يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ وَاللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَحْلِفُونَ | yemin ederler |
|
2 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
3 | لَكُمْ | size (gelip) |
|
4 | لِيُرْضُوكُمْ | gönlünüzü hoş etmek için |
|
5 | وَاللَّهُ | ve Allah’ı |
|
6 | وَرَسُولُهُ | ve Resulünü |
|
7 | أَحَقُّ | daha uygundu |
|
8 | أَنْ |
|
|
9 | يُرْضُوهُ | hoşnud etmeleri |
|
10 | إِنْ | halbuki |
|
11 | كَانُوا | olsalardı |
|
12 | مُؤْمِنِينَ | inanmış |
|
Aşağıdaki link 62-68.ayetlerin tefsirini içermektedir.
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tevbe-suresi/1296/61-70-ayet-tefsiri
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ
Fiil cümlesidir. يَحْلِفُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır. لَكُمْ car mecruru يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır.
لِ harfi, يُرْضُوكُمْ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır.
يُرْضُوكُمْ fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَاللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ
Cümle يَحْلِفُونَ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. رَسُولُـهُٓ kelimesi atıf harfi وَ ‘la lafza-i celâle matuftur.
اَحَقُّ haber olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, lafza-i celâlden veya رَسُولُـهُٓ ’den bedel olarak mahallen merfûdur.
يُرْضُوهُ fiili, نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانُوا nakıs mebni fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi كان ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; إن كانوا مؤمنين فالله ورسوله أحقّ بالإرضاء şeklindedir.
مُؤْمِن۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْلِفُونَ بِاللّٰهِ لَكُمْ لِيُرْضُوكُمْۚ وَاللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اَحَقُّ اَنْ يُرْضُوهُ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Münafıkların çirkin fiillerinin biri de yalan yere yemin etmeleridir. Bunun, daha önce geçenlere binaen söylenmiş bir tabir olduğu yani “Onlar, Peygambere eziyet ediyor, onun hakkında kötü söz söylüyor, sonra da size, bunu söylemediklerine dair yemin ediyorlar.” anlamına geldiği ileri sürüldüğü gibi, Tebük Savaşına katılmayan ve Hz. Peygamber (sav) Medine'ye dönünce ona gelerek mazeret beyanında bulunup yemin eden bir grup münafık hakkında nazil olduğu da ileri sürülmüştür. Buna göre mana: “Onlar, müminleri, yeminleriyle hoşnut etmek için kendileri hakkında nakledilen şeyleri söylemediklerine dair yemin ve ahdettiler. Halbuki gerekli ve vâcip olan, onların, Allah'ı gizledikleri şeyin aksini ortaya koymak suretiyle değil, ihlas ve tövbe ile razı etmeleridir.” şeklinde olur. (Fahreddin er-Râzî)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُرْضُوكُمْۚ cümlesi, mecrur mahalde يَحْلِفُونَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal وَ ’ıyla gelen isim cümlesi وَاللّٰهُ وَرَسُولُـهُٓ اَحَقُّ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَسُولُـهُٓ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رَسُولُ şan ve şeref kazanmıştır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki muzari fiil cümlesi يُرْضُوهُ , masdar teviliyle lafza-i celâl veya رَسُولُـهُٓ ’dan bedeldir.
Bu ayette, يُرْضُوهُ fiilindeki mansub mahalde olan zamirin Allah’ın rızasını mı, elçisinin rızasını mı, yoksa her ikisinin rızasını mı kastettiği konusunda farklı görüşler mevcuttur. Tesniyeden müfrede bir iltifatın olduğu cihetinden düşünülecek olursa aslında zamir müfret olmasına rağmen her ikisinin rızasının farklı olabileceğinin düşünülmemesi gerektiği, önceki ayetle beraber ele alınırsa peygamberi incitmemenin Allah’ın rızasını kazanmakla aynı olduğu ve ikisinin rızasının da ancak birlikte kazanılabileceği vurgulanmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
Onların beyan ettikleri özürler, Resulullah'ın (sav) rızasına vesile olmaktan uzaktır.
Resulullah'ın (sav) onları yalanlamaması ise yaptıklarına razı olduğu için değil, fakat onlara hoşgörü göstermek ve kusurlarını örtmek içindir. Nitekim
“Allah ve Resulünü razı etmeleri daha doğrudur. Eğer bunlar gerçekten müminler ise…” (Ebüssuûd)
Ayette Allah ve Resulü tabiri tesniye (ikil) olarak gelmiş olmasına rağmen يُرْضُوهُ kelimesindeki هُٓ [o] zamiri tekil olarak gelmiştir. Bu iltifattaki incelik şöyledir:
Allah ve Resulünün rızası birbirini gerektirdiği için zamir هُٓ [o] şeklinde tekil olarak gelmiştir. Dolayısıyla bu, “Allah’ın razı olduğu şeyden Resul’ü de razı
olur.” demektir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi ve Sanatları)
يُرْضُوكُمْۚ - يُرْضُوهُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنْ كَانُوا مُؤْمِن۪ينَ
Ayetin fasılası fasılla gelmiş istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi كاِن ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı mahzuftur. Cümlenin öncesinin delaletiyle yapılan bu hazif, îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesinin takdiri, فالله ورسوله أحقّ بالإرضاء [Allah ve Resulünün rızası daha önceliklidir.] şeklinde olabilir.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِداً ف۪يهَاۜ ذٰلِكَ الْخِزْيُ الْعَظ۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | يَعْلَمُوا | bilmediler mi ki |
|
3 | أَنَّهُ | muhakkak |
|
4 | مَنْ | kim |
|
5 | يُحَادِدِ | karşı koymağa kalkarsa |
|
6 | اللَّهَ | Allah’a |
|
7 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
8 | فَأَنَّ | gerçekten |
|
9 | لَهُ | onun için vardır |
|
10 | نَارَ | ateşi |
|
11 | جَهَنَّمَ | cehennem |
|
12 | خَالِدًا | sürekli kalacağı |
|
13 | فِيهَا | içinde |
|
14 | ذَٰلِكَ | işte budur |
|
15 | الْخِزْيُ | rezillik |
|
16 | الْعَظِيمُ | büyük |
|
اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِداً ف۪يهَاۜ
Hemze, istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, يَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. Bilmek, sanmak, kalp yani zihin işi olduğundan bu fiillere kalp fiilleri denir. Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir.
Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir:
1. İki mef’ûl alanlar,
2. İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar,
3. İki mef’ûlü hazif olanlar.
Bu ayette يَعْلَمُٓوا fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ isim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Şan zamiridir.
مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُحَادِدِ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. رَسُولَهُ kelimesi lafza-i celâle matuftur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
لَهُ car mecruru اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. نَارَ kelimesi اَنَّ ’nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.
جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayr-i munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِدًا kelimesi لَهُ ’deki zamirin hali olup fetha ile mansubdur. ف۪يهَا car mecruru خَالِدًا ‘e müteallıktır.
خَالِدًا kelimesi, sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُحَادِدِ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi حدد’dur.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
ذٰلِكَ الْخِزْيُ الْعَظ۪يمُ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
الْخِزْيُ haber olup lafzen merfûdur. الْعَظ۪يمُ kelimesi ise الْخِزْيُ ’nun sıfatıdır.اَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّهُ مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَاَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِداً ف۪يهَاۜ
Ayet istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâi isnaddır. Hemze inkârî istifham harfidir. Cümle soru anlamında olmayıp kınama azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesi masdar teviliyle يَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Sübut ifade eden bu isim cümlesinin haberi olan …مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ , şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesi şarttır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesi sübut ifade eder.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi فَاَنَّ لَهُ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِداً ف۪يهَا ’da, îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَنَّ ve müteakip isim cümlesi masdar teviliyle, mahzuf mübteda için haberdir. Veya mahzuf haber için mübtedadır. Takdiri, فأمره كون نار جهنّم له (Onun durumu cehennem ateşinde olmaktır.) veya فكون نار جهنّم له أمر حقّ (Cehennem ateşinde olmak onun için haktır.) olabilir.
خَالِداً haldir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
مَنْ يُحَادِدِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ cümlesinde istiare vardır. Çünkü gerçek manada محَادِدِ , hudut itibariyle birbirine yakın ve benzer olmak anlamına gelir. Bu ise cisimlerin, sınırları olan varlıkların sıfatlarındandır. O halde buradaki محَادِدِ ile kastedilen, ayette sözü edilen insanın, Yüce Allah’ın dostlarının üzerinde bulunduğu çizginin dışında yer almak manasıdır. Sonuçta adeta o adam bir çizgide, Allah dostları da başka bir çizgide yer almıştır. (Şerîf er-Radî)
…اَلَمْ يَعْلَمُٓوا şeklindeki soru tehdit ve tahkir manasındadır, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ehl-i meânî şöyle demiştir: الم تعلم [Anlamadın mı?] tabiri uzun bir süre bir şeyi öğrenmek için çaba gösterip de bu hususta iyice gayret gösteren, sonra da onu öğrenemeyen bir kimseye hitaptır. Bunun üzerine işte bu kimseye: “Bu kadar uzun zaman sonra hâlâ öğrenemedin mi?” denir. (Ayette de) böyle bir ifadenin getirilmiş olması, son derece isabetlidir, çünkü Hz. Peygamber (sav), uzun bir süre o münafıklarla birlikte bulunmuş ve O'nun, Allah'a isyan etmekten sakındırmak ve O'na itaata teşvik etmek için, emir ve yasakları çok olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
اَنَّهُ ‘daki هُ, şan zamiridir. Kendisinden sonra açıklama gelmiştir. Normalde zamir, isim zikredildikten sonra gelir. Burada önce zamir zikredilip arakasından ait olduğu isim gelmiştir. Şan zamirine iş zamiri de denir, belli bir yere ait olması da gerekmez. اَنَّهَاۜ olursa kıssa zamiri kıssa adını alır. İkisine birden iş zamiri denir. Bir olayın önemi dolayısı ile gelirler.
حَادِ ; sınır, حَدِيدِ demir demektir. Keskinliği ile iki şeyi birbirinden ayırır.
نَارَ جَهَنَّمَ tabirinin lügat manası uçsuz bucaksız uçurumun ateşi şeklindedir.
