Tevbe Sûresi 69. Ayet

كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۜ فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ...

(Ey münafıklar!), siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz: Onlar sizden daha güçlü, malları ve çocukları daha fazlaydı. Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı. Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız ve onların daldığı gibi, siz de (dünya zevkine) daldınız. İşte onların dünyada da ahirette de amelleri boşa gitmiştir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَالَّذِينَ gibi
2 مِنْ
3 قَبْلِكُمْ sizden öncekiler ق ب ل
4 كَانُوا idiler ك و ن
5 أَشَدَّ daha yaman ش د د
6 مِنْكُمْ sizden
7 قُوَّةً kuvvetçe ق و ي
8 وَأَكْثَرَ ve daha çok ك ث ر
9 أَمْوَالًا mal م و ل
10 وَأَوْلَادًا ve evladça و ل د
11 فَاسْتَمْتَعُوا onlar zevklerine baktılar م ت ع
12 بِخَلَاقِهِمْ kendi paylarına düşenle خ ل ق
13 فَاسْتَمْتَعْتُمْ zevkinize baktınız م ت ع
14 بِخَلَاقِكُمْ payınıza düşenle خ ل ق
15 كَمَا gibi
16 اسْتَمْتَعَ zevklerine baktıkları م ت ع
17 الَّذِينَ kimselerin
18 مِنْ
19 قَبْلِكُمْ sizden öncekilerin ق ب ل
20 بِخَلَاقِهِمْ kendi paylarına düşenle خ ل ق
21 وَخُضْتُمْ ve siz de daldınız خ و ض
22 كَالَّذِي gibi
23 خَاضُوا dalanlar خ و ض
24 أُولَٰئِكَ onlar
25 حَبِطَتْ boşa gidenlerdir ح ب ط
26 أَعْمَالُهُمْ yaptıkları ع م ل
27 فِي
28 الدُّنْيَا dünyada د ن و
29 وَالْاخِرَةِ ve ahirette ا خ ر
30 وَأُولَٰئِكَ ve işte
31 هُمُ onlardır
32 الْخَاسِرُونَ ziyana uğrayanlar خ س ر
 

69 ve 70.ayetlerin tefsiri aşağıdaki linkte yer almaktadır.

https://kuran.diyanet.gov.tr/tefsir/Tevbe-suresi/1296/61-70-ayet-tefsiri

 

Bu âyetlerde münafık karakteri ve münafıkların davranışlarıyla ilgili tasvire yeni kesitler eklenmekte, bir taraftan müslümanlar onların görünen yüzlerine aldanmamaları için uyarılmakta, diğer taraftan da Allah’ın âyetleri, peygamberi ve müslümanlarla alay eden münafıklarakendilerinden önceki inkârcı kavimlerin acı sonları hatırlatılmaktadır. Burada işaret edilen münafıklara ait söz ve davranışlar, tefsirlerde daha çok Tebük Seferi öncesinde ve bu sefer esnasında yaşanan olaylarla açıklanır; bu konudaki rivayetler âyetlerin yorumuna ışık tutmakla beraber, âyetlerin üslûbu ve sözün akışından daha çok münafık tiplemesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır (münafıklar hakkında ayrıca bk. Bakara2/8-20; Nisâ 4/138-140, 142-146; Münâfikun 63/1-8). Tefsirlerde 61. âyetin inişi ile ilişkilendirilen bazı rivayetlere yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bazı münafıklar özel sohbetlerinde Resûlullah’ı çekiştiriyorlardı, sonra içlerinden biri “Aman bunlar onun kulağına gitmesin” diye ikazda bulununca, “O her söze kolayca kanar, söylediklerimizi inkâr ederiz, üstüne bir de yemin ettik mi bize inanır” şeklinde cevaplar veriyorlardı (Taberî, X, 168-169). Resûl-i Ekrem’in, münafıkların yalanlarını yüzlerine vurmadığı ve özellikle yemine çok değer verdiği gerçeğinden hareketle söz konusu rivayetlerle âyet arasında bağ kurulabilir. Fakat burada asıl amacın münafıkların tutumlarından bir kesit verip onların zihniyetini mahkûm etmek ve bu vesileyle dikkatleri Hz. Peygamber’in yüksek ahlâkına yöneltmek olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan münafıkların, “O her söylenene kulak veriyor” anlamındaki sözleriyle, Resûlullah’ın bazı sesler işitip onu vahiy olarak yansıttığı iddiasında bulunmuş oldukları yorumu da yapılmıştır. “Allah’ın resulünü incitenler” şeklinde tercüme edilen kısmı “peygamberi yerip kınayanlar” şeklinde anlamak da mümkündür (Esed, I, 366). Âyetin, “O sizin için hayırlı olana kulak veriyor” şeklinde tercüme edilen kısmı şöyle izah edilebilir: Resûlullah gelişigüzel tahminlerle insanlar hakkında yargıda bulunmaz, Allah’a olan derin imanının yanı sıra müminlere de büyük bir güven duyar ve söylenenleri böyle iyi niyet temeline dayanan bir anlayışla değerlendirir. Bu cümlede onun kulak verdiği bildirilen şeyle kastedilenin, bütün insanlığın hayrına olan “vahiy” olduğu da söylenmiştir. Allah’ın mesajını ileten elçi olması itibariyle 62. âyette Hz. Peygamber de Allah’ın yanı sıra zikredilmiş fakat kimin hoşnut kılınması gerektiğini belirten zamir tekil kullanılmıştır. Bazı müfessirler bununla ilgili olarak, resulünün rızâsını kazanmanın Allah’ın da rızâsını kazanma mânasına geldiği yönünde açıklamalar yaparken, bazıları da burada hoşnutluğuna erişilmesi hedeflenecek yegâne varlığın Cenâb-ı Allah olduğuna işaret bulunduğunu belirtmişlerdir (Şevkânî, II, 429). 63 ve 64. âyetler arasında şöyle bir bağ kurulabilir: Allah ve resulüne karşı çıkan, din özgürlüğünü yok etmek için uğraş veren kimseler, bu durumları dünyada açığa çıkmış olsa da olmasa da içinde ebedî olarak kalacakları cehennem azabına çarptırılacaklardır, en büyük rezil-rüsvâ olma aslında budur. Münafıklar bunu bilip dururken, sadece dünyada rezil olmaktan, haklarında bir sûre indirilip kalplerindekinin ortaya dökülmesinden endişe etmektedirler. Münafıkların ileri sürdükleri mazeretin geçersizliğini belirten 65. âyet, dolaylı bir tarzda müminlere yönelik olarak da dinî ve itikadî konuların şaka ve eğlence konusu edilemeyeceği hususunda ciddi bir uyarı ihtiva etmektedir. Münafıkların bir kısmı iman ile küfür arasında bocalayan, diğer bir kısmı ise bilinçli olarak ve ısrarla inkârcılığını sürdüren fakat müslümanlara karşı bunu gizlemeye çalışan kişilerdir. İşte 66. âyette, aklını ve iradesini doğru yönde kullanmayı, içindeki hak-bâtıl mücadelesini imanın galibiyetiyle sonuçlandırmayı başaranlara yüce Allah’ın bağış kapısının açık bulunduğu, inkârcılıkta ısrar edenler için ise kötü âkıbetin kaçınılmaz olduğu haber verilmektedir. 67. âyette münafık karakterine ve 68. âyette münafıkların acı âkıbetlerine değinildiği gibi, 71. âyette mümin karakterine ve 72. âyette de onların mutlu sonlarına işaret edilerek iki grup arasında bir mukayese yapılmasına imkân sağlanmıştır. 69-70. âyetlerde, gerçekte inkârcı oldukları halde iman etmiş gibi görünen münafıkların âkıbetlerinin açıktan açığa peygamberlere karşı mücadele veren inkârcılardan daha iyi olmayacağı belirtilmekte, güç ve servet sahibi olsalar da inkârcıların boş davalar uğruna yaptıklarının gerek dünyada gerekse âhirette ziyan olup gittiği (bu konuda bk. Âl-i İmrân3/10, 116-117) hatırlatılıp münafıkların da bundan ders almaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır. 

 

(Kuran Yolu/Diyanet tefsiri)

 

كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۜ 

 

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mübtedanın haberine müteallıktır. Takdiri;  أنتم şeklindedir. Veya mukadder fiil ile nasb konumundadır. Bu durumda fiile delalet eden mef’ûlu mutlaktır. (Âşûr)

مِنْ قَبْلِكُمْ  car mecruru  mahzuf sılaya müteallıktır. Takdiri;  مضوا من قبلكم  (sizden öncekiler geçtiler) şeklindedir.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَانُوا  damme üzere nakıs mebni fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul  و ’ı  كَانَ ’nin ismi olup mahallen merfûdur.

