اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | يَأْتِهِمْ | onlara gelmedi mi? |
|
3 | نَبَأُ | haberi |
|
4 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden öncekilerin |
|
7 | قَوْمِ | kavminin |
|
8 | نُوحٍ | Nuh |
|
9 | وَعَادٍ | ve Ad |
|
10 | وَثَمُودَ | ve Semud |
|
11 | وَقَوْمِ | ve kavminin |
|
12 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
13 | وَأَصْحَابِ | ve halkının |
|
14 | مَدْيَنَ | Medyen |
|
15 | وَالْمُؤْتَفِكَاتِ | ve yerlebir olanların |
|
16 | أَتَتْهُمْ | onlara getirmişti |
|
17 | رُسُلُهُمْ | elçileri |
|
18 | بِالْبَيِّنَاتِ | açık deliller |
|
19 | فَمَا |
|
|
20 | كَانَ | değildi |
|
21 | اللَّهُ | Allah |
|
22 | لِيَظْلِمَهُمْ | onlara zulmediyor |
|
23 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
24 | كَانُوا | onlar |
|
25 | أَنْفُسَهُمْ | kendi kendilerine |
|
26 | يَظْلِمُونَ | zulmediyorlardı |
|
69 ve 70.ayetlerin tefsiri aşağıdaki linkte yer almaktadır.
https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tevbe-suresi/1296/61-70-ayet-tefsiri
Bu âyetlerde münafık karakteri ve münafıkların davranışlarıyla ilgili tasvire yeni kesitler eklenmekte, bir taraftan müslümanlar onların görünen yüzlerine aldanmamaları için uyarılmakta, diğer taraftan da Allah’ın âyetleri, peygamberi ve müslümanlarla alay eden münafıklarakendilerinden önceki inkârcı kavimlerin acı sonları hatırlatılmaktadır. Burada işaret edilen münafıklara ait söz ve davranışlar, tefsirlerde daha çok Tebük Seferi öncesinde ve bu sefer esnasında yaşanan olaylarla açıklanır; bu konudaki rivayetler âyetlerin yorumuna ışık tutmakla beraber, âyetlerin üslûbu ve sözün akışından daha çok münafık tiplemesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır (münafıklar hakkında ayrıca bk. Bakara2/8-20; Nisâ 4/138-140, 142-146; Münâfikun 63/1-8). Tefsirlerde 61. âyetin inişi ile ilişkilendirilen bazı rivayetlere yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bazı münafıklar özel sohbetlerinde Resûlullah’ı çekiştiriyorlardı, sonra içlerinden biri “Aman bunlar onun kulağına gitmesin” diye ikazda bulununca, “O her söze kolayca kanar, söylediklerimizi inkâr ederiz, üstüne bir de yemin ettik mi bize inanır” şeklinde cevaplar veriyorlardı (Taberî, X, 168-169). Resûl-i Ekrem’in, münafıkların yalanlarını yüzlerine vurmadığı ve özellikle yemine çok değer verdiği gerçeğinden hareketle söz konusu rivayetlerle âyet arasında bağ kurulabilir. Fakat burada asıl amacın münafıkların tutumlarından bir kesit verip onların zihniyetini mahkûm etmek ve bu vesileyle dikkatleri Hz. Peygamber’in yüksek ahlâkına yöneltmek olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan münafıkların, “O her söylenene kulak veriyor” anlamındaki sözleriyle, Resûlullah’ın bazı sesler işitip onu vahiy olarak yansıttığı iddiasında bulunmuş oldukları yorumu da yapılmıştır. “Allah’ın resulünü incitenler” şeklinde tercüme edilen kısmı “peygamberi yerip kınayanlar” şeklinde anlamak da mümkündür (Esed, I, 366). Âyetin, “O sizin için hayırlı olana kulak veriyor” şeklinde tercüme edilen kısmı şöyle izah edilebilir: Resûlullah gelişigüzel tahminlerle insanlar hakkında yargıda bulunmaz, Allah’a olan derin imanının yanı sıra müminlere de büyük bir güven duyar ve söylenenleri böyle iyi niyet temeline dayanan bir anlayışla değerlendirir. Bu cümlede onun kulak verdiği bildirilen şeyle kastedilenin, bütün insanlığın hayrına olan “vahiy” olduğu da söylenmiştir. Allah’ın mesajını ileten elçi olması itibariyle 62. âyette Hz. Peygamber de Allah’ın yanı sıra zikredilmiş fakat kimin hoşnut kılınması gerektiğini belirten zamir tekil kullanılmıştır. Bazı müfessirler bununla ilgili olarak, resulünün rızâsını kazanmanın Allah’ın da rızâsını kazanma mânasına geldiği yönünde açıklamalar yaparken, bazıları da burada hoşnutluğuna erişilmesi hedeflenecek yegâne varlığın Cenâb-ı Allah olduğuna işaret bulunduğunu belirtmişlerdir (Şevkânî, II, 429). 