Tevbe Sûresi 111. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ  ...

Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır. Artık, onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Allah, bunu Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da kesin olarak va’detmiştir. Kimdir sözünü Allah’tan daha iyi yerine getiren? O hâlde, yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin. İşte asıl bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 اشْتَرَىٰ satın almıştır ش ر ي
4 مِنَ -den
5 الْمُؤْمِنِينَ mü’minler- ا م ن
6 أَنْفُسَهُمْ canlarını ن ف س
7 وَأَمْوَالَهُمْ ve mallarını م و ل
8 بِأَنَّ
9 لَهُمُ kendilerinin olmak üzere
10 الْجَنَّةَ cennet ج ن ن
11 يُقَاتِلُونَ savaşırlar ق ت ل
12 فِي
13 سَبِيلِ yolunda س ب ل
14 اللَّهِ Allah
15 فَيَقْتُلُونَ öldürürler ق ت ل
16 وَيُقْتَلُونَ ve öldürülürler ق ت ل
17 وَعْدًا bir sözdür و ع د
18 عَلَيْهِ üstlendiği
19 حَقًّا gerçek ح ق ق
20 فِي
21 التَّوْرَاةِ Tevrat’ta
22 وَالْإِنْجِيلِ ve İncil’de
23 وَالْقُرْانِ ve Kur’an’da ق ر ا
24 وَمَنْ ve kim
25 أَوْفَىٰ daha çok durabilir و ف ي
26 بِعَهْدِهِ sözünde ع ه د
27 مِنَ
28 اللَّهِ Allah’tan
29 فَاسْتَبْشِرُوا o halde sevinin ب ش ر
30 بِبَيْعِكُمُ alışverişinizden ب ي ع
31 الَّذِي
32 بَايَعْتُمْ yaptığınız ب ي ع
33 بِهِ O’nunla
34 وَذَٰلِكَ ve işte
35 هُوَ o
36 الْفَوْزُ başarıdır ف و ز
37 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
 

Bazı tefsirlerde bu âyetin Hicret’ten az önce İkinci Akabe Biatı sırasında Resûlullah ile ona destek sözü veren Medineli müslümanlar arasında geçen bir konuşma üzerine nâzil olduğuna dair bir rivayet yer almaktadır (İbn Atıyye, III, 87; Taberî iniş zamanını belirtmeksizin bu rivayetin ortak unsuru olan Abdullah b. Revâha’nın sözüne yer verir, bk. XVI, 35-36). Nakledilen bu konuşmanın anılan görüşmeler sırasında cereyan etmiş olması muhtemel olmakla beraber, âyetin içeriği ve bağlamı Tebük Seferi’ne yakın bir tarihte indiği kanaatini güçlendirici niteliktedir ve daha Mekke dönemindeyken indiğini kabul etmeye elverişli görünmemektedir (Derveze, XII, 222-223). Âyetin Medine’de Mescid-i Nebevî’de indiğini, müslümanlar tarafından büyük bir sevinçle karşılandığını ve ensardan bir kişinin yukarıda işaret edilen konuşmada geçen, “Doğrusu bu kârlı bir alışveriş! Artık ne vazgeçer ne vazgeçilmesine razı oluruz” ifadesini kullandığını belirten rivayet de bu kanaati desteklemektedir (İbn Ebû Hâtim, VI, 1886).