 اَشَدَّ  kelimesi  كَانُٓوا ’nun haberi olup lafzen merfudur.

مِنْكُمْ  car mecruru   اَشَدَّ ’ye müteallıktır.  قُوَّةً   temyiz olup lafzen mansubtur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye ‘bakımından, …yönünden’ şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَكْثَرَ اَمْوَالاً  kelimeleri atıf harfi  وَ ‘la  اَشَدَّ ’ye matuftur.  اَوْلَاداً  kelimesi atıf harfi وَ ‘la  اَمْوَالاً ’e matuftur.

اَشَدَّ  - اَكْثَرَ  kelimeleri ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfatı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  اسْتَمْتَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِخَلَاقِهِمْ  car mecruru  اسْتَمْتَعُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اسْتَمْتَعْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

بِخَلَاقِكُمْ  car mecruru  اسْتَمْتَعْتُمْ   fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَ  harfi cerdir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri;  استمتعتم استمتاعا كاستمتاع الذين من قبلكم  şeklindedir.

اسْتَمْتَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

Cemi müzekker has ism-i mevsûl   الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur.  مِنْ قَبْلِكُمْ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِخَلَاقِهِمْ   car mecruru   اسْتَمْتَعَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

وَ  atıf harfidir.  خُضْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

كَ  harf-i cerdir.  مثل (gibi) manasındadır.  الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûlu,  كَ  harf-i ceriyle birlikte  mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri; خوضا كالذي خاضوه  şeklindedir.

İsm-i mevsûlun sılası  خَاضُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.  خَاضُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اسْتَمْتَعَ   fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  متع ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

 اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ 

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  اُو۬لٰٓئِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ  cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

حَبِطَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.  اَعْمَالُ  fail olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فِی ٱلدُّنۡیَا  car mecruru  حَبِطَتۡ  fiiline müteallıktır.  الدُّنْيَا elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

الْاٰخِرَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  الدُّنْيَا ’ya matuftur.  


 وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

 

İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْخَاسِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya munfasıl zamir  هُمُ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْخَاسِرُونَ  ise haberidir.  هُمُ الْخَاسِرُونَ  isim cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işaretinin haberi olarak mahallen merfûdur.

الْخَاسِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خسر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl, takdiri  أنتم  olan mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

Mevsûlü her zaman takip eden sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِكُمْ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. Takdiri,  مضوا من قبلكم (Sizden öncekiler geçti gitti.) şeklindedir. Mevsûlde müphem yapısı nedeniyle tecrîd sanatı vardır.

Âd ve Semud gibi arapların güç bakımından örnek aldığı geçmiş ümmetler daha kapsamlı olduğundan ism-i mevsûl ile gelmiştir. (Âşûr)

كَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ  (Sizden öncekiler gibi...) cümlesinde daha fazla kınama ve azarlama için üçüncü şahıs kipinden, ikinci şahıs kipine iltifat (dönüş) vardır. (Safvetü’t Tefasir, Âşûr)

Cümledeki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, benzetme yönü hazfedildiği için de mücmeldir.

Allah Teâlâ, münafıkları, dünya lezzetini talep etmek, elde etmek amacıyla Allah'ın tâatından yüz çevirmiş olmaları hususunda, kendilerinden önce yaşamış olan önceki kâfirlere benzetmiştir. Daha sonra da o kâfirleri, malları ve çoluk çocukları çok olmakla, kendi nasiplerince yaşamış olmakla vasfetmiştir. Ayette geçen  خَلَاقِ  kelimesi ‘nasip’ anlamına gelmekte olup nasip insan için takdir edilip yaratılan mal demektir. Nitekim, “Onun bir kısmeti var” anlamında onun bir hissesi, payı var manasında da  قسم لأنها قسم ونصيب  denilmektedir. Yani “Bunlar, onun için sabittir, kesindir.” demektir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, o kâfirlerin kendi nasiplerinden faydalandığını zikretmiştir. (Bu sebeple Cenab-ı Hak), “Ey münafıklar, o kâfirlerin, kendi nasip ve kısmetlerinden istifade etmeleri gibi siz de kendi nasip ve hissenizden istifade eder, yararlanırsınız.” demek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)


كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْكُمْ قُوَّةً وَاَكْثَرَ اَمْوَالاً وَاَوْلَاداًۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  كَان ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

كَان  ,اَكْثَرَ اَمْوَالاً ’nin haberine,  اَمْوَالاً ,اَوْلَاداً ’e matuftur. Bu kelimeler arasındaki atıf sebebi temâsüldür.

Temyiz olan  قُوَّةً ’le  اَمْوَالاً  ,اَشَدَّ  ve  اَوْلَاداً  ile اَكْثَرَ  açıklanarak ıtnâb sanatı yapılmıştır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)

اَشَدَّ - قُوَّةً  ve  اَمْوَالاً - اَوْلَاداً  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَمْوَالاً - اَوْلَاداً  kelimeleri arasında muvazene sanatı vardır.


 فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ بِخَلَاقِهِمْ وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُواۜ 

 

…كَانُٓوا  cümlesine matuf olan  فَاسْتَمْتَعُوا بِخَلَاقِهِمْ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen ve makabline  فَ  ile atfedilen  …فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ  cümlesinde, masdar harfi  مَا , teşbih ve cer harfi  كَ  nedeniyle mecrur mahaldedir. 

كَ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf mefûlü mutlaka müteallıktır. Cümlenin takdiri şöyledir:  استمتعتم استمتاعا كاستمتاع الذين من قبلكم (Sizden öncekilerin metalanması gibi metalandınız.)

اسْتَمْتَعَ  fiilinin faili konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِكُمْ,  bu mahzuf sılaya müteallıktır.

Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُوا  cümlesi,  فَاسْتَمْتَعْتُمْ  cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mecrur mahaldeki has ism-i mevsûl  كَالَّذ۪ي , mahzuf mef’ûlü mutlaka müteallıktır. Sılası  خَاضُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

فَاسْتَمْتَعْتُمْ بِخَلَاقِكُمْ  [Kendi paylarından istifade ettiler.] cümlesinde ıtnâb vardır. Bundan maksat, güzel şeyler yerine adi şeylerle meşgul olmalarını yerme ve kınamadır. (Safvetü’t Tefasir)

Bu bir haber cümlesidir ama onları kınamak amacı ile geldiği için inşâ cümlesi sayılabilir.

وَخُضْتُمْ كَالَّذ۪ي خَاضُوا  “... Siz de daldınız.” ifadesi ile de gaib zamirden hitap sıygasına geçilmektedir, ‘daldıkları gibi’ yani ‘onların dalışları gibi daldınız’ demektir (Kurtubî)

اسْتَمْتَعُوا - اسْتَمْتَعْتُمْ - اسْتَمْتَعَ  ve  خُضْتُمْ - خَاضُوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الَّذ۪ينَ - الَّذ۪ي  kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


 اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenleri tahkir ifade eder. 

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ifadesinde, önceki ayette kendilerine benzetilen kişilerin başına gelen şeyin kendilerinin de başına gelme sebebinin, durumlarının onların durumuna benzemesi olduğu tariz yoluyla belirtilmiş olup, bu yolla çok güçlü bir tehdit ve uyarı manası var edilmiştir. (Âşûr)

Zem makamında isim cümlesi formunda gelerek sübut ve istimrar ifade eden son cümle  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  makabline  وَ ’la atfedilmiştir. Cümledeki atıfın sebebi hükümde ortaklıktır.

Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Cümle fasıl zamiriyle tekid edilmiştir. Fasıl zamiri ve müsnedin  الْ  takısıyla marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder. Bütün bunlara ilaveten burada o kişileri tahkir ifade eder.

İsm-i işaretin tekrarı, dinleyenin zihninde onların durumlarının daha fazla yerleşmesi için mütekellimin onlardan ayırt edilmesinin önemi sebebiyledir. (Âşûr)

هم  zamiri mübteda ile haberin arasına girdiği için, îrabdan mahalli olmayan fasl zamiri olarak isimlendirilmiştir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu kişilerin durumu üç şekilde tekid edilmiştir: Sübuta delalet eden isim cümlesi ile gelmiştir. Fasıl zamiri olan  هم  ile tekid edilmiştir. