Tevbe Sûresi 72. Ayet

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  ...

Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَدَ va’detmiştir و ع د
2 اللَّهُ Allah
3 الْمُؤْمِنِينَ inanan erkeklere ا م ن
4 وَالْمُؤْمِنَاتِ ve inanan kadınlara ا م ن
5 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
6 تَجْرِي akan ج ر ي
7 مِنْ
8 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
9 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
10 خَالِدِينَ ebedi kalacakları خ ل د
11 فِيهَا içinde
12 وَمَسَاكِنَ ve meskenler س ك ن
13 طَيِّبَةً güzel ط ي ب
14 فِي içinde
15 جَنَّاتِ cennetleri ج ن ن
16 عَدْنٍ Adn
17 وَرِضْوَانٌ ve razı olması ر ض و
18 مِنَ
19 اللَّهِ Allah’ın
20 أَكْبَرُ hepsinden büyüktür ك ب ر
21 ذَٰلِكَ işte
22 هُوَ budur
23 الْفَوْزُ başarı ف و ز
24 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م
 

Münafıklardan söz edilirken 67. âyette erkeğiyle kadınıyla münafık karakterine işaret edilmek üzere her iki cins ayrı ayrı zikredilmişti.71. âyette de müminlerin ortak niteliklerine değinildiğinden erkek vekadınları ayrı ayrı anılmıştır. Bu sûrede her iki tip ve âkıbetleri hakkında verilen bilgiler göz önüne alınırsa şöyle bir karşılaştırma yapılabilir (Râzî, XVI, 131): İki yüzlü davranan kimselere hâkim olan özellik, kötülükleri körükleyip iyilikten alıkoymak iken yürekten inananların temel vasfı iyiliği özendirmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmaktır. Münafıklar Allah yolunda harcamada eli sıkı davranırken müminler zekâtlarını verirler ve ayrıca cömertçe gönüllü bağışlarda bulunurlar, hatta imkânları elverdiği için daha fazla yapamadıklarına üzülürler. Münafıklar namaza üşenerek gelirler, müminler ise namazlarını bir kulluk vecîbesi sayarak içten gelen bir istekle kılarlar. Allah yolunda savaşmak gerektiğinde münafıklar türlü mazeretlerle yan çizmeye çalışırlar, müminler ise canlarını ve mallarını esirgemeden böyle bir çağrıya koşarlar, bu yolda asla yılgınlık göstermezler. Münafıklar Allah’ı ve O’nun mesajını umursamazlar, O’na ve vaad ettiklerine candan inanan müminlerle alay ederler, müminler ise Allah ve resulüne mutlak itaat gösterirler. Bu yüzden Allah, –içlerindeki inkârcılığı yenemeden ömürlerini tamamlayan– münafıkları ebedî olarak kalacakları cehenneme atacak, müminlere de hiç bitmeyen cennet nimetlerinin ve daha önemlisi kendi rızâsına erişmenin mutluluğunu tattıracaktır (71. âyette geçen evliyâ kelimesi için bk. Bakara 2/257; Nisâ4/2, 138-140, 144; En‘âm 6/14; Enfâl 8/72-73).

 72. âyetin sonundaki ifade, mânevî hazların ve ruhanî âleme ait mutluluğun maddî imkânların sağladığı mutluluktan çok daha üstün olduğunu açıkça göstermektedir. Zira bir amaca vasıta kılınan şey ondan daha önemli ve değerli olamaz. Allah’ın rızâsını kazanmak, vaad edilen cennet nimetlerine erişebilmenin aracı olsaydı, o takdirde bu nimetlerin daha önemli olduğu sonucuna ulaşılabilirdi. Oysa âyette Allah’ın iradesine mutlak teslimiyet gösterenlerin bu davranışları karşılığında yine O’nun lutfuyla pek güzel mükâfatları hak edecekleri, fakat bütün bu nimetlerden daha önemli olarak O’nun rızâsına nâil olacakları ve en büyük başarının O’nun hoşnutluğuna erişmek olduğu bildirilmiştir (Râzî, XVI, 133; Adn cenneti hakkında bk. Ra‘d 13/22-24). Bir hadiste de, cennet ehli ile Allah arasında cereyan edecek konuşma esnasında onların O’nun hoşnutluğuna erişmeyi en büyük mutluluk olarak niteleyecekleri ve Cenâb-ı Allah’ın artık onlara gazap etmeyeceğini müjdeleyeceği ifade edilmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 38; “Rikak”, 51).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 33-34

 