 Esasen evrendeki bütün varlıklar, bu arada insanların can ve malları Allah’ın hükümranlığı altında olmakla beraber, insanın yine ilâhî iradeyle tâbi tutulduğu sınavın bir uzantısı olarak yüce Allah “canlar”ı ve “mallar”ı müminlere izâfe etmiş, onların bu sınavdaki seçme özgürlüğüne dikkat çekmiştir. Âyette müminler için kâr, kazanç, başarı kavramlarının dünya ile sınırlı olamayacağı, mutluluk anlayışının dünyevî hazlar içine hapsedilemeyeceği fikri, satım sözleşmesi benzetmesinden yola çıkan edebî bir üslûp kullanılarak işlenmektedir. Müslümanların kritik bir durumda bulundukları sırada onları düşmana karşı savaşmaya özendiren bu âyette dahi ölümü ve öldürmeyi göze almanın ancak Allah’ın rızâsını kazanma amacını taşıdığı ve Allah’ın huzurunda yapılan bir antlaşma çerçevesinde, yani O’nun koyduğu ilkelere uygun biçimde cereyan ettiği takdirde bir değer ifade edeceğinin belirtilmesi, beşerî ihtiraslar ve dünyevî çıkarlar uğrunda canını ortaya koymanın budalaca bir cengâverlik veya sonuçları dünya hayatıyla sınırlı bir kumarbazlık, bu amaçla başkalarının canına kıymanın da altından kalkılamaz bir vebal olduğunu gösterir (Kur’an’ın öldürme konusundaki ifadeleriyle ilgili bir açıklama için bu sûrenin 5. âyetinin tefsirine bk.).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 

 Cilt: 3 Sayfa: 63-64

 

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ  ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.

اشْتَرٰى  fiili  اِنَّ  ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اشْتَرٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو  ’dir.

مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ  car mecruru  اشْتَرٰى  fiiline müteallıktır.  الْمُؤْمِن۪ينَ  ’nin cer alameti  ي  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُؤْمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 اَنْفُسَهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَمْوَالَهُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ  ’la  اَنْفُسَهُمْ  ‘e matuftur.

أَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اشْتَرٰى  fiiline müteallıktır. 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada karşılık – bedel manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُم  car mecruru  أَنَّ  ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

الْجَنَّةَ  kelimesi  أَنَّ  ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

اشْتَرٰى  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  شري  ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. 

لَهُمُ الجَنَّةَ  ‘deki  لِ  harf-i ceri sahiplik ve istihkak içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi - Âşûr)

 

يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يُقَاتِلُونَ  fiili  نَ  ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و  ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ف۪ي سَب۪يلِ  car mecruru  يُقَاتِلُونَ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  يَقْتُلُونَ  fiili  نَ  ’un sübutuyla merfû malum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

 فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَعْداً  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlün mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  وعدهم وعدا  (Onlara bir vaat verdi) şeklindedir.

Mef’ûlü mutlakın fiili şu durumlarda hazf edilebilir: 1) Emir ve nehiy fiillerinin yerini alırsa, 2) Dua ifade eden fiilin yerini alırsa, 3) Sonucu açıklamak için getirildiği zaman. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَيْهِ  car mecruru  وَعْداً  ‘e müteallıktır.  حَقاًّ  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlü mutlak olup fetha ile mansubdur. Takdiri;  حقّ ذلك الوعد حقّا  şeklindedir.

فِي التَّوْرٰيةِ  car mecruru  وَعْداً  ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

الْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ  kelimeleri atıf harfi  وَ  ’la  التَّوْرٰيةِ  ‘e matuftur.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُقَاتِلُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  قتل  ’dur.

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

 

 وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ 

 

وَ  itiraziyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

اَوْفٰى  şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو  ‘dir.  مَنْ  ’in haberi olarak mahallen merfûdur.

بِعَهْدِه۪  car mecruru  اَوْفٰى  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  اَوْفٰى  fiiline müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن بايعتم اللَّه على الجنّة فاستبشروا ببيعكم  şeklindedir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt)  ف  ‘si gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt)  ف  ‘si gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt)  ف  ‘si gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَبْشِرُوا  fiili  نَ  ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و  ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِبَيْعِكُمُ  car mecruru  اسْتَبْشِرُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  بَيْعِكُمُ  ‘un sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  بَايَعْتُمْ بِه۪  ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

بَايَعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  بَايَعْتُمْ  fiiline müteallıktır.

اسْتَبْشِرُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  بشر ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

بَايَعْتُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  بيع  ’ dur.

Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

 

وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

 هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesi   ذٰلِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  ise  الْفَوْزُ  kelimesinin sıfatıdır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  ) dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. 

Burada sıfat müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ اَنْفُسَهُمْ وَاَمْوَالَهُمْ بِاَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَۜ

 

Fasılla gelmiş müstenefedir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle marife olması, mehabet ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.  اِنَّ ’nin haberi olan  اشْتَرٰى ‘nın mazi fiille gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)


Cümlenin tekid harfi  اِنَّ  ile başlaması, habere verilen öneme binaendir. İstifham-i inkârî sıygasıyla ilk olarak cihada teşviğin vurgulandığı bu ayet ile, bir işe yönelmek için niyetlenen ancak ardından bulunduğu yere yığılıp kalan kişinin halini temsilen gelen  ما لَكم إذا قِيلَ لَكُمُ انْفِرُوا في سَبِيلِ اللَّهِ اثّاقَلْتُمْ إلى الأرْضِ  ayetinin; yaptığı cihadın mükafatının cennet olduğu hususunda kesin inanca sahip olan müminleri, bu hususta tereddüte düşen kimseler menziline koyması münasip olmuştur. (Âşûr)  


Müminler ifadesiyle en açık olarak kastedilen, bu ümmetin müminleridir. (Âşûr)

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ  ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنَّ لَهُمُ الْجَنَّةَ , faide-i haber inkârî kelamdır.  بِ  harfi dolayısıyla mecrur mahaldeki masdar-ı müevvel  اشْتَرٰى  fiiline müteallıktır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. 

اَنَّ  , لَهُمُ  ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  الْجَنَّةَ  muahhar ismidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنَّ اللّٰهَ اشْتَرٰى  cümlesinde istiare-i tebeiyye vardır. Müminlerin, canlarını ve mallarını feda etmeleri ve buna karşılık olarak onlara cennetin verilmesi, alışverişe benzetilmiştir. Müminin Rabbiyle yaptığı alışverişte kâr kesin bir şekilde garantilidir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bu istiarede Yüce Allah, müminlere, kendi dinini ve elçisini -salat ve selam olsun- savunma uğrunda yapacakları cihadda canlarını ve mallarını feda etmelerini emredip, bunun karşılığında onlara cennet nimetleri içinde ebedi kalmayı ve cehennemden güvende olmayı garanti edince, (ayette) onların canları ve malları “satılık mal ve ticaret metaı” yerine konulmuş; bunların karşılığında ödenecek bedeller (cennet nimetleri) ise belirlenmiş fiyatlar gibi anlatılmıştır. Ödenecek bedeller, ticari metalardan daha çok hatta değer olarak kat kat fazla olduğundan, yapılan bu ticaret çok kârlı olmuştur. Sözün özü, menfaat elde etme amacı taşıması itibariyle bütün ibadetler ticaret kollarına benzer. Şu var ki; ibadetlerle ahiret menfaatleri, ticaretlerle ise dünya menfaatleri elde edilmek istenir. (Şerîf er-Radî)

Allah Teâlâ müminleri, Kendi yolunda feda ettikleri canları ve malları karşılığında cennetle mükâfatlandırmayı, mecazî olarak satın almak şeklinde ifade ediyor. Burada akdin konusu olan şey (mebî), müminlerin canları ve malları; satılan şeyin karşılığı olan bedel de cennet olarak gösterilmiştir. Dikkati çeken şudur:

"Allah, müminlere cenneti canları ve malları karşılığında satmıştır" ifadesi kullanılmamıştır.

Bu da müminlerin canlarının ve mallarının son derece önemsendiğini belirtmek içindir. (Ebüssuûd ve Âşûr)

Meânî alimleri şöyle demişlerdir: Allah'ın, gerçekte herhangi bir şeyi satın alması söz konusu değildir. Çünkü müşteri, sahip olmadığı şeyi satın alır. İşte bundan ötürü, Hasan el-Basrî bu ayete: "Allah, bazı canları satın aldı ki onları zaten kendisi yaratmıştı. Yine bazı malları da satın aldı ki o malları, onlara rızık olarak veren de zaten kendisidir. Fakat Cenab-ı Hak bunu, lütufkâr bir şekilde taata çağırmak için böyle beyan buyurmuştur. Bunun özü şudur: Mümin, ne zaman Allah yolunda savaşır ve bu uğurda öldürülür, ruhu çıkar ve malı da Allah yolunda harcanırsa, ahirette Allah Teâlâ'dan, yaptığı bu şeylere karşılık cenneti alır. Böylece bu, bir değiş-tokuş ve bir alış-veriş olmuş olur ki işte ayetteki, "Allah karşılığında cenneti  بِالْجَنَّةِ  vererek canlarını ve mallarını satın almıştır" ifadesi bu manadadır" demiştir.(Fahreddin er-Râzî)

لَهُمُ الجَنَّةَ ‘deki  لِ  harf-i ceri mülkiyet ve istihkak içindir. (Âşûr)

Her müşterinin, mutlaka bir satıcısı bulunması gereklidir. Burada ise satan da alan da Allah Teâlâ'dır. Satanın ve alanın aynı kimse olması ancak alışverişte faydasına olan şeylere aklı ermeyen bir çocuğun işlerini yerine getiren kayyim hakkında doğru olur. Bu alış-veriş, memnunluk verici olması şartına bağlıdır. Bundan dolayı ayetteki bu mesel (benzetme), kulun, adeta kendi işlerini yürütemeyen bir çocuğa; Allah Teâlâ'nın da iyi ve mükemmel bir kayyime benzetildiğini gösterir. Bundan maksat, Cenab-ı Hakk'ın müsamahakâr olup günahları affedeceğine ve kullarını her türlü hayır ve saadet mertebelerine ulaştıracağına işaret etmektir.

İkinci incelik: Allah Teâlâ, (onların canları ve malları) diye kulların kendisine izafe etmiştir. Dolayısıyla canların ve malların kullara nispet edilmesi, kulların kendilerinin dışında iki şeyin bulunmasını gerektirir. Aslında durum da böyledir. Çünkü insan, devamlı kalan aslî cevherden ibarettir. Bu beden, o aslî cevherin aleti, edevatı ve bineği durumundadır. Mal da bu bineğin faydasına olarak yaratılmıştır. İşte Hak Teâlâ insandan bu bineği ile malını, cennet karşılığında satın almıştır. Doğrusu da budur. Çünkü insanın, bu durmadan değişen maddeler âleminin faydalarına mal ve bedenle ilgili faydalara kalbi bağlı kaldığı müddetçe, yüce mutluluklara ve kıymetli derecelere ulaşması imkânsız olur. Fakat insanın bu faydalara olan ilgisi kesilir ve bu ilgi, bedeni ölüme; malı da Allah'ın rızasını kazanmak için harcama derecesine gelirse, o kimse, hidayeti heva-i hevesine; Mevlâ'yı dünyaya, ahireti ûlâ'ya (dünyaya) tercih etmiş olur. Dolayısıyla da saitlerden, iyiler (ebrâr) den, faziletli ve hayırlı kimselerden olur. O halde, burada aslında satıcı olan, (insanın) o kutsi ruh cevheridir, müşteri (satın alan) de Allah Teâlâ'dır. Bu iki bedelden birisi çürümeye mahkûm beden ile fani maldır, diğeri ise devamlı cennet ve baki mutluluklardır. O halde büyük bir kazanç elde edilmiş, gam ve keder zail olmuş olur. İşte bundan ötürü Cenab-ı Hak, "O halde (ey müminler) yapmış olduğunuz bu alışverişten dolayı sevinin" buyurmuştur.(Fahreddin er-Râzî)


يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ فَيَقْتُلُونَ وَيُقْتَلُونَ وَعْداً عَلَيْهِ حَقاًّ فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupla gelen  فَيَقْتُلُونَ  ve  وَيُقْتَلُونَ  cümleleri, tezâyüf nedeniyle  يُقَاتِلُونَ  cümlesine atfedilmiştir. 

ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah'ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafetinde lafzâ-i celâle muzâf olması  سَب۪يلِ  için tazim ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. 

Lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

وَعْداً  mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Takdiri;  وعدهم وعدا  (Onlara bir vaat verdi)’dir.  حَقاًّ  da aynı şekilde takdiri  حقّ  (Gerçek oldu) olan mahzuf fiilin, önceki manayı tekid eden mef’ûlü mutlakıdır. Yani cümle  حقّ ذلك الوعد حقّا  (Bu vaat gerçek olarak vuku buldu) şeklindedir. Mef’ûlü mutlakların amillerinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Müteakip car-mecrurların müteallakı,  وَعْداً  ’in mahzuf sıfatıdır. (Mahmud Sâfî)

فِي التَّوْرٰيةِ وَالْاِنْج۪يلِ وَالْقُرْاٰنِۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Tevrat, İncil, Kur’an, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü bu sayılanlar hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kitaplardakilerin hak gerçek olduğunu etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

يُقَاتِلُونَ (Savaşırlar) ifadesinde, tıpkı “Siz Allah ve Resulüne iman edersiniz; mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz.” [Saf 61/11] ayetinde olduğu gibi emir anlamı vardır. (Keşşâf, Ebüssuûd)

"Onlar Allah yolunda savaşırlar (mukatele ederler), öldürürler ve öldürülürler."

Bu kelam, makabli (kendinden öncesi) için bir izah mahiyetindedir. Fakat bu izah, satın almanın amacını beyan için olmadığı gibi kendisini beyan için de değildir. Çünkü müminlerin Allah Teâlâ yolunda savaşması, Allah'ın, onların canlarını ve mallarını satın almasından değil, fakat onların kendi canlarını ve mallarını Allah yolunda feda etmelerindendir. Sanki:

"- Onlar canlarını ve mallarını cennet karşılığında nasıl satıyorlar?"

diye sorulmuş da buna cevap olarak:

"- Onlar Allah yolunda savaşırlar..." denilmiştir.

İşte bu, onların, canlarını ve mallarını Allah Teâlâ yolunda feda etmeleri demektir. " Öldürürler ve öldürülürler" ifadesi de bunu açıklar niteliktedir. Çünkü Allah Teâlâ yolunda savaşan kimse, sağ, salim ve ganimetlerle geri dönmüş olsa bile Allah Teâlâ yolunda canını feda etmiş sayılır. Ayetteki "öldürürler ve öldürülürler" vasıflandırması, her ikisinin veya birinin şart olduğunu belirtmek için değil, fakat küllün (bütünün), ba'zın (cüzün) vasfıyla tavsifi kabilindendir. (Ebüssuûd)

يَقْتُلُونَ  (öldürürler) kelimesinin,  يُقْتَلُونَ  (öldürülürler) kelimesinden önce zikredilmesi, savaşın, canları feda etmek demek olduğu noktasında iki sonuç arasında fark olmadığını bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

‌‌المُقاتَلَةِ في سَبِيلِ اللَّهِ ibaresinin öldürülmeye, işkenceye vb. şeylere karşı sabır manasında kullanımı mecazdır. Bu şekilde يُقاتِلُون fiili hem gerçek hem de mecaz anlamıyla kullanılmış olur. (Âşûr)


Bu ayette Allah Teâlâ, müminlerden istediklerini emir kalıbında değil, haber cümlesi kalıbında beyan etmiştir. (ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 302)

فَيَقْتُلُونَ  -  يُقْتَلُونَ  kelimeleri, şekil bakımından birbirinden farklı olduğu için burada cinas-ı nakıs vardır. Bu da edebi sanatlardandır. (Safvetü't Tefasir)


 وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ

 

وَ  itiraziyyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Cümle istifham üslubunda gelmiş, talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi  مَنْ  ’in haberi  اَوْفٰى , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cihada teşvik amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

وَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ  (Sözünü Allah'tan daha çok yerine getiren kimdir) sorusu gerçek manada soru değildir, vaadi yerine getirmede mübalağadır ve hak olduğunu onaylatmadır. (Beyzâvî) 

"Ahdinde Allah'tan daha vefalı kim olabilir?" cümlesi, makablinin mefhûmunu yani  vaadin hak olduğunu, ziyadesiyle açıklar. Çünkü Allah Teâlâ’nın, ahdine herkesten daha çok bağlı olduğunu bildirir. Çünkü vaadi gözetmemek, üstün ahlak sahibi insanlardan sadır olacak bir hareket değil iken bütün kâinatın yaratıcısı ve alemlerden müstağni olan Cenab-ı Allah'tan sadır olması nasıl düşünülebilir? (Ebüssuûd)


مِن  harf-i ceri karşılaştırma (efdaliyet) içindir. Sîbeveyh’e göre ise ibtidaiyyedir. Yani mecazi ibtida’ içindir. Allah azze ve celle’nin kemal sıfatlarının manasının tamamının zihinde canlandırılması için zamir yerine ism-i celâl kullanılmıştır.

(Âşûr)


فَاسْتَبْشِرُوا بِبَيْعِكُمُ الَّذ۪ي بَايَعْتُمْ بِه۪ۜ 

 

فَ  mahzuf şartın cevabı için rabıta harfidir. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan …  اسْتَبْشِرُوا  cümlesi şartın cevabıdır. 

بِبَيْعِكُمُ  için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  ‘nin sılası  بَايَعْتُمْ بِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Takdiri  …  إن بايعتم اللَّه على الجنّة  (Cennet üzerine Allah'a biat edersen) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

التَّوْرٰيةِ  -  الْاِنْج۪يلِ  -  الْقُرْاٰنِ  ve  وَعْداً  -  بِعَهْدِه۪  ve  بَيْعِكُمُ  -  اشْتَرٰى  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُقَاتِلُونَ  -  فَيَقْتُلُونَ  -  يُقْتَلُونَ  ve  بِبَيْعِكُمُ  -  بَايَعْتُمْ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu cümlede hitap zamirine iltifat edilmiştir. (Mahmud Sâfî)


 وَذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

الْفَوْزُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Cümlede  ذٰلِكَ  ile müminlerin mükâfatına işaret edilmiştir.

ذٰلِكَ  ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

ذٰلِكَ  sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. 

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ  bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir.

(Ebüssuûd, Maide/32)

ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesindeki uzaklık belirten işaret ismi, kazancın ulaşılması güç bir başarının sonucu olduğunu vurgulamak ve tazim ifadesi için gelmiştir.

Bu ayette iki tezyîl vardır. Birincisi, Allah Teâlâ’nın  وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا  sözüdür. Bu sözden önce kelam tamam olmuştu. Allah, öncesini pekiştirmek için bu sözü getirmiştir.

İkincisi, Allah Teâlâ’nın  َوَمَنْ اَوْفٰى بِعَهْدِه۪ مِنَ اللّٰهِ  sözüdür. Bu söz, öncesini pekiştirmek için mesel-i sâir olarak getirilmiştir. Bu, birinci tezyîl için ikinci tezyîldir. (İbn Münkız, el-Bedî‘, s. 125; İbn Ebi’l-İsba‘, Tahrîru’t-Tahbîr, s. 387; Bedî‘u’l-Kur’an, II, 156; İbn Hicce, Hızânetu’l-Edeb, I, 242; Allân, el-Bedî‘ fi’l-Kur’an, s. 622.) (Mahmud Sâfî)


ذَلِكَ هو الفَوْزُ العَظِيمُ  cümlesi, az lafızla çok mana ifade eden tezyîl cümlesidir. Cümlenin başındaki işaret zamiri ise bu alışverişin tüm vasıflarını karşılıklarıyla birlikte ihtiva eder. Fasıl zamiri, isim cümlesi ve ehemmiyet manası veren  العَظِيمُ  sıfatıyla ise bu mana tekid edilmiştir. (Âşûr)