وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَالْمُؤْمِنُونَ | inanan erkekler |
|
2 | وَالْمُؤْمِنَاتُ | ve inanan kadınlar |
|
3 | بَعْضُهُمْ | kimisinin |
|
4 | أَوْلِيَاءُ | velisidirler |
|
5 | بَعْضٍ | kimisi |
|
6 | يَأْمُرُونَ | emrederler |
|
7 | بِالْمَعْرُوفِ | iyiliği |
|
8 | وَيَنْهَوْنَ | ve men’ederler |
|
9 | عَنِ | -ten |
|
10 | الْمُنْكَرِ | kötülük- |
|
11 | وَيُقِيمُونَ | ve kılarlar |
|
12 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
13 | وَيُؤْتُونَ | ve verirler |
|
14 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
15 | وَيُطِيعُونَ | ve ita’at ederler |
|
16 | اللَّهَ | Allah’a |
|
17 | وَرَسُولَهُ | ve Elçisine |
|
18 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
19 | سَيَرْحَمُهُمُ | onlara rahmet edecektir |
|
20 | اللَّهُ | Alah |
|
21 | إِنَّ | şüphesiz |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | عَزِيزٌ | daima üstündür |
|
24 | حَكِيمٌ | hüküm ve hikmetsahibidir |
|
Münafıklardan söz edilirken 67. âyette erkeğiyle kadınıyla münafık karakterine işaret edilmek üzere her iki cins ayrı ayrı zikredilmişti.71. âyette de müminlerin ortak niteliklerine değinildiğinden erkek vekadınları ayrı ayrı anılmıştır. Bu sûrede her iki tip ve âkıbetleri hakkında verilen bilgiler göz önüne alınırsa şöyle bir karşılaştırma yapılabilir (Râzî, XVI, 131): İki yüzlü davranan kimselere hâkim olan özellik, kötülükleri körükleyip iyilikten alıkoymak iken yürekten inananların temel vasfı iyiliği özendirmek, kötülükten vazgeçirmeye çalışmaktır. Münafıklar Allah yolunda harcamada eli sıkı davranırken müminler zekâtlarını verirler ve ayrıca cömertçe gönüllü bağışlarda bulunurlar, hatta imkânları elverdiği için daha fazla yapamadıklarına üzülürler. Münafıklar namaza üşenerek gelirler, müminler ise namazlarını bir kulluk vecîbesi sayarak içten gelen bir istekle kılarlar. Allah yolunda savaşmak gerektiğinde münafıklar türlü mazeretlerle yan çizmeye çalışırlar, müminler ise canlarını ve mallarını esirgemeden böyle bir çağrıya koşarlar, bu yolda asla yılgınlık göstermezler. Münafıklar Allah’ı ve O’nun mesajını umursamazlar, O’na ve vaad ettiklerine candan inanan müminlerle alay ederler, müminler ise Allah ve resulüne mutlak itaat gösterirler. Bu yüzden Allah, –içlerindeki inkârcılığı yenemeden ömürlerini tamamlayan– münafıkları ebedî olarak kalacakları cehenneme atacak, müminlere de hiç bitmeyen cennet nimetlerinin ve daha önemlisi kendi rızâsına erişmenin mutluluğunu tattıracaktır (71. âyette geçen evliyâ kelimesi için bk. Bakara 2/257; Nisâ4/2, 138-140, 144; En‘âm 6/14; Enfâl 8/72-73).
72. âyetin sonundaki ifade, mânevî hazların ve ruhanî âleme ait mutluluğun maddî imkânların sağladığı mutluluktan çok daha üstün olduğunu açıkça göstermektedir. Zira bir amaca vasıta kılınan şey ondan daha önemli ve değerli olamaz. Allah’ın rızâsını kazanmak, vaad edilen cennet nimetlerine erişebilmenin aracı olsaydı, o takdirde bu nimetlerin daha önemli olduğu sonucuna ulaşılabilirdi. Oysa âyette Allah’ın iradesine mutlak teslimiyet gösterenlerin bu davranışları karşılığında yine O’nun lutfuyla pek güzel mükâfatları hak edecekleri, fakat bütün bu nimetlerden daha önemli olarak O’nun rızâsına nâil olacakları ve en büyük başarının O’nun hoşnutluğuna erişmek olduğu bildirilmiştir (Râzî, XVI, 133; Adn cenneti hakkında bk. Ra‘d 13/22-24). Bir hadiste de, cennet ehli ile Allah arasında cereyan edecek konuşma esnasında onların O’nun hoşnutluğuna erişmeyi en büyük mutluluk olarak niteleyecekleri ve Cenâb-ı Allah’ın artık onlara gazap etmeyeceğini müjdeleyeceği ifade edilmiştir (Buhârî, “Tevhîd”, 38; “Rikak”, 51).
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 33-34
Resûl-i Ekrem Efendimiz bazi hadislerinde şöyle buyurmustur:” Mü’minin mü’mine karşı durumu , bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan binalar gibidir.”
(Buhâri, Salât 88, Mezâlim 5; Müslim , Birr 65).
Mü’minler birbirini sevmekte , birbirine acımakta ve birbirini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı hasta olduğu zaman , diğer organlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastaliğa tutulur.
(Buhâri, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’AN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. الْمُؤْمِنُونَ mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُؤْمِنَاتُ kelimesi atıf harfi و ile وَالمُوْمِنُونَ ’ya matuftur.
بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ cümlesi الْمُؤْمِنُونَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
بَعْضُهُمْ ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءُ kelimesi بَعْضُهُمْ ‘un haberidir. بَعْضٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوْلِيَٓاءُ kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِنُونَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
Cümle الْمُؤْمِنُونَ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
Fiil cümlesidir. يَأْمُرُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِالْمَعْرُوفِ car mecruru يَأْمُرُونَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يَنْهَوْنَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنِ الْمُنْكَرِ car mecruru يَنْهَوْنَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يُق۪يمُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. يُؤْتُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
وَ atıf harfidir. يُط۪يعُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. رَسُولَهُ kelimesi atıf harfi وَ ’la lafza-i celâle matuftur.
الْمَعْرُوفِ kelimesi sülâsî mücerred olan عرف fiilinin ism-i mef’ûludur.
الْمُنْكَر sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i mef’ûludur.
يُط۪يعُونَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi طوع ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
سَيَرْحَمُهُمُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. سَيَرْحَمُ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.
يَرْحَمُهُمُ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olarak mahallen merfûdur.
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ nin ismi olup lafzen mansubtur.
عَز۪يزٌ haber olup lafzen merfûdur. حَك۪يمٌ۟ ise ikinci haberdir.
عَز۪يزٌ - حَك۪يمٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَالْمُؤْمِنُونَ ve بَعْضُهُمْ ’un mübteda olduğu cümlede, اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۢ haberdir.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ cümlesi, ikinci haber olarak merfû mahaldedir. Akabindeki aynı üslupla gelen وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ cümlesi bu cümleye tezat nedeniyle atfedilmiştir.
Fiiller muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ cümlesi ile وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِالْمُنْكَرِ - الْمَعْرُوفِ ve يَأْمُرُونَ - يَنْهَوْنَ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَالْمُؤْمِنَاتُ - الْمُؤْمِنُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَعْضُ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَيُط۪يعُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُۜ
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …وَيُق۪يمُونَ cümlesi, يَأْمُرُونَ cümlesine matuftur. Makabline matuf olan ve aynı üslupla gelen …وَيُؤْتُونَ ve …وَيُط۪يعُونَ cümlelerinde olduğu gibi, atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
الصَّلٰوةَ - الزَّكٰوةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayette müminlerin vasıfları zikredilirken وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ ifadesiyle namazın da bu vasıflara dahil edilmesi, namazın yüceliğine atıfla onun en büyük iyilik (ma’ruf) olduğunu vurgulamak içindir. (Âşûr)
وَرَسُولَهُ izafetinde Allah Teâlâ'ya ait zamire muzâf olan رَسُولَ şan ve şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اُو۬لٰٓئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّٰهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Medh makamındaki sübut, teceddüt ve istimrar ifade eden cümlede müsnedün ileyh, işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tazim ifade eder.
Vaat ifade eden cümlede istikbal harfi سَ , cümleyi tekid etmiştir.
“İşte Allah bunlara rahmet edecektir.” ayetindeki سَ harfi, vadolunan bu rahmetin gerçekleşeceği vaktin bir süresi bulunduğunu belirtmektedir ki ruhlar bu vaadi umarak nimetlensin. Şanı yüce Allah'ın lütfu, bu vaadin yerine getirilmesinin teminatıdır. (Kurtubî)
Cümlenin müsnedinin fiil cümlesi olarak gelmesi, olayın zamanla gerçekleştiğini, teceddüdünü ve hükmü takviye ifade eder. Sıyganın muzari olması, tecessüm anlamı katarak olayın göz önünde canlanmasını sağlar.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, isim cümlesi, istikbal harfi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mümin erkek ve kadınların özellikleri sıralanmış, ardından Allahın rahmetine mazhar olacakları hükmünde birleşmişlerdir. Cem’ sanatı vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Müminlerle ilgili olan bu ayet, münafıklarla ilgili olan 67. ayetle mukabele teşkil etmektedir.
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ
Müstenefe olan cümle fasılla gelmiş ta’liliyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, mehabet ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Allah'ın عَزِیزٌ حَكِیمٌ sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)
Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
Allah, gerçekten kullarını meşakkate ve zora sokmaya gücü yetecek derecede bir galibiyeti haiz olup mutlak izzet sahibidir ve fakat O, kullarının takat kapsamı dışında kalan şeyle sorumlu tutmayacak derecede de hikmet sahibidir. (Keşşâf)
Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde geçen bu fasıla, zihinlere yerleştirmek kastıyla tekrarlanmıştır. Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)
Ayetin son cümlesi ilâhî vaadin sebebi mahiyetindedir. Çünkü Allah, dostlarını galip getirmeye, düşmanlarını da kahretmeye muktedirdir. O, bütün hükümlerini hikmet temeli üzerine bina eder. Bu ilâhî hikmet de hakları müstahaklarına yani nimeti itaat ehline ve cezayı da günah ehline ulaştırmayı gerektirir. Müminler için açık bir mükâfat, münafıklar için de zımnen ceza vaadidir. Bu sebeple cümlede idmâc sanatı vardır. (Ebüssuûd)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.