Riyazus Salihin, 1304 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, resûl olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e inanıp razı olan kimse cenneti hak eder.”  Bu söz Ebû Saîd’in çok hoşuna gitti ve:
–Yâ Resûlallah! Bu sözü bana tekrarlasanız, dedi. Peygamber Efendimiz sözünü tekrarladı; sonra da şöyle buyurdu:
“Bir başka haslet daha vardır ki, onun sayesinde Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir. Her bir derecenin arası da yerle gök arası kadardır.” Ebû Saîd:
–O haslet nedir, yâ Resûlallah? diye sordu. Hz. Peygamber:
“Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihaddır” buyurdu.
Müslim, İmâre 116. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 18

 
عدن Adene : Kuran-ı Kerim’de cennet ismi olarak geçen عَدْنٌ istikrar ve sebat cennetleri demektir. عَدَنَ fiili esas olarak bir yerde kaldı/karar kıldı manasına gelir. Cevher ve yerleşik taşların bulunduğu yere maden yatakları مَعْدَنٌ denmesi de bu sebeptendir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri adn cenneti, maden ve madenidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُؤْمِنَاتِ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  الْمُؤْمِنِينَ ’ye matuftur.  جَنَّاتٍ  kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur .

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  من تحت أشجارها  (ağaçlarının altından) şeklindedir.

الْاَنْهَارُ  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin  failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسَاكِنَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  جَنَّاتٍ ’e matuf olup fetha ile mansubtur. Müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طَيِّبَةً  kelimesi  مَسَاكِنَ ’nin sıfatı olup fetha ile mensuptur  ف۪ي جَنَّاتِ  car mecruru  مَسَاكِنَ ‘nin mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır.     

عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

 وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  رِضْوَانٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  رِضْوَانٌ  mahzuf sıfatına müteallıktır. اَكْبَرُ  haber olup lafzen merfûdur.

اَكْبَرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesi   ذٰلِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  ise  الْفَوْزُ  kelimesinin sıfatıdır.
 

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ 

 

İstînâfî beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr) Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

Mef’ûlün zamirle gelip  وعَدَهُمُ اللَّهُ  şeklinde ifade edilebileceği halde böyle denilmeyip mef’ûlün izhar edilmesi, fiil ile mef’ûlün en güçlü şekilde irtibatını sağlayarak bunu dinleyicinin zihninde oturtmak içindir. (Âşûr)

جَنَّاتٍ  için sıfat cümlesi olan  تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir. Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu cümle zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)

جَنَّاتٌ  , خَالِد۪ينَ ’den haldir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cennetin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekânına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Adn cennetleri, cennetlerin aslıdır. Kaynak anlamındaki maden kelimesi de bu kökten gelmektedir. İstikrar ve sebat ifade eder. (Müfredat)

Cennet, önce insanlarca bilinen en şerefli bir mekân veya altından ırmaklar akan bahçeler; sonra keder ve şaibelerden tamamen uzak, nefislerin çektiği, gözlerin bakmaktan usanmadığı, her nimeti sunan bir mekân; daha sonra yüceler yücesi bir mekânın civarında, fanilik ve değişiklikten uzak bir ikamet ve sebat yurdu olarak tavsif edilmiştir. (Ebüssuûd) Cem' ma’at-taksim sanatı vardır.

Kadınların ayrıca zikredilmesi, (aslında söylenmeyebilirdi ama) vurgu içindir. Sanmayın ki bu söylenenler sadece erkeklere, bunların içinde kadınlar da var, anlamındadır.

 

 وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda mecrurla sıfatlandığında, nekre gelmesi caizdir. (Ahmet b. Muhammed el-Hırât) 

رِضْوَانٌ  kelimesinin nekre gelişi, tenevvü yani çeşitlilik içindir. Razı olmanın-hoşnutluğun cinsine delalet eder. Bununla beraber kelimenin lam-ı tarif ile birlikte kullanılmaması, tenkir aracılığı ile rıza makamının azametinin bildirilmesi içindir. Muhakkak ki Allah’ın rızası-hoşnutluğu pek yücedir. (Âşûr) 

Burada  رِضْوَانٌ  kelimesinin nekre oluşu taklîl yani azlık ifade eder. Yani Allah’ın en ufak bir rızası bile bu sayılan nimetlerin hepsinden daha değerlidir. Çünkü O’nun rızası ebedi kurtuluşunun ve saadetinin sebebidir. Tabii ki bu taklîl ifadesinin yanında O’nun rızasının şanına da delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi ve İtqan)

Car mecrur  رِضْوَانٌ  , مِنَ اللّٰهِ ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ  ile  وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُ  cümleleri arasında gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı, İltifat Sanatı)


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümlede  ذٰلِكَ  ile müminlerin mükâfatına işaret edilmiştir.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

ذٰلِكَ  sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. 

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ  bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir.

(Ebüssuûd, Maide Suresi, 32)

ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesindeki uzaklık belirten işaret ismi kazancın ulaşılması güç bir başarının sonucu olduğunu vurgulamak ve tazim ifadesi için gelmiştir.

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

الْفَوْزُ mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)