Tevbe Sûresi 113. Ayet

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِك۪ينَ وَلَوْ كَانُٓوا اُو۬ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ  ...

Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 كَانَ yoktur ك و ن
3 لِلنَّبِيِّ peygamber için ن ب ا
4 وَالَّذِينَ ve kimseler için
5 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
6 أَنْ
7 يَسْتَغْفِرُوا mağfiret dilemek غ ف ر
8 لِلْمُشْرِكِينَ ortak koşanlar için ش ر ك
9 وَلَوْ ve şayet
10 كَانُوا olsalar ك و ن
11 أُولِي akraba bile ا و ل
12 قُرْبَىٰ ق ر ب
13 مِنْ
14 بَعْدِ sonra ب ع د
15 مَا
16 تَبَيَّنَ belli olduktan ب ي ن
17 لَهُمْ onların
18 أَنَّهُمْ muhakkak
19 أَصْحَابُ halkı oldukları ص ح ب
20 الْجَحِيمِ cehennem ج ح م
 

Âyetlerin, Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib’in veya annesinin bağışlanması için dua etmesi yahut bazı müminlerin müşrik olarak ölen yakınlarının bağışlanmaları için dua etmeleri sebebiyle indiğine dair değişik rivayetler bulunmaktadır (bk. Taberî, XI, 40-43). Sûrenin iniş zamanı ile ilgili bilgiler, 113. âyette hem Hz. Peygamber hem de müminlerden söz edildiği ve ardından gelen âyette de Hz. İbrâhim örneğine değinildiği göz önüne alınırsa, asıl amacın belirli bir olayla ilgili bir hüküm veya açıklama getirmek değil, bu konuda bir ilkeye dikkat çekmek olduğu anlaşılır ki bu da, hayatındaki bütün fırsatları bir kenara itip Allah’a şirk koşmakta ısrar ettiği ve o hal üzere öldüğü bilinen kişilerin bağışlanması için duada bulunmanın Allah katında tasvip edilen bir davranış olmadığıdır. Bazı müfessirlerce belirtildiği üzere, burada müşrikler için istiğfarda bulunma yasağı, onların şirk üzere öldüklerinin bilinmesi haliyle sınırlıdır. Bir kimse hayatta iken onun kâfir olarak öleceği bilinemeyeceğine göre, müminlerin henüz sağ olan inançsız bir kişinin hidayete ermesi ve bağışlanması için dua etmelerine bir engel yoktur (Taberî, XI, 43-44). Bu bağlamda Resûl-i Ekrem’in Hz. İbrâhim’in soyundan olduğu, hayatta olduğu sürece hiç kimseyi imansız öleceğini varsayarak Allah düşmanı ilân etmediği, hatta münafıkların reisi Abdulah b. Übey öldüğünde iyi bir mümin olan oğlunun onun cenaze namazını kıldırması yönündeki ricasını dahi reddetmemeye çalıştığı da hatırlanmalıdır.

 Hz. İbrâhim’in babası için duadan vazgeçmesi, birçok müfessir tarafından, babasının müşrik olarak öldüğünden emin olması üzerine istiğfarı bırakması şeklinde açıklanmıştır. Bazı müfessirler ise bir rivayetten yola çıkarak, âhirette babasının sırattan geçebilmek için kendisinden yardım isteyeceği, fakat müşrik olarak öldüğünü açıkça görmesi üzerine yardımda bulunmayı reddedeceği yorumunu yapmışlardır; fakat bunu teyit eden sağlam bir delil bulunmamaktadır. İbn Atıyye bu yorumun zayıf olduğunu belirtmekte (III, 91), Taberî de birinci yorumu daha isabetli bulmaktadır (XI, 45-47; Hz. İbrâhim hakkında bilgi için bk. Bakara 2/124; Âl-i İmrân 3/65-68).

“Çok duyarlı” diye tercüme ettiğimiz evvâh kelimesine, bazı hadislerde-ki kullanımlar da dikkate alınarak, “çok dua eden, merhameti bol, derin anlayış sahibi, yürekten inanmış, Allah’ı çok tesbih eden, Allah kelâmını çok okuyan, mânevî ıstıraplardan ötürü derin teessürleri olan, kalbi yanık, âh edip inleyen, kavrama gücü yüksek, huşû içinde Allah’a yalvaran” gibi mânalar da verilmiştir (Taberî, XI, 47-53).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 66-67

