğü bilinen kişilerin bağışlanması için duada bulunmanın Allah katında tasvip edilen bir davranış olmadığıdır. Bazı müfessirlerce belirtildiği üzere, burada müşrikler için istiğfarda bulunma yasağı, onların şirk üzere öldüklerinin bilinmesi haliyle sınırlıdır. Bir kimse hayatta iken onun kâfir olarak öleceği bilinemeyeceğine göre, müminlerin henüz sağ olan inançsız bir kişinin hidayete ermesi ve bağışlanması için dua etmelerine bir engel yoktur (Taberî, XI, 43-44). Bu bağlamda Resûl-i Ekrem’in Hz. İbrâhim’in soyundan olduğu, hayatta olduğu sürece hiç kimseyi imansız öleceğini varsayarak Allah düşmanı ilân etmediği, hatta münafıkların reisi Abdulah b. Übey öldüğünde iyi bir mümin olan oğlunun onun cenaze namazını kıldırması yönündeki ricasını dahi reddetmemeye çalıştığı da hatırlanmalıdır.
Hz. İbrâhim’in babası için duadan vazgeçmesi, birçok müfessir tarafından, babasının müşrik olarak öldüğünden emin olması üzerine istiğfarı bırakması şeklinde açıklanmıştır. Bazı müfessirler ise bir rivayetten yola çıkarak, âhirette babasının sırattan geçebilmek için kendisinden yardım isteyeceği, fakat müşrik olarak öldüğünü açıkça görmesi üzerine yardımda bulunmayı reddedeceği yorumunu yapmışlardır; fakat bunu teyit eden sağlam bir delil bulunmamaktadır. İbn Atıyye bu yorumun zayıf olduğunu belirtmekte (III, 91), Taberî de birinci yorumu daha isabetli bulmaktadır (XI, 45-47; Hz. İbrâhim hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124; Âl-i İmrân 3/65-68).
“Çok duyarlı” diye tercüme ettiğimiz evvâh kelimesine, bazı hadislerde-ki kullanımlar da dikkate alınarak, “çok dua eden, merhameti bol, derin anlayış sahibi, yürekten inanmış, Allah’ı çok tesbih eden, Allah kelâmını çok okuyan, mânevî ıstıraplardan ötürü derin teessürleri olan, kalbi yanık, âh edip inleyen, kavrama gücü yüksek, huşû içinde Allah’a yalvaran” gibi mânalar da verilmiştir (Taberî, XI, 47-53).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 66-67
وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
اسْتِغْفَارُ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِاَب۪يهِ car mecruru اسْتِغْفَارُ ’ye müteallıktır. اِلَّا hasr edatıdır. عَنْ مَوْعِدَةٍ car mecruru كَانَ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
وَعَدَهَٓا اِيَّاهُ cümlesi مَوْعِدَةٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَدَهَٓا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Muttasıl zamir هَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir اِيَّاهُ ikinci mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَـهُٓ اَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّٰهِ تَبَرَّاَ مِنْهُۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
تَبَيَّنَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. لَـهُٓ car mecruru تَبَيَّنَ fiiline müteallıktır.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
هُ zamiri, اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. عَدُوٌّ kelimesi اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَبَيَّنَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru عَدُوٌّ ’e müteallıktır.
Şartın cevabı تَبَرَّاَ مِنْهُ ’dur. تَبَرَّاَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْهُ car mecruru تَبَرَّاَ fiiline müteallıktır.
تَبَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بين ’dir.
تَبَرَّاَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi برأ ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اِبْرٰه۪يمَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
اَوَّاهٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. حَل۪يمٌ kelimesi اَوَّاهٌ ’un ikinci haberi olup lafzen merfûdur.وَمَا كَانَ اسْتِغْفَارُ اِبْرٰه۪يمَ لِاَب۪يهِ اِلَّا عَنْ مَوْعِدَةٍ وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ
وَ istînâfiyyedir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu ilk cümle kasr üslubuyla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyh, veciz ifade yollarından olan izafetle gelmiştir. اِبْرٰه۪يمَ ’e muzâf olması اسْتِغْفَارُ kelimesine şeref ve itibar kazandırmıştır.
مَا ve اِلَّا ile oluşmuş kasr, كَانَ ’nin ismiyle mahzuf olan haberi arasındadır. عَنْ مَوْعِدَةٍ, mahzuf habere müteallıktır.
Mübteda, maksûr/mevsûf; haber, maksûrun aleyh/sıfattır. Yani kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve kasr sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَعَدَهَٓا اِيَّاهُۚ cümlesi مَوْعِدَةٍ için sıfattır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle mazi fiil sıygasında gelerek temekkün, hudûs ve istikrar ifade etmiştir.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî,Safvetu't Tefasir, 3/79)
فَلَمَّا تَبَيَّنَ لَـهُٓ اَنَّهُ عَدُوٌّ لِلّٰهِ تَبَرَّاَ مِنْهُۜ
فَ atıftır. Şart manalı zaman zarfının dahil olduğu cümlede تَبَيَّنَ şart fiili, muzâfun ileyhtir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve akabindeki isim cümlesi, masdar teviliyle تَبَيَّنَ fiilinin failidir. Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan تَبَرَّاَ مِنْهُ cümlesi, şartın cevabıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ اِبْرٰه۪يمَ لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu ayette Allah Teâlâ muhataplarına Hz. İbrahim ile ilgili daha önce bilmedikleri bir hususu bildirmesinden dolayı bu haber, fâide-i haberdir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Sûresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)
Baba anlamındaki اَب۪ kelimesi umumi bir kelimedir. Baba, amca, dede için kullanılabilir. والد ise sadece biyolojik baba için kullanılır.
مَوْعِدَةٍ - وَعَدَهَٓا arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
اَوَّاهٌ, şefkat ve ayrılık nedeniyle ah eden, yalvaran demektir. (Muhyiddin Derviş)
لَاَوَّاهٌ حَل۪يمٌ [Çok ah edendir] ibaresi aşırı merhametinden ve kalbinin yufkalığından kinayedir. (Beyzâvî)
اَوَّاهٌ ; mübalağa sıyasıyla ‘çok ah eden’ demektir. Bilindiği üzere, ah ve of bir acıya ve hüzne işaret için kullanılır. İnsanoğlu şiddetli bir acı duyduğu zaman adeta yüreği yanar ve nefesi daralır, boğulacak gibi olur, yanan nefesini çıkarırken zaruri olarak bir ah çeker. Bunun için çok ah çekmenin çok acı çekmeye, bağrı yanıklığa, aşka ve Allah korkusuna delaleti vardır. Burada “evvah” işte böyle bir mana ilişkisinden dolayı kinaye olarak kullanılmıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır)