26 Kasım 2024
Tevbe Sûresi 69-72 (197. Sayfa)
Tevbe Sûresi 69. Ayet

كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۜ فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ...


(Ey münafıklar!), siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz: Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de (dünya zevkine) daldınız. İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَالَّذِينَ gibi
2 مِنْ
3 قَبْلِكُمْ sizden öncekiler ق ب ل
4 كَانُوا idiler ك و ن
5 أَشَدَّ daha yaman ش د د
6 مِنْكُمْ sizden
7 قُوَّةً kuvvetçe ق و ي
8 وَأَكْثَرَ ve daha çok ك ث ر
9 أَمْوَالًا mal م و ل
10 وَأَوْلَادًا ve evladça و ل د
11 فَاسْتَمْتَعُوا onlar zevklerine baktılar م ت ع
12 بِخَلَاقِهِمْ kendi paylarına düşenle خ ل ق
13 فَاسْتَمْتَعْتُمْ zevkinize baktınız م ت ع
14 بِخَلَاقِكُمْ payınıza düşenle خ ل ق
15 كَمَا gibi
16 اسْتَمْتَعَ zevklerine baktıkları م ت ع
17 الَّذِينَ kimselerin
18 مِنْ
19 قَبْلِكُمْ sizden öncekilerin ق ب ل
20 بِخَلَاقِهِمْ kendi paylarına düşenle خ ل ق
21 وَخُضْتُمْ ve siz de daldınız خ و ض
22 كَالَّذِي gibi
23 خَاضُوا dalanlar خ و ض
24 أُولَٰئِكَ onlar
25 حَبِطَتْ boşa gidenlerdir ح ب ط
26 أَعْمَالُهُمْ yaptıkları ع م ل
27 فِي
28 الدُّنْيَا dünyada د ن و
29 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
30 وَأُولَٰئِكَ ve işte
31 هُمُ onlardır
32 الْخَاسِرُونَ ziyana uğrayanlar خ س ر

كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۜ 

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri;  أنتم şeklindedir. Veya mukadder fiil ile nasb konumundadır. Bu durumda fiile delalet eden mef’ûlu mutlaktır. (Âşûr)

مِنْ قَبْلِكُمْ  car mecruru  mahzuf sılaya müteallıktır. Takdiri;  مضوا من قبلكم  (sizden öncekiler geçtiler) şeklindedir.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَانُوا  damme üzere nakıs mebni fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.

 اَشَدَّ  kelimesi  كَانُٓوا ’nun haberi olup lafzen merfudur.

مِنْكُمْ  car mecruru   اَشَدَّ ’ye müteallıktır.  قُوَّةً   temyiz olup lafzen mansubtur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye ‘bakımından, …yönünden’ şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَكْثَرَ اَمْوَالاً  kelimeleri atıf harfi  وَ ‘la  اَشَدَّ ’ye matuftur.  اَوْلَاداً  kelimesi atıf harfi وَ ‘la  اَمْوَالاً ’e matuftur.

اَشَدَّ  - اَكْثَرَ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اسْتَمْتَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِخَلَاقِهِمْ  car mecruru  اسْتَمْتَعُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اسْتَمْتَعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

بِخَلَاقِكُمْ  car mecruru  اسْتَمْتَعْتُمْ   fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَ  harfi cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri;  استمتعتم استمتاعا كاستمتاع الذين من قبلكم  şeklindedir.

اسْتَمْتَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl   الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلِكُمْ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِخَلَاقِهِمْ   car mecruru   اسْتَمْتَعَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

وَ  atıf harfidir.  خُضْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûlu,  كَ  harf-i ceriyle birlikte  mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; خوضا كالذي خاضوه  şeklindedir.

İsm-i mevsûlun sılası  خَاضُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  خَاضُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اسْتَمْتَعَ   fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

 اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

حَبِطَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.  اَعْمَالُ  fail olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فِی ٱلدُّنۡیَا  car mecruru  حَبِطَتۡ  fiiline müteallıktır.  الدُّنْيَا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

الْاٰخِرَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الدُّنْيَا ’ya matuftur.  


 وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْخَاسِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْخَاسِرُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْخَاسِرُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْخَاسِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl, takdiri  أنتم  olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِكُمْ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. Takdiri,  مضوا من قبلكم (Sizden öncekiler geçti gitti.) şeklindedir. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tecrîd sanatı vardır.

Âd ve Semud gibi arapların güç bakımından örnek aldığı geçmiş ümmetler daha kapsamlı olduğundan ism-i mevsûl ile gelmiştir. (Âşûr)

كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ  (Sizden öncekiler gibi...) cümlesinde daha fazla kınama ve azarlama için üçüncü şahıs kipinden, ikinci şahıs kipine iltifat (dönüş) vardır. (Safvetü’t Tefasir, Âşûr)

Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmeldir.

Allah Teâlâ, münafıkları, dünya lezzetini talep etmek, elde etmek amacıyla Allah'ın tâatından yüz çevirmiş olmaları hususunda, kendilerinden önce yaşamış olan önceki kâfirlere benzetmiştir. Daha sonra da o kâfirleri, malları ve çoluk çocukları çok olmakla, kendi nasiplerince yaşamış olmakla vasfetmiştir. Ayette geçen  خَلَاقِ  kelimesi ‘nasip’ anlamına gelmekte olup nasip insan için takdir edilip yaratılan mal demektir. Nitekim, “Onun bir kısmeti var” anlamında onun bir hissesi, payı var manasında da  قسم لأنها قسم ونصيب  denilmektedir. Yani “Bunlar, onun için sabittir, kesindir.” demektir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, o kâfirlerin kendi nasiplerinden faydalandığını zikretmiştir. (Bu sebeple Cenab-ı Hak), “Ey münafıklar, o kâfirlerin, kendi nasip ve kısmetlerinden istifade etmeleri gibi siz de kendi nasip ve hissenizden istifade eder, yararlanırsınız.” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)


كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

كَان  ,اَكْثَرَ اَمْوَالاً ’nin haberine,  اَمْوَالاً ,اَوْلَاداً ’e matuftur. Bu kelimeler arasındaki atıf sebebi temâsüldür.

Temyiz olan  قُوَّةً ’le  اَمْوَالاً  ,اَشَدَّ  ve  اَوْلَاداً  ile اَكْثَرَ  açıklanarak ıtnâb sanatı yapılmıştır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)

اَشَدَّ - قُوَّةً  ve  اَمْوَالاً - اَوْلَاداً  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَمْوَالاً - اَوْلَاداً  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.


 فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ 

 

…كَانُٓوا  cümlesine matuf olan  فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen ve makabline  فَ  ile atfedilen  …فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ  cümlesinde, masdar harfi  مَا , teşbih ve cer harfi  كَ  nedeniyle mecrur mahaldedir. 

كَ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf mefûlü mutlaka müteallıktır. Cümlenin takdiri şöyledir:  استمتعتم استمتاعا كاستمتاع الذين من قبلكم (Sizden öncekilerin metalanması gibi metalandınız.)

اسْتَمْتَعَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِكُمْ,  bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُوا  cümlesi,  فَاسْتَمْتَعْتُمْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  كَالَّذ۪ي , mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Sılası  خَاضُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ  [Kendi paylarından istifade ettiler.] cümlesinde ıtnâb vardır. Bundan maksat, güzel şeyler yerine adi şeylerle meşgul olmalarını yerme ve kınamadır. (Safvetü’t Tefasir)

Bu bir haber cümlesidir ama onları kınamak amacı ile geldiği için inşâ cümlesi sayılabilir.

وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُوا  “... Siz de daldınız.” ifadesi ile de gaib zamirden hitap sıygasına geçilmektedir, ‘daldıkları gibi’ yani ‘onların dalışları gibi daldınız’ demektir (Kurtubî)

اسْتَمْتَعُوا - اسْتَمْتَعْتُمْ - اسْتَمْتَعَ  ve  خُضْتُمْ - خَاضُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي  kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


 اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir ifade eder. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ifadesinde, önceki ayette kendilerine benzetilen kişilerin başına gelen şeyin kendilerinin de başına gelme sebebinin, durumlarının onların durumuna benzemesi olduğu tariz yoluyla belirtilmiş olup, bu yolla çok güçlü bir tehdit ve uyarı manası var edilmiştir. (Âşûr)

Zem makamında isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade eden son cümle  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Cümledeki atıfın sebebi hükümde ortaklıktır.

Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

İsm-i işaretin tekrarı, dinleyenin zihninde onların durumlarının daha fazla yerleşmesi için mütekellimin onlardan ayırt edilmesinin önemi sebebiyledir. (Âşûr)

هم  zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için, îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim, s. 354)

اُو۬لٰٓئِكَ  işaret ismi ameli boşa gidenleri tahkir içindir. Ayrıca cümlenin müsnedinin fiil cümlesi olarak gelmesi olayın zamanla gerçekleştiğini ve teceddüdünü ifade eder. Müsned fiil olduğundan müsnedün ileyhin tekrarı hükmü takviye ifade eder.

‘Boşa gitmek’ manasındaki  حَبِطَتْ  fiili hakikatte devenin karnını bozuk yiyecekle doldurmasıdır. Bu kelime fesat ortak yönüyle kâfirlerin amellerine istiare yoluyla benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ - خَلَاقِ - الَّذ۪ينَ - قَبْلِكُمْ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

حَبِطَتْ - الْخَاسِرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetin son kısmında  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ifadesi tezyîl olup pekiştirme maksatlı gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslubu)
Tevbe Sûresi 70. Ayet

اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  ...