Ebu Müslim şöyle demektedir: “Cehennem, ateşin isimlerindendir. Dil alimleri Arapların, çok derin olan kuyuyu cihnâm diye isimlendirdiklerini nakletmektedirler. Binaenaleyh ‘cehennem’ kelimesinin bu lafızdan alınmış olması mümkündür. Dibinin derin olması da cehennem azabının nihayeti olmadığı manasındadır. Ayette geçen خَالِداً kelimesi ‘devamlı kalmak üzere’ anlamında olup الْخِزْيُ (hizy) kelimesi de bazen pişmanlık bazen de utanma anlamına gelir. Burada pişmanlık anlamına gelmesi daha uygundur. Nitekim Cenab-ı Hak, ‘Bunlar azabı görünce pişmanlıklarını içlerine atarlar…’ (Sebe Suresi, 33) buyurmuştur.” (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ الْخِزْيُ الْعَظ۪يمُ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş isim cümlesidir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ism-i ذٰلِكَ ile marife olması, işaret edilenin önemini belirterek tazim ifade eder.
Haberin marife oluşu bu vasfın müsnedün ileyhte kemâl derecede olduğunu belirtmiştir.
ذٰلِكَ ’de tecessüm özelliği vardır.
الْعَظ۪يمُ, müsned olan الْخِزْيُ için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Uzak için kullanılan ve cehennem azabına işaret eden ذٰلِكَ , bu durumda olanlar için tahkir ifade eder.
İşaret ismi ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
ذَ ٰلِكَ ile müşarun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
ذٰلِكَ الْخِزْيُ الْعَظ۪يم [İşte büyük rezillik budur.] ibaresinde rezillik ve rüsvaylığın korkunçluk ve şiddetinin büyüklüğünü bildirmek için yakında olan bir şey, uzaklık ifade eden ism-i işaretle (ذٰلِكَ) gösterilmiştir. (Safvetü’t Tefasir)
يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ اَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلِ اسْتَهْزِؤُ۫اۚ اِنَّ اللّٰهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَحْذَرُ | çekiniyorlar |
|
2 | الْمُنَافِقُونَ | münafıklar |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | تُنَزَّلَ | indirileceğinden |
|
5 | عَلَيْهِمْ | kendileri hakkında |
|
6 | سُورَةٌ | bir surenin |
|
7 | تُنَبِّئُهُمْ | haber verecek |
|
8 | بِمَا | olanı |
|
9 | فِي | içinde |
|
10 | قُلُوبِهِمْ | kalbleri |
|
11 | قُلِ | de ki |
|
12 | اسْتَهْزِئُوا | siz alay edin |
|
13 | إِنَّ | şüphesiz |
|
14 | اللَّهَ | Allah |
|
15 | مُخْرِجٌ | ortaya çıkaracaktır |
|
16 | مَا | şeyi |
|
17 | تَحْذَرُونَ | çekindiğiniz |
|
يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ اَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. يَحْذَرُ merfû muzari fiildir. الْمُنَافِقُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يَحْذَرُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
تُنَزَّلَ mansub meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru تُنَزَّلَ fiiline müteallıktır. سُورَةٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
تُنَبِّئُهُمْ fiili, سُورَةٌ sıfatı olarak mahallen merfûdur.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُنَبِّئُهُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, بِ harfiyle birlikte تُنَبِّئُهُمْ fiiline müteallıktır.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ car mecruru ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُنَافِقُونَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُنَبِّئُهُمْ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
قُلِ اسْتَهْزِؤُ۫اۚ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Mekulü’l-kavli, اسْتَهْزِؤُ۫ا ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اسْتَهْزِؤُ۫ا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اسْتَهْزِؤُ۫اۚ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi هزأ ‘dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِنَّ اللّٰهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. مُخْرِجٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , ism-i fail olan مُخْرِجٌ ’un mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَحْذَرُونَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَحْذَرُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur.
مُخْرِجٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْذَرُ الْمُنَافِقُونَ اَنْ تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ تُنَبِّئُهُمْ بِمَا ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar harfi اَنْ ve akabindeki تُنَزَّلَ عَلَيْهِمْ سُورَةٌ cümlesi, masdar teviliyle يَحْذَرُ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
Masdar-ı müevvel cümlesinde konudaki önemine binaen car-mecrur faile takdim edilmiştir.
سُورَةٌ ’daki tenvin nev ve tazim ifade eder.
تُنَبِّئُهُمْ بِمَا ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ cümlesi, سُورَةٌ için sıfattır. Sıfatlar, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl تُنَبِّئُهُمْ , مَٓا fiiline müteallıktır. Mevsûlün sılası mahzuftur. ف۪ي قُلُوبِهِمْ mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Ayette fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
ف۪ي قُلُوبِهِمْ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin düşüncelerindeki yanlışlığı etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibat ve temekkündür. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Beyân İlmi Kur’an Işığında Belâğat Dersleri)
قُلِ اسْتَهْزِؤُ۫اۚ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen, meydan okuma ve tahzir manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Bu ilâhî emir tehdit içindir. Anlamı şöyle ifade edilebilir: “Siz, alay etmeye devam edin ama Allah, çekindiğiniz o sureyi indirecektir; kalplerinizdeki sırları ortaya dökecektir; insanların huzurunda sizi rezil rüsva edecektir.”
Buradaki tekid (اِنَّ), onların inkârını reddetmek içindir. Onların bu çekinmeleri, hakikat yoluyla değil alay yoluyladır. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ مُخْرِجٌ مَا تَحْذَرُونَ
Beyânî istînâf veya ta’liliye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مُخْرِجٌ ’un mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası تَحْذَرُونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette istiare vardır. Çünkü surenin konuşması dil yönüyle değil burhan olma yönüyledir. O yüzden sanki Allah Teâlâ şunu anlatmak istemiştir: “Münafıklar hakkında inen bu sure ile insanlar, onların içinde gizledikleri sırları, kalplerinde oluşturdukları fikirleri öğrenirler. Allah Teâlâ’nın, onların vasıfları ve kötü ahlakları hakkında verdiği bilgiler sayesinde kendilerini gerçek yüzleriyle tanırlar.” (Şerîf er-Radî)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَئِنْ | ve eğer |
|
2 | سَأَلْتَهُمْ | onlara sorsan |
|
3 | لَيَقُولُنَّ | derler ki |
|
4 | إِنَّمَا | sadece |
|
5 | كُنَّا | biz |
|
6 | نَخُوضُ | lafa dalmıştık |
|
7 | وَنَلْعَبُ | ve şakalaşıyorduk |
|
8 | قُلْ | de ki |
|
9 | أَبِاللَّهِ | Allah ile mi? |
|
10 | وَايَاتِهِ | ve O’nun ayetleriyle |
|
11 | وَرَسُولِهِ | ve O’nun Elçisi ile |
|
12 | كُنْتُمْ | siz |
|
13 | تَسْتَهْزِئُونَ | alay ediyordunuz |
|
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. إِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder.
سَاَلْتَهُمْ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İkinci mef’ûlun bih hazfedilmiştir. Takdiri; عن استهزائهم بك şeklindedir.
لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir. يَقُولُنَّ fiilinin sonundaki nun, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; ‘men eden, alıkoyan’ anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.
اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
Mekulü’l-kavli, كُنَّا نَخُوضُ ’dur. يَقُولُنَّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كُنَّا nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nin ismi نَا mütekellim zamiridir. نَخُوضُ fiili, كُنَّا ’nın haberi olarak mahallen merfûdur.
نَخُوضُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
نَلْعَبُ fiili atıf harfi وَ ’la نَخُوضُ ’ye matuftur.
قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir أنت ’dir.
Hemze, istifham harfidir. بِاللّٰهِ car mecruru تَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiiline müteallıktır.
اٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ kelimeleri atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
Mekulü’l-kavli, كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
كُنْتُمْ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili كُنْتُمْ ’un haberi olarak mahallen mansubdur.
تَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
تَسْتَهْزِؤُ۫نَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi هزأ ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ لَيَقُولُنَّ اِنَّمَا كُنَّا نَخُوضُ وَنَلْعَبُۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. ...لَيَقُولَنَّ cümlesi kasemin cevabı yani muksemun aleyhtir. Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Şartın cevabının ve kasemin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لَيَقُولُنَّ fiilinin mekulü’l-kavli, kasr üslubuyla tekid edilmiş, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelam olan cümlede كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi onların bu işi tekrarlayarak devam ettiklerine işaret ederek gözümüzün önünde canlandırmıştır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
Kasrın اِنَّمَا ile yapılmasından muhatabın konunun cahili olmadığı anlaşılmaktadır. كان ’nin ismi ve haberi arasındaki kasr, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Yani zikredilen mevsufta bu sıfattan başkasının olmamasıdır. Ama bu sıfat, mevsuftan başkalarında bulunur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Burada ise Allah Teâlâ, o münafıkların cevaplarının “Biz sadece lafa dalmıştık ve aramızda eğleniyorduk.” şeklinde olacağı haberin اِنَّمَا (yalnızca/sadece/ancak) tekid edatı ile tekid etmiştir. (Muhammed Fatih Ergen, Tevbe Sûresinin Meânî İlmi Açısından Tahlili)
نَلْعَبُۜ cümlesi كَان ’nin haberine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
قُلْ اَبِاللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ وَرَسُولِه۪ كُنْتُمْ تَسْتَهْزِؤُ۫نَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp, meydan okuma ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mekulü’l-kavl, كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِاللّٰهِ amili olan haber كان ’ye, siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.
Burada kasr-ı tayin vardır. (Âşûr)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi onların bu işi tekrarlayarak devam ettiklerine işaret ederek gözümüzün önünde canlandırmıştır.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
اٰيَاتِه۪ ve رَسُولِه۪ izafetlerinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan اٰيَاتِ ve رَسُولِ şan ve şeref kazanmıştır.
نَلْعَبُ (oyun) - تَسْتَهْزِؤُ۫نَ (eğlence, alay) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Son cümle كُنْتُمْ kelimesinin delaletiyle alay etmeyi adet mi edindiniz? demektir.
“(Allah ile istihza mı ediyorsun?)” sözü ile (Allah ile mi istihza ediyorsun?) sözü arasında fark vardır: Birincisi, istihza işinin yadırganışını; ikincisi ise bu istihzanın Allah ile ilgili oluşunun yadırganışını ifade eder. Bu şu demektir: “Hadi diyelim ki sen, istihza ediyorsun? Ama nasıl oluyor da bu istihzayı Allah hakkında yapabiliyorsun?” (Fahreddin er-Râzî)
لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَا |
|
|
2 | تَعْتَذِرُوا | hiç özür dilemeyin |
|
3 | قَدْ | andolsun |
|
4 | كَفَرْتُمْ | siz inkar ettiniz |
|
5 | بَعْدَ | sonra |
|
6 | إِيمَانِكُمْ | inandıktan |
|
7 | إِنْ | eğer |
|
8 | نَعْفُ | affetsek bile |
|
9 | عَنْ |
|
|
10 | طَائِفَةٍ | bir kısmını |
|
11 | مِنْكُمْ | sizden |
|
12 | نُعَذِّبْ | azab edeceğiz |
|
13 | طَائِفَةً | bir kısmına da |
|
14 | بِأَنَّهُمْ | dolayı |
|
15 | كَانُوا |
|
|
16 | مُجْرِمِينَ | suç işlediklerinden |
|
لَا تَعْتَذِرُوا قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ
Fiil cümlesidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْتَذِرُوا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
كَفَرْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur. بَعْدَ zaman zarfı, كَفَرْتُمْ fiiline müteallıktır.
ا۪يمَانِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَعْتَذِرُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi عذر ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. نَعْفُ şart fiili olup illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
عَنْ طَٓائِفَةٍ car mecruru نَعْفُ fiiline müteallıktır. مِنْكُمْ car mecruru طَٓائِفَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
Şartın cevabı نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً ’dir. نُعَذِّبْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
طَٓائِفَةً kelimesi mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
أَنَّ ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup بِ harf-i ceriyle birlikte نُعَذِّبْ fiiline müteallıktır.
هُمْ muttasıl zamiri أَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنَّ ’nin haberi ise كَانُوا ‘nun dahil olduğu isim cümlesi olup mahallen merfûdur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı كَانَ ‘nin ismi olup mahallen merfûdur.
مُجْرِم۪ينَ۟ kelimesi كَانُوا ’nun haberidir. Nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُجْرِم۪ينَ۟ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نُعَذِّبْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi عذب ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef’ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
لَا تَعْتَذِرُوا
İstînâfiyye olarak gelen ayetin ilk cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Muzari fiil sıygasında gelerek, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
قَدْ كَفَرْتُمْ بَعْدَ ا۪يمَانِكُمْۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen bu cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Tahkik harfiyle tekid edilmiş mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Mazi fiile dahil olan قَدْ kesinlik ifade eder. Ayrıca mazi fiildeki sebat ve temekkün manası onların küfürde ne kadar istikrarlı olduklarına işaret etmiştir.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟
Müstenefe cümlesidir. Şart üslubunda haberî isnaddır. نَعْفُ şart cümlesi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi de aynı üsluptadır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟ cümlesi, masdar tevilinde بِ harfiyle birlikte نُعَذِّبْ fiiline müteallıktır. Cümlede اَنَّ ’nin haberi, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. كَان ’nin haberi ism-i fail kalıbında gelerek bu özelliğin devamlı olduğuna işaret etmiştir. كَان ile birlikte cümlede ism-i faile isnad, onların mücrimlik vasfını vurgulamıştır.
Şart ve cevap cümleleri arasında müzâvece sanatı vardır.
طَٓائِفَةً ’deki tenvin ‘herhangi bir’ manasında cins ifade eder.
طَٓائِفَةٍ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
مُجْرِم۪ينَ۟ - كَفَرْتُمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنْ نَعْفُ عَنْ طَٓائِفَةٍ مِنْكُمْ cümlesi ile نُعَذِّبْ طَٓائِفَةً بِاَنَّهُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
كَفَرْتُمْ - ا۪يمَانِكُمْ ve نَعْفُ - نُعَذِّبْ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟ cümlesinde müsnedin fiil cümlesi olarak gelişi hükmü takviye ifade eder.
بِاَنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ۟ deki ب , sebebiyyedir. (Âşûr)
مُجْرِم۪ي ism-i fail olarak geldiği için devamlılık ifade eder, ayrıca bir de كَان gelmiştir.
Allah Teâlâ, bu istihzanın bir küfür olduğunu beyan buyurmuştur. Akıl da eğlence olsun diye küfür (inkâr) olacak bir şeyi yapmanın caiz olmadığını gösterir. Binaenaleyh onların, “Biz lafa dalmış, şakalaşıyorduk.” şeklindeki sözlerinin, istihza hususunda geçerli bir mazeret olmadığı sabit olmuş olur. Dolayısıyla aslında bu bir özür olmayınca Allah Teâlâ onları mazeret olarak bunu ileri sürmekten men etmiştir. Çünkü batıl sözlerden men etmek gerekir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Allah, “Özür dilemeye kalkmayın.” yani “Bu suçu savuşturmak için böyle bir mazeret ileri sürmeyiniz.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Burda ikinci grubun suçunun, birincisinden daha ağır ve daha çok olduğuna dikkat çekmek vardır. Binaenaleyh hüküm, bu ağır suça bağlanmış olur. Hem bu ifade de bu suçun hâlâ devam ettiğine, bitmediğine ve dolayısıyla da azap etmeyi gerektirdiğine bir dikkat çekme bulunmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)
اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْمُنَافِقُونَ | münafık erkekler |
|
2 | وَالْمُنَافِقَاتُ | ve münafık kadınlar |
|
3 | بَعْضُهُمْ | onların bir kısmı |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | بَعْضٍ | diğerlerindendir |
|
6 | يَأْمُرُونَ | emrederler |
|
7 | بِالْمُنْكَرِ | kötülüğü |
|
8 | وَيَنْهَوْنَ | ve menederler |
|
9 | عَنِ |
|
|
10 | الْمَعْرُوفِ | iyilikten |
|
11 | وَيَقْبِضُونَ | ve sıkı tutarlar |
|
12 | أَيْدِيَهُمْ | ellerini |
|
13 | نَسُوا | unuttular |
|
14 | اللَّهَ | Allah’ı |
|
15 | فَنَسِيَهُمْ | O da onları unuttu |
|
16 | إِنَّ | gerçekten |
|
17 | الْمُنَافِقِينَ | Münafıklar |
|
18 | هُمُ | işte onlardır |
|
19 | الْفَاسِقُونَ | yoldan çıkanlar |
|
اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ
İsim cümlesidir. اَلْمُنَافِقُونَ mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُنَافِقَاتُ kelimesi atıf harfi وَ’la اَلْمُنَافِقُونَ ’ya matuftur.
بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍ cümlesi اَلْمُنَافِقُونَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
بَعْضُهُمْ ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ بَعْضٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
اَلْمُنَافِقُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ
Cümle mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. يَأْمُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْمُنْكَرِ car mecruru يَأْمُرُونَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يَنْهَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنِ الْمَعْرُوفِ car mecruru يَنْهَوْنَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يَقْبِضُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيْدِيَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمَعْرُوفِ kelimesi sülâsî mücerred olan عرف fiilinin ism-i mef’ûludur.
نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ
Fiil cümlesidir. نَسُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.
نَسِيَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الْمُنَافِق۪ينَ kelimesi اِنَّ ’nin ismidir. Nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
هُمُ fasıl zamiridir. الْفَاسِقُونَ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
Veya هُمُ الْفَاسِقُونَ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُمُ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الْفَاسِقُونَ kelimesi mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْفَاسِقُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan فسق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَلْمُنَافِقُونَ ve بَعْضُهُمْ ’un mübteda olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muzâfun ileyhi mahzuf olan مِنْ بَعْضٍۢ , mahzuf habere müteallıktır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ cümlesi, ikinci haber olarak merfû mahaldedir. Akabindeki aynı üslupla gelen وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ cümlesi bu cümleye tezat nedeniyle atfedilmiştir.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ cümlesi, يَأْمُرُونَ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ cümlesi ile وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِالْمُنْكَرِ - الْمَعْرُوفِ ve يَأْمُرُونَ - يَنْهَوْنَ fiil grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اَلْمُنَافِقُونَ - الْمُنَافِقَاتُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Cenab-ı Hak, bu küllî ifadeyi zikrettikten sonra onun tafsilatını da zikrederek “Onlar kötülüğü emreder iyilikten vazgeçirmeye uğraşırlar, ellerini cimrilikle sımsıkı yumarlar.” buyurmuştur. Münker kelimesinin muhtevasına, çirkin ve kötü olan her şey girer. Ancak ne var ki burada bunların en büyüğü, Hz. Peygamberi yalanlamaktır. Maruf kelimesinin muhtevasına da her türlü iyilik dahildir. Ancak ne var ki burada marufun en büyüğü, Hz. Peygambere (sav) iman etmektir. (Fahreddin er-Râzî)
بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ ifadesi Kur’an’da hep münafıklar için kullanılmış, müminler için birbirlerinin dostudurlar şeklinde farklı bir üslup söz konusu olmuştur. Münafıklar da müminler de birbirlerini desteklemek için gruplar oluştururlar ama münafıklar hep kişisel davranırlar.
Bu, o münafıkların kepazeliklerinin ve kötülüklerinin bir başka çeşidinin açıklanmasıdır ki bunun maksadı, o kötü ameller ve çirkin fiiller hususunda, onların kadınlarının da erkekleri gibi olduğunu beyan etmektir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, “Münafık erkeklerle münafık kadınlar nifak sıfatı hususunda, birbirinin tamamlayıcı parçasıdırlar.” buyurmuştur. Bu, bir insanın tıpkı “Sen benden; ben de sendenim.” demesi gibidir Yani “İşimiz ve durumumuz aynıdır; bu hususta seninle benim aramda bir fark yok.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
بَعْضٍۢ tenvin almıştır, bu da bir hazife delalet eder. Hazif olunca muzâf tenvin alır. Normalde bu kelime muzâf olur. كل kelimesi de böyledir, çoğunlukla muzâf olarak gelir. Muzâfun ileyhi mahzuf olduğunda tenvin alır.
بسط اليد ibaresi cömertlikten kinaye olduğu gibi قبِضُ الْيْد de pintilik ve cimrilikten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bu ifade, cimrinin cimriliğini ve müsrifin savurganlığını men eden bir mesel olup cimrilikle savurganlık arasında orta yolu, tutumluluğu, iktisadı emreder. (Keşşâf, II, 620)
غلّ اليد ve بسط اليد ibareleri cimrilik ve cömertliği ifade eden mecazlardır. Allah’ın İsra Suresi 29’daki sözü de bunun gibidir. Bu ifadeleri kullanan biri somut eli ve bu elin açık veya kapalı olmasını kastetmez. Bu meselleri kullanan birine göre bunlarla, bunların sembolize ettiği cimrilik ve cömertlik kelimeleri arasında fark yoktur. Yani غلّ اليد derken kapalı bir el, بسط اليد derken açık bir el kastedilmez; bilakis bu ikisi ile sırasıyla cimrilik ve cömertlik kastedilir.
Beyan ilmine vakıf olmayan biri bu ve benzeri ayetlerin yorumuyla ilgili doğru kanıtları görmekten aciz kalır ve kendini, kendisiyle dalga geçenlerin elinden kurtaramaz. (Keşşâf, I, 687-688-689)
Allah Teâlâ onları, ancak vâcip olanı terk etmelerinden dolayı kınamıştır ki bunun hükmüne, cihat yolunda harcamada bulunmama da dahildir. Ve böylece Cenab-ı Hak bu ifadeyle de onların cihada iştirak etmediklerine dikkat çekmek istemiştir. Bu tabirin kullanılışıyla ilgili olan esas husus şudur: Bir şey veren kimse elini uzatır ve onu verirken elini açar. İşte bundan dolayı, vermeyen, cimri olan kimseye de “elini yumdu, sıktı” denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ
اَلْمُنَافِقُونَ için üçüncü haber olan bu cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَ harfi, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiiller mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
نَسُوا - نَسِيَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْ ifadesi müşakele babındandır. Çünkü Allah unutmaz. Yani “Onlar Allah’a itaati bıraktılar. Allah da onları rahmetinden ayırdı.” demektir. (Safvetü’t Tefasir)
Allah’ın unutması söz konusu olamayacağından burada fiil aslında ‘terk etmek’ anlamındadır. Yani onların Allah’ı bırakmaları, Allah’ın emirlerini yerine getirmemeleri sebebiyle Allah’ın da onları bıraktığı ifade edilmektedir. (İbni Manzûr, Lisanu’l Arab, XIV, 131-134)
”Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu.” cümlesinde; manada ihtilaf olmakla beraber lafızda ittifak sanatı olan müşâkele üslubu vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)
Bu ayette Allah’ın unutmasından bahsedilmektedir. Fakat Allah’a unutma izafe edilemez. Mükemmel bir üslup kullanılarak müşâkele sanatı için en güzel örneği oluşturan bu ayet, kâfirlerin, Allah’ın ayetlerini, O’na kavuşacakları günü ve Peygamberin tebliğini unutmalarına, görmezden gelmelerine ve sırt çevirmelerine bir ceza olsun diye ahirette umursanmayacaklarını açıkça ortaya koymaktadır. (Hasan Uçar Doktora Tezi, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
Unutmak, hatırlamanın zıddıdır. Binaenaleyh o münafıklar, Allah'ı ibadetleriyle zikretmeyi ve O'na sena etmeyi terk edince Allah da onları, rahmet ve insanıyla zikretmeyi, hatırlamayı terk etmiştir. Unutmanın, hatırlamamadan kinaye yapılması, son derece güzel bir üsluptur. Zira bir şeyi unutan, onu hatırlayamaz. Böylece melzumun (unutma) ismi, lâzımdan (hatırlamama) dan kinaye kılınmış olur. Daha sonra Cenab-ı Hak, “Şüphesiz ki münafıklar, fasıkların tâ kendileridir…” buyurmuştur. Yani: “O münafıklar, fıskda, dinden çıkmada, hiçbir eksikliği bulunmayan, tam fasık olan kimselerdir…” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle اِنَّ ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberinin الْ takısıyla marife olması, müsnedün ileyhte bu vasfın kemâl derecede olduğuna işaret eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve fasl zamiri sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
هُمُ الْفَاسِقُونَ ’da kasr-ı iddiaî vardır. (Âşûr)
فَسِقُ , taze hurmanın kabuğundan çıkmasını ifade eden bir fiildir. كفر ’dan daha geniş bir manası vardır. İmandan çıkmadan da doğru yoldan ayrılmak manasında kullanılabilir. Fareye çok sık yuvasına girip çıktığı için فُسيق denmiştir. Münafıklar da sürekli olarak dine girip çıkarlar.
الْمُنَافِق۪ينَ - اَلْمُنَافِقُونَ - الْمُنَافِقَاتُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْمُنَافِق۪ينَ - الْفَاسِقُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَعَدَ | va’detmiştir |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الْمُنَافِقِينَ | münafık erkeklere |
|
4 | وَالْمُنَافِقَاتِ | ve münafık kadınlara |
|
5 | وَالْكُفَّارَ | ve kafirlere |
|
6 | نَارَ | ateşini |
|
7 | جَهَنَّمَ | cehennem |
|
8 | خَالِدِينَ | ebedi kalacakları |
|
9 | فِيهَا | içinde |
|
10 | هِيَ | O |
|
11 | حَسْبُهُمْ | onlara yeter |
|
12 | وَلَعَنَهُمُ | ve onları la’netlemiştir |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
15 | عَذَابٌ | bir azab |
|
16 | مُقِيمٌ | sürekli |
|
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
Fiil cümlesidir. وَعَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْمُنَافِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la الْمُنَافِق۪ينَ ’ye matuftur. نَارَ kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ kelimesi الْمُنَافِق۪ينَ ’nin hali nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’e müteallıktır.
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
الْمُنَافِق۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. حَسْبُهُمْ haber olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَعَنَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ
وَ atıf harfidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُق۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatıdır.
مُق۪يمٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması kalplere korku vermek içindir.
Allah Teâlâ daha önceki ayette, münafık erkek ve münafık kadınları unuttuğunu yani onları, Allah'ın taatına sarılmamaları sebebiyle cezalandırdığını beyan edince, bu tehdidini kuvvetlendirip bu hususta münafıkları kâfirlere katarak “Allah, erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de cehennem ateşini vadetti.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
نَارَ جَهَنَّمَ ’den hal olan هِيَ حَسْبُهُمْۚ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَسْبُهُمْۚ onlardan ayrılmayan demektir. Aslı حَسْبُ şeklindedir. الكافِي (kâfi) demektir. Kâfi olmak onlardan ayrılmadığı için burada mülazımı zikredilerek kinaye yoluyla حَسْبُهُمْۚ buyurulmuştur. حَسْبُهُمْۚ kelimesinin asıl manasında olması da caizdir. Bu makamda zikredilmesi tehekküm içindir. Sanki nimeti istemişler ve onlara cehennem ateşi size yeter denilmiştir. (Âşûr)
الْمُنَافِق۪ينَ - الْمُنَافِقَاتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ
İstînâfa matuf olan cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Lafza-i celâlin, müsnedün ileyh olarak gelmesi kalplerde korku ve haşyet duygularını artırmak içindir. Tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
Yine istînâfa matuf olan son cümle isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ, muahhar mübtedadır.
عَذَابٌ - لَعَنَهُمُ - جَهَنَّمَ - نَارَ - الْكُفَّارَ - الْمُنَافِق۪ينَ - الْمُنَافِقَاتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ [Kalıcı azap] tenkiri; azabın bilemeyeceğimiz derecede korkunç olduğunu gösterir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ Sürekli azap ya cehennem azabından başka bir azaptır ya da dünyada kendilerinden ayrılmayan, yakalarını hiç bırakmayan bir azaptır ki her zaman maruz bulundukları nifak belasıdır. Onlar, sırlarının açığa çıkmasından, rezil rüsva olmaktan ve kendilerine bir azabın inmesinden bir an bile emin olamazlar. (Ebüssuûd)
“Azabın, مُق۪يمٌۙ (bitip tükenmez) olmasıyla خَالِد (devamlı, nihayetsiz) olması arasında, birkaç yönden fark bulunmaktadır:
Onlar için daha önce bahsedilen cehennem azabının ve onda ebedi kalışın dışında devamlı, hiç bitip tükenmeyen başka bir azap bulunmaktadır. Bu (ebedi kalış) cehennem ateşiyle olan azabın, devamlı olduğuna delalet etmez. Halbuki Cenab-ı Hakk'ın: ‘Onlara bitip tükenmeyen bir azap vardır.’ buyruğu, onlar için bunun yanında başka bir çeşit azabın bulunduğuna delalet eder.”
“O cehennem ateşi, onların canlarını yakma, acı ve sızı verme hususunda kâfi ve yeterlidir. Bununla birlikte bu azaba, onlara daha fazla azap edebilmek için bir başka çeşit azap da ilave edilebilir.” (Fahreddin er-Râzî)
Allahım! Bizi koru. Şüphesiz ki, Sen koruyucuların en hayırlısısın. Ve şüphesiz ki, biz Senin korumana muhtacız. Maddi ve manevi her zerremizi koru.
Böylece Senin izninle:
Kalbimiz; kötü duygulardan arınsın ve genişlesin. Bünyesinde; nifak ve kine dair, tek bir kırıntı bile kalmasın. Yarattıklarına karşı merhamet beslesin. Yaşadığımız zorluklar karşısında dara düşmesin. Bize daima, Seni ve Senden gelen hayırları hatırlatacak hayırlarla – imanınla, huzurunla, muhabbetinle – dolsun ve taşsın.
Zihnimiz; gereksiz düşüncelerden kurtulsun ve dinçleşsin. Gördüklerimiz ve yaşadıklarımız sonucunda; yalnız hayrı ve güzel olanı düşünsün. Dünyada ve ahirette, bizi kurtuluşa ulaştıracak ilimlerle zenginleşsin. İyimser ve ümitvar olsun.
Dilimiz; nefsimize alet olmasın. Nerede susması ve nerede konuşması gerektiğini öğrensin. Bilmediği zaman, gururuna yenik düşmeden itiraf etsin. Zikrinle ve kelamınla meşgul olsun. Hep hakkı söylesin, hep hakkı savunsun.
Bedenimiz; yanlış ve boş işlerden uzak dursun. Hiçbir hücremiz haram lokmayla beslenmeden, rızkınla Sana ibadet için güçlensin. Helal kıldıklarınla, dünyasını ve ahiretini kazansın.
Halimiz; Sevdiklerinle dost olsun, sevmediklerinden uzak dursun. Verdiklerinle kanaat etsin, vermediklerinden razı olsun. Nefes aldığımız sürece; daima güzelleşsin, katında derecemiz yükselsin.
Sevdiklerimiz: sevdiklerinden ve razı olduklarından olsun. Yolunda yoldaşımız, cennette de komşumuz olsun. Yanlışımıza mani olsun, doğrumuza teşvik etsin.
Allahım! Sahip olduğumuz her zerremiz: Seninle, ayetlerinle ve peygamberlerinle alay edenleri gördüğünde; onların hallerine benzeme korkusuyla Sana sığınarak, her manada yolunu değiştirsin ve oradan uzaklaşsın.
Allahım! Her zerremiz; cehennem ateşi nedir bilmeden, Senin rahmetinle cennetine kavuşanlardan ve kurtuluşa erenlerden olsun.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji