يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَا أَيُّهَا | ey |
|
2 | النَّبِيُّ | peygamber |
|
3 | جَاهِدِ | cihadet |
|
4 | الْكُفَّارَ | kafirlerle |
|
5 | وَالْمُنَافِقِينَ | ve münafıklarla |
|
6 | وَاغْلُظْ | ve sert davran |
|
7 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
8 | وَمَأْوَاهُمْ | ve onların varacakları yer |
|
9 | جَهَنَّمُ | cehennemdir |
|
10 | وَبِئْسَ | ne kötü |
|
11 | الْمَصِيرُ | bir gidiş yeridir |
|
Cihad kelimesini sözlük anlamına göre savaşma veya mânevî mücadele metotlarıyla uğraş verme şeklinde yorumlamak mümkündür. Müşriklere karşı ortaya konacak çaba hakkında kullanıldığında bu kelime genellikle “savaş” anlamına göre açıklanmış olmakla beraber, münafıkların da âyette kendileriyle cihad edilecek kimseler arasında sayılmış olması değişik yorumlara yol açmıştır. Bunları sözlü mücadele yöntemleri ve kamu düzenini bozanlara karşı fiilî önlemler alma şeklinde özetlemek mümkündür. Taberî, İbn Mes‘ûd’un bir sözüne dayanarak âyetin bu kısmını “inkârcılığını açığa vuran münafıklarla da müşriklerle olduğu gibi savaş” şeklinde yorumlamıştır. Fakat Taberî de kalplerindeki inkârcılığı korumakla beraber dışa yansıyan söz ve davranışlarıyla mümin izlenimi veren kimselere karşı sıcak savaş açılmasının mümkün olmadığını kabul etmektedir (X, 183-184). Bu itibarla, cihad kelimesini –en azından küfrünü açığa çıkarmayan münafıklar bakımından– var gücüyle İslâmiyet’i anlatıp onların imana karşı dirençlerini kıracak ve müminlere verebilecekleri zararı en aza indirecek bir çaba göstermek şeklinde anlamak uygun olur. Âyetin kâfirlerle savaşılmasını ve onlara sert davranılmasını isteyen ifadesini ise bu sûrenin 123. âyeti ve Kur’an’ın müslüman olmayanlarla ilişkiler konusundaki diğer buyruklarıyla birlikte değerlendirmek gerekir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 37
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ
يَٓا nida harfidir. أَیُّ münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir. هَا tenbih harfidir. النَّبِيُّ münadadan bedel veya sıfattır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur.
Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde اَيُّهَا, müennes isimlerde اَيَّتُهَا getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı جَاهِدِ الْكُفَّارَ ’dur.
جَاهِدِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir. الْكُفَّارَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
الْمُنَافِقٖينَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْكُفَّارَ ’ye matuf olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
وَ atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اغْلُظْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
عَلَيْهِمْ car-mecruru اغْلُظْ fiiline müteallıktır.
الْمُنَافِقٖينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. مَأْوٰيهُمْ mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi ى olan isimlere maksûr isimler denir. Maksûr isimler genellikle ى ile biter. Fakat çok az olarak ا ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere elif-i maksûre denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi.
Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. مَأْوٰيهُمْ burada maksûr isim olduğu için takdiren merfû olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. جَهَنَّمُ haber olup gayri munsariftir.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ istinâfiyyedir. بِئْسَ, zem anlamı taşıyan camid fildir. الْمَصٖيرُ failidir. بِئْسَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri, جهنّم şeklindedir. Dönüş manasındaki الْمَصٖيرُ kelimesi mimli masdardır.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut مَا ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır:
1. Failinin ال ’lı gelmesi
2. Failinin ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi
3. Bu fiillerin مَا harfine bitişik olarak gelmesi
4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi
Burada faili ال ’lı gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِق۪ينَ وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim Allah Teâlâ, muhatap Hz. Peygamberdir. النَّبِيُّ ’deki elif-lâm ahd-i ilmîdir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ nidasıyla arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.
Nidanın cevabı olarak gelen جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقٖينَ cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Aynı üslupta gelen وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ cümlesi nidanın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları:
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)
Burada kâfirlerle cihadın emredilme sebebinin münafıklar için de tahakkuk ettiğini belirtmek mahiyetinde münafıklar kâfirlerle birlikte zikredilmiştir. Bu yüzden münafıklarla yapılan cihat, kâfirlerle yapılan cihat gibidir. (Âşûr)
Bu ayet; Tabiinden Ata’ya göre bu konularda her türlü affı ve müsamahayı neshetmiş, ortadan kaldırmıştır. (Ebüssuûd)
“Kâfirlere ve münafıklara karşı cihat aç! Ve onlara karşı katı ol! Yumuşak davranma.” Bundan anlaşılıyor ki cihat yalnızca kılıç ile veya başka silahlarla yapılan savaşla olmaz. Yine bu ifadeden anlaşıldığına göre جِهَاد kelimesi قِتَال yani savaş kelimesinden daha geniş kapsamlıdır. Gerçekten de cihat kılıçla, dille, yazı ve yayın yoluyla veya daha başka yollarla, ne şekilde olursa olsun cehd ve gayret göstermek, çalışıp uğraşmak, mücahede eylemek demektir ki savaş bunun sadece bir özel çeşididir. (Elmalılı)
Abdullah İbni Mesud, Hakk Teâlâ'nın, “Kâfirlerle ve münafıklarla mücahede et!” ayetinin tefsirinde şöyle demektedir: “Bu, bazen el ile bazen de dil ile yapılır. Bunlara gücü yetmeyen ise onunla karşılaşınca, kin ve gayzdan (öfkeden) dişlerini göstersin. Buna da gücü yetmeyen kalbi ile buğz etsin.” (Fahreddin er-Râzî)
وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ
وَ istînâfiyyedir. وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ, mübteda ve haberden müteşekkil olup sübut ifade eder. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin izafetle gelmesi tahkir içindir.
وَ atıf veya istînâfiyye içindir. وَبِئْسَ الْمَصٖيرُ cümlesi, gayri talebî inşâî isnaddır.
Zem fiili بِئْسَ ’nin mahsusunun mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, عذاب النار ’dır. Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder.
بِئْسَ zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.
Cehennemin sığınak olması ilginç bir tabirdir. İnsan cehenneme sığınır mı? Öyle bir gazap ki Allah’ın gazabı, insan o gazaptan cehenneme sığınıyor. Rabbim hepimizi muhafaza buyursun.
وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ cümlesi tezyîldir. (Âşûr)
Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَمَأْوٰيهُمْ جَهَنَّمُ (Onların sığınacak yerleri cehennemdir.) ibaresinde medhe benzeyen zemmi tekid vardır. Bu ibarede tehekküm istiaresi de düşünülebilir.
مَأْوٰيهُمْ - الْمَصٖيرُ ve الْكُفَّارَ - الْمُنَافِقٖينَ ve جَاهِدِ - اغْلُظْ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.