 
Müseyyeb bin Hazn rivayet ediyor. Ebû Talib’e ölüm alâmetleri geldiği sırada ona Resulullah geldi. Ve amcasının yanında Ebû Cehil bin Hişam ile Abdullah bin Ebî Ümeyye’yi buldu. Resulullah (a.s.m.) Ebû Tâlib’e, “Ey amca! ‘Lâ ilâhe illallah’ de. Allah katında kendisiyle sana şehadet ve şefaat edeyim. Bu mübarek kelimeyi söyle.” buyurdu.
Ebû Cehil ve Abdullah bin Ebî ümeyye: “Ey Ebû Tâlib! Abdülmuttalib milletinden yüz mü çevireceksin?” diye onu vazgeçirdiler.
Resul-i Ekrem (a.s.m.) amcasına Kelime-i Tevhidi arza devam ediyordu. Bu ikisi de mütemâdiyen o sözlerini tekrar ediyorlardı. Nihayet Ebû Talib bunlara söylediği son söz olarak:
“O, yâni ben, Abdülmuttalib milleti üzeredir.” dedi ve Lâ ilâhe illallah demekten çekindi.
Resulullah (a.s.m.): “İyi bil, amcacığım! Yemin ederim ki ben, hakkında mağfiret dilemekten nehyolunmadıkça her halde Allah Teâlâ’dan senin için af ve mağfiret dilerim.” dedi.
Bunun üzerine Cenab-ı Hak şu meâldeki âyet-i kerimeyi indirdi:
“Akraba bile olsalar, onların Cehennemlik oldukları ortaya çıktıktan sonra müşrikler hakkında Allah’tan af dilemek, ne Peygambere ne de îman edenlere uygun düşmez.”
(Buhâri, Ceâiz 80, Menâkıbü’l-Ensâr 40, Tefsir 9/16; Müslim, Îman 39).
 

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِك۪ينَ

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لِلنَّبِيِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ, atıf harfi  وَ ’la  لِلنَّبِيِّ ’ye matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ‘nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.

يَسْتَغْفِرُوا  fiili  نَ ’un hazfiyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِلْمُشْرِك۪ينَ  car mecruru  يَسْتَغْفِرُوا   fiiline müteallıktır.  الْمُشْرِك۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُشْرِك۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسْتَغْفِرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  غفر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.


وَلَوْ كَانُٓوا اُو۬ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ

 

وَ  haliyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.  كَانُوا  şart fiili olup nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi olan cemi müzekker  و, muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

اُو۬ل۪ي  kelimesi  كَانُوا ’nun haberi olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için  ي  ile nasb olurlar.

قُرْبٰى  muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يَسْتَغْفِرُوا  fiiline müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

تَبَيَّنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  تَبَيَّنَ  fiiline müteallıktır.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُمْ  zamiri,  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اَصْحَابُ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْجَح۪يمِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  تَبَيَّنَ  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.    

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  لو كانوا ... فما كان لهم أن يستغفروا  şeklindedir.

 

مَا كَانَ لِلنَّبِيِّ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ يَسْتَغْفِرُوا لِلْمُشْرِك۪ينَ وَلَوْ كَانُٓوا اُو۬ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

كَانَ  ,لِلنَّبِيِّ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

كَانَ ’nin haberine matuf olan has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  اٰمَنُٓوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَسْتَغْفِرُوا  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِلْمُشْرِك۪ينَ  cümlesi, mecrur mahalde  يَسْتَغْفِرُوا  fiiline müteallıktır. Her iki masdar cümlesindeki muzari fiiller hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

مَا كَانُ li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

Hal  وَ ’ıyla gelen şart üslubundaki …وَلَوْ كَانُٓوا اُو۬ل۪ي قُرْبٰى مِنْ بَعْدِ  cümlesi haberî isnaddır. كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden cümle, şarttır. Takdiri, ...فما كان لهم أن يستغفروا  (Onlar istiğfar edecek değillerdi) olan cevap cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Masdar harfi  مَا ’yı takip eden … تَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُمْ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Masdar-ı müevvel  بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhidir.

تَبَيَّنَ  fiilinin faili konumundaki masdar-ı müevvel ise  اَنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inlârî kelamdır.

Bu cümlede car-mecrur  لَهُمْ, önemine binaen faile takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin tahkir ifade eden  الْجَح۪يمِ  kelimesine muzâf olması, müsnedün ileyhin de tahkirini ifade eder.

اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ  izafeti, muzâfın tahkiri içindir.

اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ ifadesinde istiare vardır. Cehennemde bulunmak, arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

Burada Allah Teâlâ Peygamberi (s.a.) ve müminleri, müşrikler için af dilemenin doğru olmadığını haber vererek onları müşrikler için af dilememeleri konusunda uyarmak maksadıyla haber cümlesini kurmuştur. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Sûresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)

لِلْمُشْرِك۪ينَ - اٰمَنُٓوا   kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

كَانُٓوا - كان  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَصْحَابُ  -  اُو۬ل۪ي قُرْبٰى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

مَا  isminin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Nehiy üslubunun lam-ı cuhûd ile gelmesi istiğfardan uzak olduklarını mübalağalı olarak ifade etmek içindir. 

ولَوْ كانُوا أُولِي قُرْبى  ifadesinin eklenmesi; bahane aramaları konusunda mübalağa içindir. Vasliyye manasındaki  لَوِ  harfi de bunun için gelmiştir. ‘’Yakın akrabam için bile istiğfar etmiyorsam yakın akrabam olmayan için hiç istiğfar olmaz demektir. Bu mübalağa; muhalefet etmek için mazeret üretilmesinin önünü keser ve aldanan kişinin eğitimine kapı açar. (Âşûr)