Onlara kendilerinden öncekilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin; İbrahim’in kavminin; Medyen halkının ve yerle bir olan şehirlerin haberleri ulaşmadı mı? Peygamberleri onlara apaçık mucizeler getirmişti. (Ama inanmadılar, Allah da onları cezalandırdı.) Demek ki Allah onlara zulmediyor değildi, ama onlar kendilerine zulmediyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَأْتِهِمْ onlara gelmedi mi? ا ت ي
3 نَبَأُ haberi ن ب ا
4 الَّذِينَ kimselerin
5 مِنْ
6 قَبْلِهِمْ kendilerinden öncekilerin ق ب ل
7 قَوْمِ kavminin ق و م
8 نُوحٍ Nuh
9 وَعَادٍ ve Ad ع و د
10 وَثَمُودَ ve Semud
11 وَقَوْمِ ve kavminin ق و م
12 إِبْرَاهِيمَ İbrahim
13 وَأَصْحَابِ ve halkının ص ح ب
14 مَدْيَنَ Medyen
15 وَالْمُؤْتَفِكَاتِ ve yerlebir olanların ا ف ك
16 أَتَتْهُمْ onlara getirmişti ا ت ي
17 رُسُلُهُمْ elçileri ر س ل
18 بِالْبَيِّنَاتِ açık deliller ب ي ن
19 فَمَا
20 كَانَ değildi ك و ن
21 اللَّهُ Allah
22 لِيَظْلِمَهُمْ onlara zulmediyor ظ ل م
23 وَلَٰكِنْ fakat
24 كَانُوا onlar ك و ن
25 أَنْفُسَهُمْ kendi kendilerine ن ف س
26 يَظْلِمُونَ zulmediyorlardı ظ ل م
أفك Efeke : إفْكٌ bulunması gerektiği yön/cihet ve şekilden başka tarafa/şekle çevrilmiş herşeydir. إفْكٌ kelimesi haktan batıla dönmek ve yalan şeklinde de yorumlanmıştır. Fiilin mechul kalıpta kullanımı – اُفِكَ – يُاْفَكُ – aklı çelindi demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 30 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli İfk (hadisesi)dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ

 

Hemze istifham harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَأْتِهِمْ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  هِمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

نَبَاُ  fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru  mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَوْمِ  ism-i mevsûlden bedeldir.  نُوحٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَادٍ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  نُوحٍ ’e matuftur.  ثَمُودَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  نُوحٍ ’e matuf olup  gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَوْمِ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la birinci  قَوْمِ ’ye matuf olup kesra ile mecrurdur.  اِبْرٰه۪يمَ  muzâfun ileyh olup  gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

اَصْحَابِ  atıf harfi  وَ ’la  قَوْمِ ’ye matuf olup kesra ile mecrurdur.  مَدْيَنَ  muzâfun ileyh olup  gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

الْمُؤْتَفِكَاتِ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  قَوْمِ ye matuf olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır. Muzâf  hazf edilmiştir. Takdiri, أهل المؤتفكات şeklindedir.

الْمُؤْتَفِكَاتِ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

  

 اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ 

 

Fiil cümlesidir.  اَتَتْهُمْ  mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

رُسُلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamiri  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru   اَتَتْهُمْ  fiiline müteallıktır.  اَلْبَيِّنَاتِ  kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

فَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.

للّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. 

يَظْلِمَهُمْ  fiiline dahil olan  لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  كَانَ ’nin  mahzuf haberine müteallıktır. 

يَظْلِمَ  mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنْ  istidrak harfi olup  لٰكِنّ ’den muhaffefedir.  كَانُٓوا nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir.  كَانُوا  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

اَنْفُسَهُمْ  kelimesi  يَظْلِمُونَ  fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَظْلِمُونَ  fiili  كَانُٓوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur.  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ


Ayet istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriri istifham harfidir. Cümle soru anlamında olmayıp kınama azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ  cümlesi  نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ  sözünden kaynaklanan ta’lil veya isitînâfi beyaniyye cümlesidir. Yani, resuller onlara hak ve doğruluğun delillerini getirdi demektir. (Âşûr)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

يَأْتِهِمْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  mahzuf sılaya müteallıktır. 

قَوْمِ نُوحٍ  mevsûlden bedeldir. Bedel, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

اَصْحَابِ مَدْيَنَ ,الْمُؤْتَفِكَاتِ  gibi  قَوْمِ نُوحٍ ’e matuftur. Takdiri  أهل  olan muzâfı mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.

الْمُؤْتَفِكَاتِ  altı üstüne gelmiş şehirler demektir. Bunlar, Lût kavminin oturduğu şehirlerdir. Başka bir görüşe göre altüst olmuş şehirler, bu peygamberleri yalanlayanların şehirleridir ve bu şehirlerin altüst olmaları da hallerinin hayırdan şerre dönmesidir. (Ebüssuûd)

Haberi verilen kavimler sıralanmış, sonra onlara resullerin gelmesi hükmünde birleştirilmiştir. Bu üslup îcaz sağlayan sanatlardan cem’ sanatıdır.

Peygamberlerin doğum sırasına göre sayılmaları dolayısıyla ıttırad sanatı vardır.

قَوْمِ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

نُوحٍ - اِبْرٰه۪يمَ  ve  عَادٍ - ثَمُودَ - مَدْيَنَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.


 فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ

 

Cümle, mukadder cümleye  فَ  ile atfedilmiştir. Takdiri,  …فكذّبوهم فأهلكوا  (Hemen yalanladılar ve helak oldular.) olabilir. 

Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin  كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Lam-ı cuhûdun dahil olduğu  لِيَظْلِمَهُمْ  cümlesi, cer mahallinde, masdar teviliyle  كَانَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَانَ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَا كَان li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)

ظْلِمَ  fiilinin hem geçmiş hem de gelecek kipi ile kullanılmış olması, onların zulümlerinin sürekli olduğunu göstermek içindir. Nitekim onlar durmadan küfür ve tekzip ile kendi nefislerini ilâhî azaba maruz kılıyorlardı. (Ebüssuûd)

İstidrak harfinin dahil olduğu  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi  وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette  ظْلِمُ  sıygasının muzari fiil şeklinde gelmesi, tekerrür ve teceddüde delalet etmesi içindir. Onların tekraren nefislerine zulmetmeleri geçmiş zamanda olmuştur. (Âşûr) 

Muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

كان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi, bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafât, s. 112)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  يَظْلِمُونَ  , اَنْفُسَهُمْ ‘ye takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Zulüm, Allah’a değil nefislerine hapsolmuştur. Onlar Allah’ın nimetlerini tanımayıp küfür ve inatları sebebiyle sadece nefislerine zulmetmişlerdir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 607) 

Cümlede methe benzeyen bir şeyle zemmi tekid sanatı vardır.

اَتَتْهُمْ - اَلَمْ يَأْتِهِمْ  ve  مَا كَانَ - كَانُٓوا  kelime grupları arasında tıbak-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

يَظْلِمُونَ - لِيَظْلِمَهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ  cümlesi ile  وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Tevbe Sûresi 71. Ayet

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ  ...


Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْمُؤْمِنُونَ inanan erkekler ا م ن
2 وَالْمُؤْمِنَاتُ ve inanan kadınlar ا م ن
3 بَعْضُهُمْ kimisinin ب ع ض
4 أَوْلِيَاءُ velisidirler و ل ي
5 بَعْضٍ kimisi ب ع ض
6 يَأْمُرُونَ emrederler ا م ر
7 بِالْمَعْرُوفِ iyiliği ع ر ف
8 وَيَنْهَوْنَ ve men’ederler ن ه ي
9 عَنِ -ten
10 الْمُنْكَرِ kötülük- ن ك ر
11 وَيُقِيمُونَ ve kılarlar ق و م
12 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
13 وَيُؤْتُونَ ve verirler ا ت ي
14 الزَّكَاةَ zekatı ز ك و
15 وَيُطِيعُونَ ve ita’at ederler ط و ع
16 اللَّهَ Allah’a
17 وَرَسُولَهُ ve Elçisine ر س ل
18 أُولَٰئِكَ işte
19 سَيَرْحَمُهُمُ onlara rahmet edecektir ر ح م
20 اللَّهُ Alah
21 إِنَّ şüphesiz
22 اللَّهَ Allah
23 عَزِيزٌ daima üstündür ع ز ز
24 حَكِيمٌ hüküm ve hikmetsahibidir ح ك م

Münafıklardan söz edilirken 67. âyette erkeğiyle kadınıyla münafık karakterine işaret edilmek üzere her iki cins ayrı ayrı zikredilmişti.71. âyette de müminlerin ortak niteliklerine değinildiğinden erkek vekadınları ayrı ayrı anılmıştır. Bu sûrede her iki tip ve âkıbetleri hakkında verilen bilgiler göz önüne alınırsa şöyle bir karşılaştırma yapılabilir (Râzî, XVI, 131): İki yüzlü davranan kimselere hâkim olan özellik, kötülükleri körükleyip iyilikten alıkoymak iken yürekten inananların temel vasfı iyiliği özendirmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmaktır. Münafıklar Allah yolunda harcamada eli sıkı davranırken müminler zekâtlarını verirler ve ayrıca cömertçe gönüllü bağışlarda bulunurlar, hatta imkânları elverdiği için daha fazla yapamadıklarına üzülürler. Münafıklar namaza üşenerek gelirler, müminler ise namazlarını bir kulluk vecîbesi sayarak içten gelen bir istekle kılarlar. Allah yolunda savaşmak gerektiğinde münafıklar türlü mazeretlerle yan çizmeye çalışırlar, müminler ise canlarını ve mallarını esirgemeden böyle bir çağrıya koşarlar, bu yolda asla yılgınlık göstermezler. Münafıklar Allah’ı ve O’nun mesajını umursamazlar, O’na ve vaad ettiklerine candan inanan müminlerle alay ederler, müminler ise Allah ve resulüne mutlak itaat gösterirler. Bu yüzden Allah, –içlerindeki inkârcılığı yenemeden ömürlerini tamamlayan– münafıkları ebedî olarak kalacakları cehenneme atacak, müminlere de hiç bitmeyen cennet nimetlerinin ve daha önemlisi kendi rızâsına erişmenin mutluluğunu tattıracaktır (71. âyette geçen evliyâ kelimesi için bk. Bakara 2/257; Nisâ4/2, 138-140, 144; En‘âm 6/14; Enfâl 8/72-73).

 72. âyetin sonundaki ifade, mânevî hazların ve ruhanî âleme ait mutluluğun maddî imkânların sağladığı mutluluktan çok daha üstün olduğunu açıkça göstermektedir. Zira bir amaca vasıta kılınan şey ondan daha önemli ve değerli olamaz. Allah’ın rızâsını kazanmak, vaad edilen cennet nimetlerine erişebilmenin aracı olsaydı, o takdirde bu nimetlerin daha önemli olduğu sonucuna ulaşılabilirdi. Oysa âyette Allah’ın iradesine mutlak teslimiyet gösterenlerin bu davranışları karşılığında yine O’nun lutfuyla pek güzel mükâfatları hak edecekleri, fakat bütün bu nimetlerden daha önemli olarak O’nun rızâsına nâil olacakları ve en büyük başarının O’nun hoşnutluğuna erişmek olduğu bildirilmiştir (Râzî, XVI, 133; Adn cenneti hakkında bk. Ra‘d 13/22-24). Bir hadiste de, cennet ehli ile Allah arasında cereyan edecek konuşma esnasında onların O’nun hoşnutluğuna erişmeyi en büyük mutluluk olarak niteleyecekleri ve Cenâb-ı Allah’ın artık onlara gazap etmeyeceğini müjdeleyeceği ifade edilmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 38; “Rikak”, 51).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 33-34

Resûl-i Ekrem Efendimiz bazi hadislerinde şöyle buyurmustur:” Mü’minin mü’mine karşı durumu , bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”
(Buhâri, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim , Birr 65).

Mü’minler birbirini sevmekte , birbirine acımakta ve birbirini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı hasta olduğu zaman , diğer organlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastaliğa tutulur.
(Buhâri, Edeb 27; Müslim, Birr 66)

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  الْمُؤْمِنُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُؤْمِنَاتُ  kelimesi atıf harfi  و  ile  وَالمُوْمِنُونَ ’ya matuftur.

بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ  cümlesi  الْمُؤْمِنُونَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

بَعْضُهُمْ  ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْلِيَٓاءُ  kelimesi  بَعْضُهُمْ un haberidir.  بَعْضٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَوْلِيَٓاءُ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمُؤْمِنُونَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ

 

Cümle  الْمُؤْمِنُونَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

Fiil cümlesidir.  يَأْمُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْمَعْرُوفِ  car mecruru  يَأْمُرُونَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  يَنْهَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنِ الْمُنْكَرِ  car mecruru  يَنْهَوْنَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. يُق۪يمُونَ  fiili,  نَ ’un  sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olup mahallen merfûdur.

الصَّلٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir.  يُؤْتُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olup mahallen merfûdur.

الزَّكٰوةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

وَ  atıf harfidir. يُط۪يعُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  رَسُولَهُ  kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.

الْمَعْرُوفِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عرف  fiilinin ism-i mef’ûludur.

الْمُنْكَر  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i mef’ûludur.

يُط۪يعُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  طوع ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

سَيَرْحَمُهُمُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  سَيَرْحَمُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

يَرْحَمُهُمُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur. 


اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ nin ismi olup lafzen mansubtur.

عَز۪يزٌ  haber olup lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ۟  ise ikinci haberdir.

عَز۪يزٌ -  حَك۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَالْمُؤْمِنُونَ  ve  بَعْضُهُمْ ’un mübteda olduğu cümlede,  اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ  haberdir.

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ  cümlesi, ikinci haber olarak merfû mahaldedir. Akabindeki aynı üslupla gelen  وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ  cümlesi bu cümleye tezat nedeniyle atfedilmiştir.

Fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ  cümlesi ile  وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

بِالْمُنْكَرِ - الْمَعْرُوفِ  ve  يَأْمُرُونَ - يَنْهَوْنَ  kelime grupları  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

وَالْمُؤْمِنَاتُ - الْمُؤْمِنُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بَعْضُ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


 وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ 

 

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  …وَيُق۪يمُونَ  cümlesi,  يَأْمُرُونَ cümlesine matuftur. Makabline matuf olan ve aynı üslupla gelen …وَيُؤْتُونَ  ve …وَيُط۪يعُونَ  cümlelerinde olduğu gibi, atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

الصَّلٰوةَ  - الزَّكٰوةَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayette müminlerin vasıfları zikredilirken  وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ  ifadesiyle namazın da bu vasıflara dahil edilmesi, namazın yüceliğine atıfla onun en büyük iyilik (ma’ruf) olduğunu vurgulamak içindir. (Âşûr) 

وَرَسُولَهُ  izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan  رَسُولَ  şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.


اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Medh makamındaki sübut, teceddüt ve istimrar ifade eden cümlede müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder.

Vaat ifade eden cümlede istikbal harfi  سَ , cümleyi tekid etmiştir.

“İşte Allah bunlara rahmet edecektir.” ayetindeki  سَ  harfi, vadolunan bu rahmetin gerçekleşeceği vaktin bir süresi bulunduğunu belirtmektedir ki ruhlar bu vaadi umarak nimetlensin. Şanı yüce Allah'ın lütfu, bu vaadin yerine getirilmesinin teminatıdır. (Kurtubî)

Cümlenin müsnedinin fiil cümlesi olarak gelmesi, olayın zamanla gerçekleştiğini, teceddüdünü ve hükmü takviye ifade eder. Sıyganın muzari olması, tecessüm anlamı katarak olayın göz önünde canlanmasını sağlar.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi, istikbal harfi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mümin erkek ve kadınların özellikleri sıralanmış, ardından Allahın rahmetine mazhar olacakları hükmünde birleşmişlerdir. Cem’ sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’  İlmi)

Müminlerle ilgili olan bu ayet, münafıklarla ilgili olan 67. ayetle mukabele teşkil etmektedir.


اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ

 

Müstenefe olan cümle fasılla gelmiş ta’liliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. 

Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır. 

Allah, gerçekten kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup mutlak izzet sahibidir ve fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de hikmet sahibidir. (Keşşâf)

Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu fasıla, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)

Ayetin son cümlesi ilâhî vaadin sebebi mahiyetindedir. Çünkü Allah, dostlarını galip getirmeye, düşmanlarını da kahretmeye muktedirdir. O, bütün hükümlerini hikmet temeli üzerine bina eder. Bu ilâhî hikmet de hakları müstahaklarına yani  nimeti itaat ehline ve cezayı da günah ehline ulaştırmayı gerektirir. Müminler için açık bir mükâfat, münafıklar için de zımnen ceza vaadidir. Bu sebeple cümlede idmâc sanatı vardır. (Ebüssuûd)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Tevbe Sûresi 72. Ayet

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  ...


Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedî olarak kalacakları, içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَعَدَ va’detmiştir و ع د
2 اللَّهُ Allah
3 الْمُؤْمِنِينَ inanan erkeklere ا م ن
4 وَالْمُؤْمِنَاتِ ve inanan kadınlara ا م ن
5 جَنَّاتٍ cennetler ج ن ن
6 تَجْرِي akan ج ر ي
7 مِنْ
8 تَحْتِهَا altlarından ت ح ت
9 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
10 خَالِدِينَ ebedi kalacakları خ ل د
11 فِيهَا içinde
12 وَمَسَاكِنَ ve meskenler س ك ن
13 طَيِّبَةً güzel ط ي ب
14 فِي içinde
15 جَنَّاتِ cennetleri ج ن ن
16 عَدْنٍ Adn
17 وَرِضْوَانٌ ve razı olması ر ض و
18 مِنَ
19 اللَّهِ Allah’ın
20 أَكْبَرُ hepsinden büyüktür ك ب ر
21 ذَٰلِكَ işte
22 هُوَ budur
23 الْفَوْزُ başarı ف و ز
24 الْعَظِيمُ büyük ع ظ م

Riyazus Salihin, 1304 Nolu Hadis
Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, resûl olarak Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e inanıp razı olan kimse cenneti hak eder.”  Bu söz Ebû Saîd’in çok hoşuna gitti ve:
–Yâ Resûlallah! Bu sözü bana tekrarlasanız, dedi. Peygamber Efendimiz sözünü tekrarladı; sonra da şöyle buyurdu:
“Bir başka haslet daha vardır ki, onun sayesinde Allah kulunu cennette yüz derece yükseltir. Her bir derecenin arası da yerle gök arası kadardır.” Ebû Saîd:
–O haslet nedir, yâ Resûlallah? diye sordu. Hz. Peygamber:
“Allah yolunda cihad, Allah yolunda cihaddır” buyurdu.
Müslim, İmâre 116. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 18

عدن Adene : Kuran-ı Kerim’de cennet ismi olarak geçen عَدْنٌ istikrar ve sebat cennetleri demektir. عَدَنَ fiili esas olarak bir yerde kaldı/karar kıldı manasına gelir. Cevher ve yerleşik taşların bulunduğu yere maden yatakları مَعْدَنٌ denmesi de bu sebeptendir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri adn cenneti, maden ve madenidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَعَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

الْمُؤْمِن۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

الْمُؤْمِنَاتِ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  الْمُؤْمِنِينَ ’ye matuftur.  جَنَّاتٍ  kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ  cümlesi  جَنَّاتٍ  kelimesinin sıfatı olarak mahallen mansubtur .

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.  مِنْ تَحْتِهَا  car mecruru, تَجْرِي  fiiline müteallıktır. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri;  من تحت أشجارها  (ağaçlarının altından) şeklindedir.

الْاَنْهَارُ  kelimesi,  تَجْرِي  fiilinin  failidir.

خَالِد۪ينَ  hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسَاكِنَ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  جَنَّاتٍ ’e matuf olup fetha ile mansubtur. Müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

طَيِّبَةً  kelimesi  مَسَاكِنَ ’nin sıfatı olup fetha ile mensuptur  ف۪ي جَنَّاتِ  car mecruru  مَسَاكِنَ ‘nin mahzuf ikinci sıfatına müteallıktır.     

عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

 وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  رِضْوَانٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  رِضْوَانٌ  mahzuf sıfatına müteallıktır. اَكْبَرُ  haber olup lafzen merfûdur.

اَكْبَرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesi   ذٰلِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur. الْفَوْزُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْعَظ۪يمُ  ise  الْفَوْزُ  kelimesinin sıfatıdır.

