وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ سَيُؤْت۪ينَا اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَرَسُولُهُٓۙ اِنَّٓا اِلَى اللّٰهِ رَاغِبُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَوْ | ve şayet |
|
2 | أَنَّهُمْ | onlar |
|
3 | رَضُوا | razı olsalardı |
|
4 | مَا | şeye |
|
5 | اتَاهُمُ | kendilerine verdiğine |
|
6 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
7 | وَرَسُولُهُ | ve Elçisinin |
|
8 | وَقَالُوا | ve deselerdi |
|
9 | حَسْبُنَا | bize yeter |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | سَيُؤْتِينَا | yakında bize verecek |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | فَضْلِهِ | bol lutfundan |
|
15 | وَرَسُولُهُ | ve Elçisi de |
|
16 | إِنَّا | biz sadece |
|
17 | إِلَى |
|
|
18 | اللَّهِ | Allah’a |
|
19 | رَاغِبُونَ | rağbet ederiz |
|
İlk âyetin iniş sebebi olarak tefsirlerde münferit olaylar zikredilmekle beraber, bunların sıhhati ve vâkıaya uygunluğu ile ilgili tereddüt ve eleştiriler bulunmaktadır (Taberî, X, 155-157; Reşîd Rızâ, X, 486-488; Elmalılı, IV, 2571; Ateş, IV, 94-98). Bir bakışa göre, bu sûrenin değişik yerlerinde ve özellikle 56. âyetinde artık münafıkların eski tavırlarını değiştirme ihtiyacı duyduklarına işaret edildiği dikkate alınırsa, bu aşamada Resûlullah’a ve onun verdiği bir karara dil uzatma küstahlığında bulunabilmeleri uzak ihtimaldir. Dolayısıyla, âyetin belirli bir kişinin sözleri üzerine inmiş olmadığı ve sözün akışı içinde onların daha önceleri sergiledikleri tavırların hatırlatılması ve kınanmasının hedeflendiği söylenebilir (Derveze, XII, 162). Başka bir yaklaşıma göre ise, bazı rivayetler ışığında âyetin şöyle açıklanması da mümkündür: Zekât mallarına göz dikmiş bazı kimseler Hz. Peygamber’den bunların kendilerine verilmesini istemişler, Resûlullah onların bu haksız taleplerini hoş karşılamamış, onlar da serzenişte bulunmaya başlamışlardı; işte âyet bu tutumu kınamakta, ardından gelen 59. âyet de kanaatkâr olmaya ve Hz. Peygamber’in takdirine saygılı davranmaya çağırmaktadır.
Âyette geçen sadaka kelimesi, “doğru söylemek, sözünü tutmak” gibi anlamlara gelen sıdk kökünden türetilmiş olup, müminin hem bir başkasına merhamet sâikiyle sunduğu şeyleri ve yaptığı yardımları hem karşılığında dünyevî hiçbir şey beklemeden ahlâkî yahut hukukî gerekçelerle yapmakla yükümlü olduğu yardımları hem de zekât adı verilen ve ibadet mahiyeti taşıyan zorunlu ödemeyi kapsar. Daha sonraki dönemlerde gönüllü ödemeleri ifade için kullanılır hâle gelen bu kelimenin 60. âyette terim anlamıyla yani zekât mânasında kullanıldığı hemen bütün İslâm âlimlerince kabul edilir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 22-23
وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ
وَ atıf harfidir. لَوْ cezmetmeyen şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri, ثبت (Sabit oldu.) şeklindedir. Yani لو ثبت قولهم (Onların sözü böyle olsaydı.) manasındadır.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.
رَضُوا fiili اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. رَضُوا mahzuf ي harfinin mukadder dammesiyle mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَٓا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتٰيهُمُ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. رَسُولُهُ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لو فعلوا ذلك لكان خيرا لهم (Böyle yapsalardı onlar için daha hayırlı olurdu.) şeklindedir.
وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ سَيُؤْت۪ينَا اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَرَسُولُهُٓۙ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, حَسْبُنَا اللّٰهُ ’dur. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahalllen mansubtur.
حَسْبُنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, haber olup lafzen merfûdur.
سَيُؤْت۪ينَا fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَيُؤْت۪ينَا fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. مِنْ فَضْلِه۪ car mecruru سَيُؤْت۪ينَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَسُولُهُٓ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
يُؤْت۪ينَا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أتي ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اِنَّٓا اِلَى اللّٰهِ رَاغِبُونَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru رَاغِبُونَ۟ ’ye müteallıktır.
رَاغِبُونَ۟ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
رَاغِبُونَ۟ kelimesi sülâsî mücerred olan رغب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki istînâfa atfedilmiştir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri, لكان خيرا لهم (Bu onlar için daha hayırlıdır.) şeklindedir
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu …اَنَّهُمْ رَضُوا cümlesi, masdar tevili ile takdiri, ثبت (Sabit oldu) olan mahzuf şart fiilinin failidir. اَنَّ ’nin haberinin mazi fiil sıygasında gelmesi, hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder. Masdar-ı müevvel cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan رَضُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Sadakaları dağıtan Rasulullah (s.a.) olduğu halde Allah’ın da zikredilmesi hem tazim hem de Resulullah’ın (s.a.) icraatının Allah’ın emriyle olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
رَسُولُهُ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رَسُولُ şan ve şeref kazanmıştır.
وَلَوْ اَنَّهُمْ رَضُوا مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ [Eğer onlar Allah ve Resulü’nün verdiklerine razı olsalardı.] Resulü’nün ganimetten veya sadakadan verdiğine, demektir. Allah'ın adının anılması tazim içindir ve Resul’ün yaptığının da O’nun emri ile olduğuna dikkat çekmek içindir. (Beyzâvî)
وَقَالُوا حَسْبُنَا اللّٰهُ سَيُؤْت۪ينَا اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ وَرَسُولُهُٓۙ
اَنَّ ’nin haberine matuf olan bu cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mekulü’l-kavli isim cümlesi formunda gelmiştir.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Veciz ifade yollarından biri olan izafetle gelmiş حَسْبُنَا mukaddem haber, lafza-i celâl muahhar mübtedadır. Bu îrabın aksine de cevaz vardır. Yani حَسْبُنَا mübteda, اللّٰهُ haberdir. (Muhyiddin Derviş)
İstikbal harfi سَ ’nin dahil olduğu …سَيُؤْت۪ينَا اللّٰهُ مِنْ cümlesi, mekulül-kavle dahildir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, zamir makamı olduğu halde yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَضْلِه۪ ve رَسُولُهُٓۙ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ ve رَسُول şan ve şeref kazanmıştır.
اٰتٰي ile عْطي arasındaki fark şöyledir: عطي fiilinde verilen şeye, alan kişi malik olur. “Kevseri verdik.” ayetinde olduğu gibi. İki kaydı vardır: Vermek ve nefsin gerektirmesi. اٰتٰي ise hemzeden dolayı daha önemli olan şeyler ve hikmet gibi manevi olan şeyler için de kullanılır. Zekat da اٰتٰي ile kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 107-108)
اٰتٰيهُمُ - سَيُؤْت۪ينَا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَرَسُولُهُٓۙ izafetinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِنَّٓا اِلَى اللّٰهِ رَاغِبُونَ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle ta’liliye veya tefsiriyyedir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّٓ ile tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Car- mecrurun amiline takdimi, takdim-tehir sanatıdır. اِلَى اللّٰهِ car mecruru اِنَّٓ ’nin haberi olan ism-i fail kalıbındaki رَاغِبُونَ۟ ’ye müteallıktır. Bu takdim tahsis ifade eder. اِلَى اللّٰهِ, maksûrun aleyh, رَاغِبُونَ۟ ise maksûrdur. “Sadece ve sadece Allah’a rağbet ederiz; başkasına değil” anlamındadır.
Car mecrurun takdim edilmesi kasr ifade etmek içindir. Allah’tan başkasına değil sadece Allah’a rağbet ederiz demektir. Kelamda muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, “Allah'ın bizim için tayin ettiğini isteriz, hakkımız olmayanın verilmesini istemeyiz.” şeklindedir. (Âşûr)
Allah lafzı bir çok kez zikredilmiştir. Hiç şüphesiz bu; müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ifade eder. Çünkü nefis O’nun vaadiyle mutmain olur.
Allah lafzı ayette dört defa tekrarlandığı için reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Bu tekrar Allahın azametini muhataba hissettirmek içindir.