وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُواۜ حَتّٰٓى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِۜ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَعَلَى | ve |
|
2 | الثَّلَاثَةِ | üçünün (kişinin) |
|
3 | الَّذِينَ |
|
|
4 | خُلِّفُوا | geri bırakılan |
|
5 | حَتَّىٰ | hatta |
|
6 | إِذَا |
|
|
7 | ضَاقَتْ | dar gelmişti |
|
8 | عَلَيْهِمُ | başlarına |
|
9 | الْأَرْضُ | dünya |
|
10 | بِمَا | rağmen |
|
11 | رَحُبَتْ | genişliğine |
|
12 | وَضَاقَتْ | ve sıkıldıkça sıkılmış |
|
13 | عَلَيْهِمْ | onların |
|
14 | أَنْفُسُهُمْ | canları |
|
15 | وَظَنُّوا | ve anlamışlardı |
|
16 | أَنْ |
|
|
17 | لَا | olmadığını |
|
18 | مَلْجَأَ | bir çare |
|
19 | مِنَ | -tan |
|
20 | اللَّهِ | Allah- |
|
21 | إِلَّا | başka |
|
22 | إِلَيْهِ | yine kendisinden |
|
23 | ثُمَّ | sonra |
|
24 | تَابَ | tevbesini kabul buyurdu |
|
25 | عَلَيْهِمْ | onların |
|
26 | لِيَتُوبُوا | tevbe etsinler |
|
27 | إِنَّ | çünkü |
|
28 | اللَّهَ | Allah |
|
29 | هُوَ | O |
|
30 | التَّوَّابُ | tevbeyi çok kabul eden |
|
31 | الرَّحِيمُ | çok esirgeyendir |
|
Tebük Seferi’ne katılmamaktan ötürü pişmanlık duymakla beraber hemen özür dilemeyen ve tövbeye yönelmeyen üç kişiden söz edilmektedir. Rivayetlere göre bu üç kişi Kâ‘b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebî‘dir. Hz. Peygamber seferden dönünce, sıhhî ve malî durumları elverişli olduğu halde sefere katılmayan ve hemen günahlarını itiraf edip tövbeye yönelmeyen bu üç kişinin yüzüne bakmadı. Müslümanlar da Resûlullah’a uyarak geçici olarak onlarla ilişkilerini dondurdular. 106. âyette kendilerinden, “Bir diğer grubun durumu ise Allah’ın hükmüne kalmıştır; ya onlara azap edecek veya tövbelerini kabul edecektir” diye söz edilen bu kişiler, yaklaşık elli gün süren çileli bir bekleyiş içine girdiler. Nihayet bu âyetin nâzil olmasıyla tövbelerinin samimi olduğu ve Allah tarafından kabul edildiği bildirilince yüzleri güldü; Resûlullah’ın ve müslümanların arasına döndüler, âdeta hayat onlar için yeniden başlamış oldu.
Âyetin “geriye bırakılan” diye çevirdiğimiz kısmını, “Tebük Seferi’nden geri kalanlar” şeklinde yorumlayanlar bulunmakla beraber, çoğu müfessirler 106. âyetle irtibatlandırarak buna “bağışlanmaları ertelenenler” mânasını vermişlerdir; olaya konu olan sahâbîlerden yapılan nakiller de bu anlamı desteklemektedir (Taberî, XI, 56-62; İbn Atıyye, III, 92-94).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 69
“Allahım! Kendimi sana teslim ettim. Yüzümü sana çevirdim. İşimi sana ısmarladım. Rızanı isteyerek, azabından korkarak sırtımı sana dayadım, sana sığındım. Sana karşı yine senden başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım.” (Buhârî, Daavât 5. Ayrıca bk. Buhârî, Vudû‘ 75; Müslim, Zikir 56-58; Ebû Dâvud, Edeb 98.)
Resûlullah (s.a.v), yatacağı zaman abdest alıp sağ tarafına yatarak bu duayı okuyan kimsenin, o gece ölürse fıtrat üzere ölmüş olacağını müjdelemiştir (Buhârî, Vudû’, 75).
وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُواۜ
وَ atıf harfidir. عَلَى الثَّلٰثَةِ car mecruru önceki ayetteki تَابَ fiiline müteallıktır. الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, الثَّلٰثَةِ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası خُلِّفُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
خُلِّفُوا damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
حَتّٰٓى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِۜ
حَتّٰٓى ibtida harfidir. حَتّٰٓى edatı üç şekilde kullanılabilir:
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
ضَاقَتْ şeklinde mazi sıyga ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ضَاقَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. عَلَيْهِمُ car mecruru ضَاقَتْ fiiline müteallıktır.
الْاَرْضُ fail olup lafzen merfûdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte الْاَرْضُ ’nun mahzuf haline müteallıktır.
رَحُبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
وَ atıf harfidir. ضَاقَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. عَلَيْهِمُ car mecruru ضَاقَتْ fiiline müteallıktır.
اَنْفُسُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. ظَنُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri, أنه şeklindedir.
Hafifletilmiş olan اَنْ aynı اَنَّ gibi isim cümlesinin başına gelir. Fakat ismini hiçbir zaman açıkta göremeyiz. Çünkü ismini gizli bir zamir (zamiru’ş şan) olarak alır.
Hafifletilmiş olan اِنْ cümle başında gelebileceği gibi hafifletilmiş olan اَنْ cümle ortasında gelir.
Hafifletilmiş olan اَنْ ’in haberi her zaman cümle olur. Bu cümle isim veya fiil cümlesi olabilir. Edattan sonraki cümle isim veya çekimi yapılamayan (camid) bir fiilden oluşan fiil cümlesi ise edatla arasında yabancı bir kelime bulunmaz.
Haberinin geliş şekilleri şöyledir:
1. İsim cümlesi
2. Fiil cümlesi
1. İsim cümlesi şeklinde gelirse:
a. Başına herhangi bir edat gelmeyen isim cümlesi.
b. Başına لَا harfi gelen isim cümlesi (Bu لَا cinsi nefy içindir.)
2. Fiil cümlesi şeklinde gelirse:
a. عَسَى ve لَيْسَ gibi camid (çekilemeyen) bir fiil şeklinde gelir.
b. Bu iki fiilin haricinde başka fiillerden gelirse bu fiil cümlesinin başına س – سَوْفَ – قَدْ – لَنْ – لَمْ – لَو gibi harflerden birinin gelmesi zorunludur. Burada haberi عَسَى gibi camid (çekilemeyen) bir fiil şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şan zamirleri: Müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs) zamirinde kendisine dikkat çekilmek istenen bir iş için kullanılır. İkisine birden iş zamiri denir.
Müzekkerine > zamiru’ş-şan (هُوَ – هُ)
Müennesine > zamiru’l-kıssa (هِيَ – هَا)
Not: Zamirler normalde kendinden önceki ismi açıklarken, zamiru’ş-şan/kıssa ise kendinden sonraki kısma dikkat çeker.
Şan zamiri “Benden sonra bir cümle gelecek; gelecek olan o cümle çok önemli” mesajı verir.
İş zamirleri 3’e ayrılır:
- Munfasıl (ayrı iş zamirleri > هُوَ – هِيَ ) mübteda olarak kullanılır.
- Muttasıl (bitişik iş zamirleri > ىهُ – هَا ) huruf-u müşebbehe bil fiil veya efali kulûb ile kullanılır.
- Mahzuf iş zamiri (hazf olmuş iş zamiri) كَأَنَّ، أَنَّ، إنَّ ’nin muhaffefleri olan كَأَنْ ,أَنْ إِنْ’den sonra hazfedilmiş olarak gelir.
İş zamirlerinin özellikleri:
1. İş zamirinin haberi cümle olur. (Müfred olmaz)
2. İş zamiri munfasıl olduğunda mübteda olur.
3. Muttasıl olduğunda ya huruf-u müşebbehe bil fiil’in ismi yahut efali kulûb’un birinci mefulu olur.
4. İş zamirleri kendisinden sonraki kısma dikkat çekmek için kullanılır.
5. Sadece müfred gaib ve gaibe (3. tekil şahıs) zamirlerinde kullanılır. Tesniye ve cemi sıygaları kullanılmaz.
6. İş zamirinin haberi isminin önüne geçmez.
7. Haberde iş zamirine ait bir zamir bulunmaz.
8. İş zamirinden sonra gelen cümleye tefsir cümlesi de denir. Bu cümlenin îrabdan mahalli vardır. Halbuki diğer tefsir cümlelerinin irabdan mahalli yoktur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubtur.
لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. مَلْجَأَ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru مَلْجَأَ ’e müteallıktır. Muzâf mahzuftur. Takdiri, من عذاب اللَّه أو من سخط اللَّه şeklindedir.
اِلَّٓا istisna harfidir. اِلَيْهِ car mecruru mukadder müstesnadan bedel olarak mahallen mecrurdur. Takdiri, لا ملجأ من عذاب اللَّه لأحد إلّا إليه şeklindedir.
ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ
Cümle mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, لجؤوا إليه ثمّ تاب اللَّه şeklindedir.
Fiil cümlesidir. ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. تَابَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
عَلَيْهِمْ car mecruru تَابَ fiiline müteallıktır.
لِ harfi, يَتُوبُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte تَابَ fiiline müteallıktır.
يَتُوبُوا fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir. التَّوَّابُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الرَّح۪يمُ۟ kelimesi ise اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
Veya munfasıl zamir هُوَ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. التَّوَّابُ ise haberidir.
هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟ isim cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ۟ kelimeleri mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَلَى الثَّلٰثَةِ الَّذ۪ينَ خُلِّفُواۜ
Bu ifade önceki ayete atfedilmiştir. Buna göre kelamın takdiri, لقد تاب اللّه على النبي والمهاجرين والأنصار الذين اتبعوه في ساعة العسرة وعلى الثلاثة الذين خلفوا [Andolsun ki Allah, peygamberin güçlük saatinde O'na tabi olan muhacirlerin, Ensar’ın ve haklarındaki hüküm ertelenenlerin tövbelerini affetti…] şeklindedir. Bu atıftaki fayda şudur: Daha önce ifade ettiğimiz üzere, tövbenin, Hz. Peygamberin tövbesinin yanında zikredilmesi, o tövbeyi yapan şahsın mertebesinin büyüklüğüne ve tazim edildiğine delalet etmektedir. Bu atıf, Hz. Peygamberin, muhacirlerin ve Ensar’ın tövbelerinin kabulünün, aynı hükme dahil olmasını gerektirir. Bu da onların durumlarının yüceliğini ve onların buna müstehak olmalarını gerektirir. (Fahreddin er- Râzî)
Ayet önceki ayetin devamıdır. عَلَى الثَّلٰثَةِ, önceki ayetteki تَابَ ’ye müteallıktır. الثَّلٰثَةِ ’nin sıfatı konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası خُلِّفُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Burada bahsedilenler; Ka’b b. Malik, Hilal b. Ümeyye ve Mürare b. Rebi’dir. (Beyzâvî)
الثَّلٰثَةِ kelimesindeki marifelik ahd içindir. Çünkü onlar insanlar arasında tanınan kişilerdir. Seleme oğullarından Ka'b b. Malik, Âmiroğullarından Mürare b. Rabia ile Vakıfoğufları’ndan Hilal b. Umeyye'dir. Hepsi de Ensar'dan idiler. Özürsüz olarak Tebük gazvesinden geri kalanlardır. (Âşûr)
حَتّٰٓى اِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ
حَتّٰٓى ibtidaiyyedir. Şart üslubunda gelen cümledeki ضَاقَتْ şart fiili olup اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Cevap cümlesi mahzuftur. اِذَا ’nın şarttan mücerret olduğu da söylenmiştir. O takdirde cevaba ihtiyaç yoktur.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ cümlesi ve onu takip eden aynı üsluptaki وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ اَنْفُسُهُمْ cümlesi, makabline matuftur.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا başındaki harf-i cerle birlikte وَضَاقَتْ ’a müteallıktır. Sılası رَحُبَتْ, mazi fiil sıygasında gelmiştir.
ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ [Bütün genişliğine rağmen ….] cümlesi, içinde bulundukları duruma karşı duyulan şaşkınlığı ifade eden bir meseldir. Sanki içinde bulundukları sıkıntı ve endişe nedeniyle yeryüzünde yerleşebilecekleri bir mekân bulamamaktadırlar. (Keşşâf II, s. 304)
وَضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الْاَرْضُ [Yeryüzü onlara dar oldu] ifadesinde yeryüzü, duvarları olan bir mekâna benzetilmiştir. Temsîli istiare vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân ilmi).
Haklarındaki hüküm o kadar tehir edildi ki yeryüzü bütün genişliğine rağmen onlara dar geldi. Çünkü insanlar onlardan yüz çevirmiş ve onlarla olan ilişkilerini kesmişlerdi.
Yeryüzünün onlara dar gelmesi, onların şaşkınlıklarının temsîli ifadesidir. Yani hiçbir yerde ve yurtta istikrar ve huzur bulamaz olmuşlardı.
Ve kendi nefislerine döndüklerinde de hiçbir şeyle mutmain olamıyorlardı. Çünkü ruhlarından ünsiyet ve sevinç gitmiş; ruhlarını yalnızlık ve şaşkınlık sarmıştı ve Allah'ın gazabından kurtulmak için yine mağfiret dilemek suretiyle Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. (Ebüssuûd)
ضَاقَتْ [dar oldu] رَحُبَتْ [geniş oldu] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab vardır.
Radî de bu ifadeyi şöyle açıklamıştır: ضيْق النفس (nefsin daralması) sözünde istiare vardır. Çünkü gerçekte nefis (اَنْفُسُهُمْ) (can, ruh, kalp) daralma ve genişleme ile nitelenemez. O yüzden bununla kastedilen, şiddetli üzüntü sebebiyle kalplerinin sıkıntı çekmesi, sabırlarının tükenme noktasına ulaşmasıdır. (Şerîf er-Radî, Âşûr)
Bu ibare 25. ayette aynıyla geçmektedir. İktibas vardır.
وَظَنُّٓوا اَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِۜ
Ayetin başındaki …ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ cümlesine matuf olan cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْ لَا مَلْجَأَ مِنَ اللّٰهِ اِلَّٓا اِلَيْهِ ibaresinde اَنْ muhaffefe اَنَّ ’dir. Müteakip menfi isim cümlesi, masdar tevilinde ظَنُّٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şan zamiri mahzuf olan اَنَّ ’nin haberi لَا مَلْجَأَ مِنَ اللّٰهِ, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. لَا ,مَلْجَأَ ’nın ismidir. لَا ,مِنَ اللّٰهِ ’nın mahzuf haberine müteallıktır. لَا ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِلَيْهِ mukadder müstesnadan bedeldir. Yani لا ملجأ من عذاب اللَّه لأحد إلّا إليه (Allah’ın azabında kendisine sığınılacak Allah’tan başka kimse yoktur.) demektir.
Lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
ظَنُّٓوا fiili hem zannetti, sandı, hem de kesin bildi anlamlarına gelir. Yani tezdaddandır (zıt anlamlı fillerdendir). Bu ayetteki ظَنُّٓوا “kesin bildiler” manasındadır.
ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواۜ
Cümle mukadder şartın cevabına matuftur. Takdiri, لجؤوا إليه ثمّ تاب اللَّه (Allah’a sığındılar sonra da Allah onların tövbesini kabul etti.) şeklindedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَتُوبُوا cümlesi, mecrur mahalde تَابَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنَّ اللّٰهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّح۪يمُ۟
Ayetin fasılası fasılla gelmiş ta’lil cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet ve haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Müsnedin izafet terkibiyle gelmesi az sözle çok anlam ifadesi içindir.
هُوَ fasıl zamiridir. Kasr ifade eder. Allahın tövbeleri kabul edeceği manasını tekid eder. Veya اِنَّ ’nin haberi olan isim cümlesinin mübtedasıdır.
التَّوَّابُ - الرَّح۪يمُ kelimeleri arasında murâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cümle, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri önceki manayı tekid kastıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَلَيْهِمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
تَابَ - لِيَتُوبُوا - التَّوَّابُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.