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً ف۪ي جَنَّاتِ عَدْنٍۜ 

 

İstînâfî beyaniyye olarak fasılla gelmiştir. (Âşûr) Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır

Mef’ûlün zamirle gelip  وعَدَهُمُ اللَّهُ  şeklinde ifade edilebileceği halde böyle denilmeyip mef’ûlün izhar edilmesi, fiil ile mef’ûlün en güçlü şekilde irtibatını sağlayarak bunu dinleyicinin zihninde oturtmak içindir. (Âşûr)

جَنَّاتٍ  için sıfat cümlesi olan  تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs ifade etmiştir. Kuran-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu cümle zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)

جَنَّاتٌ  , خَالِد۪ينَ ’den haldir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cennetin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

Akan, nehirler değil içindeki sudur. Fiil, hakiki failine değil; mekânına isnad edilmiştir. Kur’an’da bunun benzeri çok ayet vardır. Hepsinde de akma fiili suya değil de nehre isnad edilmiştir. Suyun miktarındaki çokluk ve akış şiddetinden dolayı mecazî isnad yapılmıştır. Sanki nehir, suyun akma fiilinden etkilenmiş, o da akmaya başlamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Adn cennetleri, cennetlerin aslıdır. Kaynak anlamındaki maden kelimesi de bu kökten gelmektedir. İstikrar ve sebat ifade eder. (Müfredat)

Cennet, önce insanlarca bilinen en şerefli bir mekân veya altından ırmaklar akan bahçeler; sonra keder ve şaibelerden tamamen uzak, nefislerin çektiği, gözlerin bakmaktan usanmadığı, her nimeti sunan bir mekân; daha sonra yüceler yücesi bir mekânın civarında, fanilik ve değişiklikten uzak bir ikamet ve sebat yurdu olarak tavsif edilmiştir. (Ebüssuûd) Cem' ma’at-taksim sanatı vardır.

Kadınların ayrıca zikredilmesi, (aslında söylenmeyebilirdi ama) vurgu içindir. Sanmayın ki bu söylenenler sadece erkeklere, bunların içinde kadınlar da var, anlamındadır.

 

 وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda mecrurla sıfatlandığında, nekre gelmesi caizdir. (Ahmet b. Muhammed el-Hırât) 

رِضْوَانٌ  kelimesinin nekre gelişi, tenevvü yani çeşitlilik içindir. Razı olmanın-hoşnutluğun cinsine delalet eder. Bununla beraber kelimenin lam-ı tarif ile birlikte kullanılmaması, tenkir aracılığı ile rıza makamının azametinin bildirilmesi içindir. Muhakkak ki Allah’ın rızası-hoşnutluğu pek yücedir. (Âşûr) 

Burada  رِضْوَانٌ  kelimesinin nekre oluşu taklîl yani azlık ifade eder. Yani Allah’ın en ufak bir rızası bile bu sayılan nimetlerin hepsinden daha değerlidir. Çünkü O’nun rızası ebedi kurtuluşunun ve saadetinin sebebidir. Tabii ki bu taklîl ifadesinin yanında O’nun rızasının şanına da delalet eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi ve İtqan)

Car mecrur  رِضْوَانٌ  , مِنَ اللّٰهِ ’ın mahzuf sıfatına müteallıktır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ  ile  وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُ  cümleleri arasında gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı, İltifat Sanatı)


ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Cümlede  ذٰلِكَ  ile müminlerin mükâfatına işaret edilmiştir.

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur.

ذٰلِكَ  sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. 

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ  bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir. Bunun uzaklık manasını içermesi de işaret edilen davranışın derecesinin yüksek ve mertebesinin uzak olduğunu bildirir.

(Ebüssuûd, Maide Suresi, 32)

ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظ۪يمُ۟  cümlesindeki uzaklık belirten işaret ismi kazancın ulaşılması güç bir başarının sonucu olduğunu vurgulamak ve tazim ifadesi için gelmiştir.

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad edilmiş bu isim cümlesi sübut ifade eder. 

الْفَوْزُ mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)


Günün Mesajı

Müminlerin özellikleri şunlardır: Namazı en mükemmel şekilde eda ederler. Zekatı Allah rızası için verirler. İyiliği emreder kötülüğü yasaklarlar.

 



Sayfadan Gönüle Düşenler

Allahım! Münafıklık alametlerinden arındır. Nifak tohumlarını kurut. İbret almayanlara, Hakikati idrak etmeyenlere, Mallarına ve evlatlarına güvenenlere, Büyüklenenlere, Fitne ve fesatlık peşinde koşanlara, Dünyada ve ahirette yaptıkları boşa gidenlere benzemekten ve öyleleriyle dost olmaktan koru bizi.

 

Allahım! En güzel dost Sensin. Sevdiklerinle dost eyle bizi. En güzeli dileyen ve emreden Sensin. Bizim için hayırlı olanı bilensin. İyilikte yarışanlardan eyle bizi. Namazımızı ve zekatımızı daim kıl. Hikmek ve kudret sahibi Sensin. Merhametinle kuşat bizi. Adn cennetlerindeki meskenlerine layık kullardan ve ebedi yurdunda huzura kavuşanlardan eyle bizi.

Ramazan’a Veda:

Ramazan’ın son gününde çok dua edelim inşaAllah. Kendimiz için, sevdiklerimiz için, duaya ihtiyacı olanlar ve bütün müslüman alemi için çok dua edelim.

Ağır imtihanlardan ve zorlu yollardan geçenlere yardım,
Hastalara şifa, Sıkıntılara huzur, Ölmüşlere rahmet,
Evlerimize, sofralarımıza ve gönüllerimize bereket,
İmanımıza kuvvet ya Rab!

Bu sene ki Ramazan defterini en hayırlı şekilde kapatanlardan olalım inşaAllah. Hani derler ya gitmek var, dönmek yok diye. İşte öyle. Yaşlandığımda ya da bir daha ki sefere, daha çok ibadet ederim diye ne sağlığına, ne de ömrüne güvenenlerden olalım.
Allahım bir daha ki Ramazan’a sağlıkla ve huzurla kavuşmamızı nasip et.
Veda etmeye hazırlanan Ramazan’la beraber bendeki kötülükler gitsin ve günahlar affına mazhar olsun. Ramazan bize kırgın değil, bizden memnun gitsin.

Allahım! Rab olarak Senden, din olarak İslam’dan, nebi olarak Hz. Muhammed (s.a.v)’den ve kitap olarak Kur’an-ı Kerim’den razıyım! Bizden ve sevdiklerimizden razı ol, ya Rab!

Elhamdulillah verdiğin nimetler için. Oruç tutanlardan, evinde Ramazan’ın huzurunu hissedenlerden olmayı nasip ettiğin için. Elhamdulillah! Bizi sev! Bizi yolundan ayırma Rabbim!

Fi emanillah ya Şehr-i Ramazan. Bir dahaki gelişinde, Rabbim seni yine sevinçle karşılayanlardan olmayı nasip etsin. Mekke ve Medine’de iftar sofralarında ve kunut dualarının amin’lerinde buluşmak duasıyla.

Amin.

***

Aptalmış gibi hissettirmediği sürece kolaylığı sevmeyen yoktur. Tecrübenin, kabiliyetin veya kolaylığın derecesi sayesinde elde edilen başarı lezzetlidir. Doğru yerlerde kıyaslanmamasından veya kolaylığa karşı geliştirilen bağımlılıktan dolayı kalıcıya dönüşebilen geçici sıkıntılar ortaya çıkar. 

‘İstediğim kadar yiyeyim ama kilo almayayım’ birçok insanın şakayla karışık hayalidir. Kilo vermek isteyen veya vermeye çalışan herkes bilir; çaba ve irade gerektirdiği için zayıflamak zordur. Yine de sağlıklı ve doğru yöntemlerle bunu kalıcı bir şekilde başaranın sayısı çoktur. Kolaylıkta aşırıya kaçanların bir kısmı ise zayıflama çayları ve hapları veya yeme bozuklulukları adı altında değerlendirilen alışkanlıklar gibi ileride ciddi sıkıntılara sebep olan yöntemlere başvurur.

Kimi öğrenciler vardır, mümkün olduğunca az çalışmayla okulunu bitirmek ister. Derslerine girmeden, hocasının saygısını hakkettiğini düşünür. Kimi öğretmenler vardır, zamanında çocuk olduğunu unuturcasına yeterince çabuk anlayamayan öğrencilerini örseler. Kimi insanlar vardır, dünyada ve memlekette yaşananlarla ilgili fikirlerini genişletmek yerine sadece kendisini destekleyenlerle takılır. Farklı bakış açılarını edebiyle konuşmak ve hatta dinlemek bile zor gelir. 

Dünyalık meseleler bir tarafa, ne yazık ki insan Allah’a olan kulluğunda da kolaya kaçar. Mesela namazını aceleye getirir ve kibar ifadeyle geleneksel, kaba söylemle gerici görünmemek adına tavizler verir. Dışarıya göstermek için kendisine dair çizmek istediği bir resim vardır. Bu yüzden de Allah katındaki değerinden çok ölümlülerin biçtiği değeri korumaya çalışır. Kısacası hemen elde edeceğine inandığı lezzetler için kolaylıklara başvurur. Eğer kontrolü sağlamazsa bu keyfin bağımlısı olur.

Bütün bunlardan iki şey çıkar. Birincisi; insan aklını, ahlakını, iradesini, merhametini ve sağlığını körelten kolaylıklardan kaçınmalıdır. En önemlisi de kendisini Allah’tan uzaklaştıran kolaylıkların hepsinden sakınmalıdır. İkincisi; demekki gerekeni yapmayı öğrenmek de bir erdemdir.

Ey Allahım! Sana ibadeti ve itaati bize sevdir ve kolaylaştır. Sevdiğine kavuşanın heyecanıyla ibadet edenlerden, ibadetlerdeki hikmeti görenlerden, lezzeti alanlardan ve maddi-manevi nimetlerinden nasiplenenlerden eyle. Nefsimizin cahilliğine kapılarak kolaya kaçmaktan muhafaza buyur. 

Ey Allahım! Bizi Sana ve rasulune itaat edenlerden, daima Senin rızana uymak için gerekeni yapanlardan, iyiliğe teşvik edip kötülükten alıkoyanlardan, iki dünyasında da kazananlardan,  rahmetinle kuşattıklarından ve cennetine kavuşanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji