لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | يَزَالُ | ileri gitmez |
|
3 | بُنْيَانُهُمُ | binaları |
|
4 | الَّذِي |
|
|
5 | بَنَوْا | inşa ettikleri |
|
6 | رِيبَةً | bir kuşku olmaktan |
|
7 | فِي |
|
|
8 | قُلُوبِهِمْ | yüreklerinde |
|
9 | إِلَّا | dışında |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | تَقَطَّعَ | parçalanması |
|
12 | قُلُوبُهُمْ | kalbleri |
|
13 | وَاللَّهُ | Allah |
|
14 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
15 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Yesrib’deki (Medine) Hazrec kabilesinin ileri gelenlerinden Ebû Âmir isimli bir şahıs Hıristiyanlığı benimsemiş ve bu alanda bilgilerini ilerletip papaz olmuştu. Resûlullah’ın Medine’ye göç etmesi bu ve benzeri kimselerin menfaatlerine ters düşüyordu. Bu yüzden Ebû Âmir, Medine’ye geldiği günden itibaren Hz. Peygamber’e muhalefet etti ve onun düşmanları olan Mekkeli müşriklerle ittifak içine girdi. Bu muhalefeti sürdürebilmek için bazı adamlarıyla birlikte Mekke’ye gitti ve Bedir Savaşı’nda müslümanlara karşı savaştı. Bedir yenilgisine müşriklerden daha fazla üzüldü ve onların intikam duygularını harekete geçirdi. Ayrıca gerek Uhud gerekse Hendek savaşlarında hazır bulunup Medineli hemşehrilerini Resûlullah ve müslümanlar aleyhine tahrik etmeye çalıştı. Bunda başarılı olamayınca Mekke’ye yerleşti. Mekke müslümanlar tarafından fethedilince Tâif’e geçti. Huneyn Savaşı’nda Hevâzin kabilesi yenilgiye uğrayınca da Şam’a kaçtı. Şam’a kaçarken münafıklara, “Olabildiğince hazırlık yapın, ben Bizans imparatoruna gidip kuvvet getireceğim, Muhammed’i ve arkadaşlarını Medine’den çıkaracağım” diye haber gönderdi. Ebû Âmir’in Medine’deki münafıklarla yaptığı iş birliği çerçevesinde hazırlanan oyunlardan biri mescid süsü verilen bir toplanma yeri inşa edilmesiydi. Münafıklar gerçekte kötü niyetle, fakat Mescid-i Kubâ ve Mescid-i Nebî’ye uzakta oturan yaşlıların cemaate yetişemediklerini, diğer insanların da soğuk ve yağmurlu gecelerde anılan mescidlere ulaşmalarındaki zorlukları bahane ederek Sâlim b. Avf kabilesinin bulunduğu yerde bir mescid inşa ettiler. Resûlullah’ın onayını alıp bu yapıya meşruiyet kazandırmak üzere kendisinden mescidi ibadete açmasını ve dua etmesini istediler. Hz. Peygamber o sırada Tebük Seferi’nin hazırlıklarıyla meşgul olduğunu belirtti ve “İnşaallah döndüğümüzde orada namaz kılarız” buyurdu. Tebük Seferi dönüşünde münafıklar tekrar aynı taleple müracaatta bulundular. İşte Resûlullah gerçekte fesat ve nifak yuvası olarak inşa edilen bu mescidde namaz kılmak üzere oraya gitmeye hazırlanırken bu âyetler nâzil oldu. Âyetteki bu uyarı üzerine Hz. Peygamber anılan mescidi yıktırdı. Âyetteki “zararlı eylemler gerçekleştirmek üzere yapılmış mescid” anlamına gelen ifadeden hareketle siyer ve İslâm tarihi ile ilgili eserlerde, yıkılan bu yapı Mescid-i Dırâr adıyla anılagelmiştir (Taberî, XI, 23-26; Hüseyin Algül, “Mescid-i Dırâr”, İFAV Ans., III, 206-207).
108. âyette “daha ilk günden takvâ temeli üzerine kurulduğu” bildirilen mescidin hangisi olduğu hususunda ilk dönem İslâm âlimlerinden nakledilen rivayetler iki noktada toplanır. Bunlardan birine göre maksat Mescid-i Nebevî, diğerine göre Kuba Mescidi’dir. Taberî birinci görüşü destekleyen rivayetleri daha sağlam bulmaktadır (bk. XI, 26-28).
110. âyette geçen ve “huzursuzluk kaynağı” diye çevirdiğimiz rîbe kelimesi, “kuşku, erişilmez emel, pişmanlık ve kin” gibi mânalara gelmektedir. Bunlardan hareketle şu yorumlar yapılmıştır: Münafıkların mescidi yaparken içlerinde taşıdıkları kuşku ve nifak sürüp gidecektir; o binayı yaparken gözettikleri amaç erişilmez bir hayal olarak kalacaktır; böyle bir iş yapmaktan duydukları pişmanlığı hep yaşayacaklardır; binanın yıktırılmasından dolayı duydukları kin devam edip gidecek ve bütün bu duygular sebebiyle devamlı bir huzursuzluk içinde yaşayacaklardır. Âyetin “yürekleri paramparça oluncaya kadar” diye çevirdiğimiz kısmıyla, kalplerinin bu konuyla olan bağı tamamen kopuncaya kadar devam edeceğine işaret edilmektedir. Müfessirlerin çoğunluğu bu bağın kopmasını “ölüm” olayı ile açıklamışlar ve âyete “Onlar ölmedikleri sürece bu konudaki kuşkuları sürer gider” şeklinde mâna vermişlerdir. Bununla birlikte, “Onlar yaptıkları aşırılıktan yüreklerini parçalayacak derecede pişmanlık ve üzüntü duyarak tövbe edinceye kadar kuşkuları devam eder” yorumu da yapılmıştır (Râzî, XVI, 198; Şevkânî, II, 460).
Bu âyetler belirli bir olay vesilesiyle inmiş olmakla beraber, özellikle 109. âyette soyut bir anlatım biçimiyle ortaya konan ölçü dikkate alınırsa, burada temsilî bir örnekten hareketle şu mesaja ağırlık verildiği görülür: İki yüzlü davrananlar arasında zararlı eylemler planlayan, inkârcılığı örgütlemeye ve müminlerin arasına ayrılık sokmaya çalışanlara karşı uyanık olunmalı, onların iyi niyet iddiaları ihtiyatla karşılanmalıdır; Allah’ın rızâsına takvâ esası üzerine kurulu işlerle erişilir ve Allah kötülüklerden arınmayı samimi olarak isteyen kişileri sever; iki yüzlü davranmayı huy haline getirenlerin yürekleri kuşkunun esiri olur ve ölünceye kadar kendi kişiliklerini bulamadan bu kuşkunun girdabında bocalar dururlar; dünyada böyle bir bunalımı yaşadıkları gibi âhirette de acı bir sonla karşılaşacaklardır, zira onların akıllarınca başarı gibi görünen eylemleri aslında uçurumun kenarına yapılmış binadan farksızdır, kısa bir süre sonra bu bina onların cehenneme yuvarlanmaları sonucunu doğurur.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 60-62
لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ
لَا يَزَالُ istimrar fiillerindendir. Devamlılık ifade eder. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
بُنْيَانُهُم kelimesi لَا يَزَالُ ’nun ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl, بُنْيَانُهُمُ sıfatı olarak mahallen merfûdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
2. Sebebi sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır:
1. İsim cümlesi olan sıfatlar,
2. Fiil cümlesi olan sıfatlar,
3. Şibh-i cümle olan sıfatlar.
Burada الَّذ۪ي hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i mevsûlün sılası بَنَوْا ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
بَنَوْا mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ر۪يبَةً kelimesi لَا يَزَالُ ’nun haberi olup lafzen mansubdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, سبب ريبة şeklindedir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru ر۪يبَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Süreklilik bildiren nakıs fiillerin isim ve haber alabilmeleri ve devamlılık manası ifade etmeleri için kendilerinden önce nefy, nehiy, dua, istifham-ı inkârî (kınama ve sitem amaçlı soru) edatlarından birinin bulunması gerekir. Başlarındaki مَا menfilik harfi olmasına rağmen, fiile olumsuzluk değil, devamlılık manası kazandırır. مَا زَالَ fiilinin muzarisi لَا يَزَالُ şeklinde gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلَّٓا istisna harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, müstesna olarak mahallen mansubdur. Fiili muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقَطَّعَ mansub muzari fiildir. قُلُوبُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَقَطَّعَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قطع ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
Tefe'ul babı aynı zamanda fiile teksir manası da katar. Burada teksir manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَقَتَقَطَّعَطَّعَ ’nın aslı تَتَقَطَّعَ ’dır. (Beyzâvî) تَ ’lerden biri hafiflik için hazf olmuştur.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. عَل۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ ikinci haber olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Her işi hikmetli olan ve son derece bilen demektir.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذ۪ي بَنَوْا ر۪يبَةً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ
Ayet fasılla gelmiş müstenefedir. İstimrar fiili لَا يَزَالُ ’nun dahil olduğu isim cümlesinde الَّذ۪ي has ism-i mevsûlü بُنْيَانُهُمُ için sıfattır. Sılası بَنَوْا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. لَا يَزَالُ ,ر۪يبَةً ’nun haberidir.
بَنَوْا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
لَا يَزَالُ ’nun isminin izafetle gelmesi az sözle çok anlam ifade etme yollarından birisi olması yanında tahkir de ifade eder.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ cümlesi, masdar teviliyle müstesnadır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin kalplerine kuşkunun verdiği zararı, etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’an Işığında Belâğat Dersleri)
بُنْيَانُهُمُ - بَنَوْا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قُلُوبُهُمْ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ (Kalpleri parçalayıncaya kadar) ifadesiyle -pişmanlık tasvirinde abartılı anlatım üslubu kullanılarak- “kalplerini parçalayacak derecede pişman olup bundan tövbe etmelerine kadar” anlamının kastedildiği de belirtilir. Bu konudaki başka bir görüşe göre bu ifade, “tövbe edip de adeta o sapkın tutumu benimseyen kalpleri parçalanıncaya, bedenleri ve kemikleri eskiyip çürüyene kadar (kalplerinde sürekli bir kuşku ve endişe bulunacak)” anlamına gelir. (Şerîf er-Radî)
Bu ayet, onların kurdukları binanın keyfiyetini, çürük ve temelsiz bir yapı olduğunu gösterir. Yani münafıkların bina ettikleri mescid-i dırar gerek ayakta iken gerek yıkıldıktan sonra onlar ölüp de kalpleri, idrak ve gizleme kabiliyeti kalmayacak şekilde çürüyüp parçalanıncaya kadar yüreklerinde bir şüphe kaynağı olarak kalacaktır. Kelbî diyor ki: “Bu ifade, onların kurmuş oldukları binanın, kendileri için hayıflanma ve pişmanlık kaynağı olacağı anlamına gelir.”
Bir görüşe göre ise bu ifade, işledikleri cürme, kalpleri parçalanırcasına pişmanlık ve üzüntü duyarak tövbe edinceye kadar, demektir. (Ebüssuûd)
ر۪يبَةً kelimesi her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüpheyi ifade eder. Kur’an’da 17 kere Kur’an ya da yeniden diriliş konularında yer almıştır. Yakînin tam zıddıdır. لَا ر۪يبَ yakîn demektir. İkiden fazla ihtimal taşıyan şeyler için kullanılır. Uzaktan görünen karaltı insan, hayvan, ağaç vesaire olabilir.
شك ihtimal ikiye düşerse kullanılır. Uzaktan görünen karaltının insan olduğu bellidir ama kadın mı erkek mi olduğu belirsizdir.
يقين ise ihtimallerin teke indiği durumda kullanılır. Bu tek ihtimal yakîndir, nefyedilirse rayb (şüphe) olur. (İsmail Yakıt).
اِلَّٓا اَنْ تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْۜ sözü tehekkümî istisnadır. (Âşûr)
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟
وَ istînâfiyyedir. Cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd, teşvik ve ikaz için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
عَل۪يمٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Allah’ın عَل۪يمٌ ve حَك۪يمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’ân Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ۟ cümlesi muhteşem yaratılış ve güzel hükümler için münasip bir tezyîldir. Cümlenin bu şekilde kurulması onlara dünyada ve ahirette pişmanlık sebebi olduğu içindir. (Âşûr)