63 ve 64. âyetler arasında şöyle bir bağ kurulabilir: Allah ve resulüne karşı çıkan, din özgürlüğünü yok etmek için uğraş veren kimseler, bu durumları dünyada açığa çıkmış olsa da olmasa da içinde ebedî olarak kalacakları cehennem azabına çarptırılacaklardır, en büyük rezil-rüsvâ olma aslında budur. Münafıklar bunu bilip dururken, sadece dünyada rezil olmaktan, haklarında bir sûre indirilip kalplerindekinin ortaya dökülmesinden endişe etmektedirler. Münafıkların ileri sürdükleri mazeretin geçersizliğini belirten 65. âyet, dolaylı bir tarzda müminlere yönelik olarak da dinî ve itikadî konuların şaka ve eğlence konusu edilemeyeceği hususunda ciddi bir uyarı ihtiva etmektedir. Münafıkların bir kısmı iman ile küfür arasında bocalayan, diğer bir kısmı ise bilinçli olarak ve ısrarla inkârcılığını sürdüren fakat müslümanlara karşı bunu gizlemeye çalışan kişilerdir. İşte 66. âyette, aklını ve iradesini doğru yönde kullanmayı, içindeki hak-bâtıl mücadelesini imanın galibiyetiyle sonuçlandırmayı başaranlara yüce Allah’ın bağış kapısının açık bulunduğu, inkârcılıkta ısrar edenler için ise kötü âkıbetin kaçınılmaz olduğu haber verilmektedir. 67. âyette münafık karakterine ve 68. âyette münafıkların acı âkıbetlerine değinildiği gibi, 71. âyette mümin karakterine ve 72. âyette de onların mutlu sonlarına işaret edilerek iki grup arasında bir mukayese yapılmasına imkân sağlanmıştır. 69-70. âyetlerde, gerçekte inkârcı oldukları halde iman etmiş gibi görünen münafıkların âkıbetlerinin açıktan açığa peygamberlere karşı mücadele veren inkârcılardan daha iyi olmayacağı belirtilmekte, güç ve servet sahibi olsalar da inkârcıların boş davalar uğruna yaptıklarının gerek dünyada gerekse âhirette ziyan olup gittiği (bu konuda bk. Âl-i İmrân3/10, 116-117) hatırlatılıp münafıkların da bundan ders almaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır.
(Kuran Yolu/Diyanet tefsiri)
اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْتِهِمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
نَبَاُ fail olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَوْمِ ism-i mevsûlden bedeldir. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَادٍ kelimesi atıf harfi وَ ‘la نُوحٍ ’e matuftur. ثَمُودَ kelimesi atıf harfi وَ ‘la نُوحٍ ’e matuf olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَوْمِ kelimesi atıf harfi وَ ‘la birinci قَوْمِ ’ye matuf olup kesra ile mecrurdur. اِبْرٰه۪يمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
اَصْحَابِ atıf harfi وَ ’la قَوْمِ ’ye matuf olup kesra ile mecrurdur. مَدْيَنَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
الْمُؤْتَفِكَاتِ kelimesi atıf harfi وَ’la قَوْمِ ’ye matuf olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri, أهل المؤتفكات şeklindedir.
الْمُؤْتَفِكَاتِ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ
Fiil cümlesidir. اَتَتْهُمْ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رُسُلُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamiri هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْبَيِّنَاتِ car mecruru اَتَتْهُمْ fiiline müteallıktır. اَلْبَيِّنَاتِ kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
فَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne gelir ve ismini ref haberini nasb eder.
للّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
يَظْلِمَهُمْ fiiline dahil olan لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
يَظْلِمَ mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfi olup لٰكِنّ ’den muhaffefedir. كَانُٓوا ’nun dahil olduğu cümle isim cümlesidir. كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ kelimesi يَظْلِمُونَ fiilinin mukaddem mef‘ûlu olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَظْلِمُونَ fiili كَانُٓوا ’nun haberi olarak mahallen mansubtur. نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.اَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ اِبْرٰه۪يمَ وَاَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِۜ اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِۚ
Ayet istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze takriri istifham harfidir. Cümle soru anlamında olmayıp kınama azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَتَتْهُمْ رُسُلُهُمْ cümlesi نَبَاُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ sözünden kaynaklanan ta’lil veya isitînâfi beyaniyye cümlesidir. Yani, resuller onlara hak ve doğruluğun delillerini getirdi demektir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
يَأْتِهِمْ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ mahzuf sılaya müteallıktır.
قَوْمِ نُوحٍ mevsûlden bedeldir. Bedel, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
اَصْحَابِ مَدْيَنَ ,الْمُؤْتَفِكَاتِ gibi قَوْمِ نُوحٍ ’e matuftur. Takdiri أهل olan muzâfı mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır.
الْمُؤْتَفِكَاتِ altı üstüne gelmiş şehirler demektir. Bunlar, Lût kavminin oturduğu şehirlerdir. Başka bir görüşe göre altüst olmuş şehirler, bu peygamberleri yalanlayanların şehirleridir ve bu şehirlerin altüst olmaları da hallerinin hayırdan şerre dönmesidir. (Ebüssuûd)
Haberi verilen kavimler sıralanmış, sonra onlara resullerin gelmesi hükmünde birleştirilmiştir. Bu üslup îcaz sağlayan sanatlardan cem’ sanatıdır.
Peygamberlerin doğum sırasına göre sayılmaları dolayısıyla ıttırad sanatı vardır.
قَوْمِ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
نُوحٍ - اِبْرٰه۪يمَ ve عَادٍ - ثَمُودَ - مَدْيَنَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Beyânî istînâf olarak fasılla gelen son cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ
Cümle, mukadder cümleye فَ ile atfedilmiştir. Takdiri, …فكذّبوهم فأهلكوا (Hemen yalanladılar ve helak oldular.) olabilir.
Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlin كَانَ ’nin ismi olarak gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde ünsiyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Lam-ı cuhûdun dahil olduğu لِيَظْلِمَهُمْ cümlesi, cer mahallinde, masdar teviliyle كَانَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كَانَ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir, 3/79)
ظْلِمَ fiilinin hem geçmiş hem de gelecek kipi ile kullanılmış olması, onların zulümlerinin sürekli olduğunu göstermek içindir. Nitekim onlar durmadan küfür ve tekzip ile kendi nefislerini ilâhî azaba maruz kılıyorlardı. (Ebüssuûd)
İstidrak harfinin dahil olduğu وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette ظْلِمُ sıygasının muzari fiil şeklinde gelmesi, tekerrür ve teceddüde delalet etmesi içindir. Onların tekraren nefislerine zulmetmeleri geçmiş zamanda olmuştur. (Âşûr)
Muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
كان ’nin haberinin muzari fiil gelmesi, bu yaptıklarının yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidi, Vakafât, s. 112)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَظْلِمُونَ , اَنْفُسَهُمْ ‘ye takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Zulüm, Allah’a değil nefislerine hapsolmuştur. Onlar Allah’ın nimetlerini tanımayıp küfür ve inatları sebebiyle sadece nefislerine zulmetmişlerdir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Garîbi Belâgati'l Kur'ani'l Kerim, Soru 607)
Cümlede methe benzeyen bir şeyle zemmi tekid sanatı vardır.
اَتَتْهُمْ - اَلَمْ يَأْتِهِمْ ve مَا كَانَ - كَانُٓوا kelime grupları arasında tıbak-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يَظْلِمُونَ - لِيَظْلِمَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيَظْلِمَهُمْ cümlesi ile وَلٰكِنْ كَانُٓوا اَنْفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.