اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | التَّائِبُونَ | tevbe edenler |
|
2 | الْعَابِدُونَ | ibadet edenler |
|
3 | الْحَامِدُونَ | hamdedenler |
|
4 | السَّائِحُونَ | seyahat edenler |
|
5 | الرَّاكِعُونَ | rüku edenler |
|
6 | السَّاجِدُونَ | secde edenler |
|
7 | الْامِرُونَ | emredip |
|
8 | بِالْمَعْرُوفِ | iyiliği |
|
9 | وَالنَّاهُونَ | ve men’edenler |
|
10 | عَنِ | -ten |
|
11 | الْمُنْكَرِ | kötülük- |
|
12 | وَالْحَافِظُونَ | ve koruyanlar |
|
13 | لِحُدُودِ | sınırlarını |
|
14 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
15 | وَبَشِّرِ | ve müjdele |
|
16 | الْمُؤْمِنِينَ | mü’minleri |
|
“Dünyada yolcu gibi yaşayanlar” şeklinde tercüme ettiğimiz “es-sâihûn” kelimesinin sözlük anlamı “seyahat edenler”dir. Birçok sahâbî, Hz. Peygamber’in “Ümmetimin seyahati oruçtur” meâlindeki bir hadisine dayanarak âyetteki bu kelimeyi “oruç tutanlar” şeklinde yorumlamışlardır (Taberî, XI, 28). Seyahat ve oruç arasındaki benzerlik daha çok şu şekilde açıklanmıştır: Her ikisinde kişi birtakım zorluklara ve mahrumiyetlere katlanır; seyahatte kişi görmediği, bilmediği yerleri ve durumları görüp gözlemleyebilir, oruç tutan mümin de ruhen yücelerek melekût âleminin birtakım özel hallerine muttali olabilir. Bazı ilk dönem müfessirleri bir başka hadise dayanarak aynı kelimeyi, “cihad edenler” biçiminde açıklamışlardır. Kelimeyi sözlük anlamına göre yorumlayanlar, “yer yüzünde seyahat edenler”, “Mekke’den Medine’ye göç edenler”, “ilim öğrenmek için yolculuğa çıkanlar”, “Allah’ın birlik ve kudretini gösteren delilleri gözlemlemek ve onlardan sonuçlar çıkarmak için yollara düşenler” gibi açıklamalar yapmışlardır (İbn Atıyye, III, 89; Elmalılı, IV, 2625; Kur’an’ın dersler çıkarma amacıyla yeryüzünde gezip dolaşmayı özendirmesi hakkında bk. Âl-i İmrân 3/137). Tercümemize esas olan düşünceyi de şöyle özetlemek mümkündür: Bu dünyanın fâni olduğunu unutmayanlar, ömür sermayelerini olabildiğince ebedî mutluluğa yatıranlar, dünya hayatlarını hep bir yolcunun şuuru içinde yaşarlar; bu ebediyet yolcuları, kelimenin yorumunda zikredilen güzel davranışlar içinde bulunurlar.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 64-65
اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ
İsim cümlesidir. اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ kelimeleri mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Mahzuf mübtedanın takdiri هم şeklindedir.
بِالْمَعْرُوفِ car mecruru الْاٰمِرُونَ ’ye müteallıktır. النَّاهُونَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْاٰمِرُونَ’ye matuf olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
عَنِ الْمُنْكَرِ car mecruru النَّاهُونَ ‘ye müteallıktır.
الْحَافِظُونَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْاٰمِرُونَ ’ye matuf olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
لِحُدُودِ اللّٰهِ car mecruru الْحَافِظُونَ ’ye müteallıktır.
اَلتَّٓائِبُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan توب fiilinin ism-i failidir.
الْعَابِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan عبد fiilinin ism-i failidir.
الْحَامِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan حمد fiilinin ism-i failidir.
السَّٓائِحُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan سيح fiilinin ism-i failidir.
الرَّاكِعُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ركع fiilinin ism-i failidir.
السَّاجِدُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan سجد fiilinin ism-i failidir.
الْاٰمِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan أمر fiilinin ism-i failidir.
النَّاهُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan نهي fiilinin ism-i failidir.
الْحَافِظُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan حفظ fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمَعْرُوفِ kelimesi sülâsî mücerred olan عرف fiilinin ism-i mef’ûludur.
الْمُنْكَر sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i mef’ûludur.
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. بَشِّرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir. الْمُؤْمِن۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْمُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَشِّرِ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اَلتَّٓائِبُونَ الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ السَّٓائِحُونَ الرَّاكِعُونَ السَّاجِدُونَ الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَالْحَافِظُونَ لِحُدُودِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Sübut ifade eden cümlede takdiri هم olan mübteda, mahzuftur. اَلتَّٓائِبُونَ haberdir. Müteakip الْعَابِدُونَ الْحَامِدُونَ ,السَّٓائِحُونَ ,الرَّاكِعُونَ ,السَّاجِدُونَ ,الْاٰمِرُونَ kelimeleri de haberin ardından gelen haberlerdir. وَالنَّاهُونَ tezat sebebiyle, وَالْحَافِظُونَ tezâyüf sebebiyle makabline atfedilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Ayette hem müsnedin hem müsnedün ileyhin marife gelmesi kasr ifade etmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuf babında hakiki kasrdır. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Tövbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler, rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredenler ve kötülükten men edenler ve Allah’ın sınırlarını koruyanlar tek tek sayılmış, sonra mü’min olmaları ve müjdelendikleri hükmünde birleştirilmiştir. Bu üslup bedî’ sanatlardan cem’ sanatıdır. Bu sanatın yapıldığı kelamı dinleyen muhatabın merakı artar ve hükmü heyecanla bekler.
“Secde edenler ve rükû edenler” sözlerinden namaz kastedilmiştir. Cüz söylenmiş kül kastedilmiştir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Namazın en önemli erkânından oldukları için bu ikisi zikredilmiştir. (Sâbûnî)
السَّٓائِحُونَ [Seyahat edenler] “oruç tutanlar” demektir, çünkü aleyhis-salatü ve’s-selam Efendimiz, “Ümmetimin seyahati oruçtur.” buyurmuştur. Orucun seyahata benzetilmesi şehvetleri engellemesinden ya da mülk ve melekûtun gizemlerinden haberdar olmak için nefis mücadelesi olmasındandır. Ya da cihat veya ilim öğrenmek için seyahat edenlerdir. (Beyzâvî)
Bu kelimenin oruç tutanlar için kullanılması, oruçluların yemek, içmek ve şehvetten uzak durup Allah yolunda manevi bir yolculuğa çıkması nedeniyledir.
Bu kelimelerin hepsi aynı vezinle, ism-i fail olarak gelmiştir. Devamlılık ifade eder.
Atfın terkedilmesiyle sanki bunlar tek bir sıfatmış hissi uyandırılmış ve bir mevsufta bu sıfatların toplandığı ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاٰمِرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّاهُونَ عَنِ الْمُنْكَرِ [Marufu emredip münkerden nehyedenler] ibaresinde ikili mukabele vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
الْمُنْكَر - بِالْمَعْرُوفِ ve النَّاهُونَ - الْاٰمِرُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
اَلتَّٓائِبُونَ - الْعَابِدُونَ - الْحَامِدُونَ - السَّٓائِحُونَ - الرَّاكِعُونَ - السَّاجِدُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
السَّٓائِحُونَ seyyahlar, gezginler yani oruçlular. Çünkü Peygamber Efendimiz, سَيَاحَةُ اُمَّت۪ى الصَّوْمُ “Ümmetimin seyahati oruçtur.” (Süyuti, ed-Dürrü’l-mensur, IV, 297) buyurmuştur.
Orucun seyahata benzerliği vardır: Seyahat eden kimse, işin icabı olarak gerek yiyip içmek, gerek dinlenmek ve daha başka nefsinin istekleri hususunda tutumlu davranmak ve bazı sıkıntılara katlanmak zorunda kalır. Oruç tutmak da insanı nefsani arzulardan uzak tutmak açısından çok önemli bir yolculuğa benzer.
Seyahat, insanın görmediği, bilmediği bir takım şeylerle karşılaşmasına vesile olan bir dış dünya yolculuğudur. Bunun gibi oruç da insanın kendi iç dünyasında gizli kalmış bir takım özelliklerin tanınmasına, mülk ve melekût aleminin bir takım sırlarına vakıf olmasına vesile olur. Seyahat bir bedeni riyazet olduğu gibi oruç da bir ruhi riyazet ve seyahattır. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Cenab-ı Hakk, önceki ayette müminlerin canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın aldığını beyan edince bu ayette de, o müminlerin dokuz sıfatla mevsuf olan kimseler olduklarını beyan buyurmuştur.
Ayetteki, bu dokuz sıfatın merfû oluşu hususunda şu izahlar yapılmıştır:
1. Bunlar, medh üzere merfû olup, takdiri; هُمُ التَّائِبُونَ الْعَابِدُونَ “Onlar, tövbe edici olan, hamd edici olan kimselerdir.” şeklindedir. Bu, “Şüphesiz ki Allah, müminlerden canlarını ve mallarını satın aldı.” ayetinde bahsedilen müminler tövbe eden, ibadet eden müminlerdir" manasına gelir.
2. Zeccâc şöyle demiştir: “Ayetteki التَّائِبُونَ (ve diğer sıfatlar), haberi mahzuf olan birer mübtedadır ve takdiri; وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰى ‘Cihat etmeseler dahi tövbe eden, ibadet eden.. kimseler de cennet ehlindendir.” şeklinde olabilir. Bu güzel bir izahtır. Çünkü buna göre cennet vaadi bütün müminler için söz konusu olmuş olur. Fakat biz, التَّائِبُونَ (ve devamını) kendinden önceki ayetle ilgili kılarsak o zaman cennet vaadi sadece mücahitler için söz konusu olur.”
Bu ayette dokuz sıfatla ilgili açıklama:
5-6. Kâdî şöyle demektedir: “Cenab-ı Hakk, rükû ve secdeyi namazdan kinaye olarak zikretmiştir. Çünkü namaz kılanın (namazdaki) diğer şekilleri, âdetine (her zamanki hallerine) uygundur. Bu da onun kalkması ve oturmasıdır. Bu hususta, âdetin dışına çıkan şey, rükû ve secdedir. İşte bu ikisi ile namaz kılan ve kılmayan arasındaki fark ortaya çıkmaktadır.” Şöyle de denebilir: Kıyam (ayakta durma), Allah için gösterilen tevazunun ilk basamağı; rükû, ortası; secde ise en son basamağıdır. Bundan dolayı namaz kılmaktan maksadın, alabildiğine huşû, hudû ve tazim gösterme olduğuna dikkat çekmek üzere huşûnun ve kulluğun nihai noktasına delalet ettikleri için (namaz kılma manasında) bilhassa rükû ve secde zikredilmiştir.
7-8. Bu ifadede cihadın farz kılınışına bir işaret vardır. Çünkü marufun (iyiliğin) başı Allah’a iman; münkerin (kötülüğün başı) ise Allah’ı inkârdır. Cihat, imana teşviki ve küfürden alıkoymayı gerektirir. Bundan dolayı cihat, marufu emir ve münkeri nehiy konusuna dahildir.
وَالنَّاهُونَ... ifadesinin başına vav edatının getirilmesi ile ilgili şu izahlar yapılmıştır: Birinci izah: Eşitlik bazen vav ile bazen de vavsız olarak gösterilir.
İkinci İzah: Bu ayetlerin maksadı, cihada teşvik etmektir. Dolayısıyla Cenab-ı Hakk önce bu altı sıfatı zikretmiş, daha sonra da “marufu emredenler, münkerden nehyedenler...” buyurmuştur. Buna göre kelamın takdiri, “Şu altı sıfatı taşıyanlar, marufu emredip münkerden nehyedenlerdir” şeklinde olur. Biz, emr-i maruf nehy-i münkerin başının cihat olduğunu söyledik. O halde bu ifadenin başına vav getirilmesinin maksadı, bahsettiğimiz bu hususa dikkat çekmektir.
Bu kelimelerin başına vav harfi getirilmiş olmasının üçüncü izahı şudur: Geçen her sıfat insanın kendisi için yaptığı ibadetler olup, onların başkasıyla ilgisi ve alakası yoktur. Ama nehy-i münker meselesi ise başkasıyla ilgisi olan bir ibadettir. Bu nehiy ve yasaklama, öfkenin kabarmasına ve düşmanlığın ortaya çıkmasına sebebiyet verir. Çoğu kez nehyedilen kimse, kendisini nehyedeni dövmeye ve onu öldürmeye yeltenir. Böylece nehy-i münker, ibadet ve taat çeşitlerinin en zoru olmuş olur. İşte bu sebeple daha çok sıkıntı ve meşakkatin bulunduğuna dikkat çekmek için النَّاهُونَ kelimesinin başına vav getirilmiştir.
9. Allah’ın sınırlarını korurlar (Fahreddin er-Râzî)
Bazı alimler والنّاهُونَ عَنِ المُنْكَرِ ifadesindeki و harfinin واوَ الثَّمانِيَةِ olduğunu söylemiştir. Araplar herhangi bir şeyi sayarken 8.de bu harfi zikrederler. (Âşûr)
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu ayette müjdele emriyle görevli bulunan kişi Rasulullah (s.a.) olduğu gibi herkes de olabilir. İşte bu, daha güzel ve yerinde bir yorumdur. Çünkü burada söz konusu hususun, müjdeleyebilecek herkes tarafından müjdelenmeyi hak edecek kadar önemli ve muazzam bir husus olduğu iması söz konusudur. (Bakara Suresi, 25)
Bu cümlede müjdesi verilen şeyin hazfedilmesi tazim içindir. Sanki, “Onları fehimlerin anlamayacağı ve sözlerin ifade edemeyeceği şeylerle müjdele!” buyurmuştur. (Beyzâvî)
وَبَشِّرِ الْمُؤْمِن۪ينَ ifadesinde önemlerine ve şereflerine binaen zamir yerine zahir isim getirilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, Ebüsuûd)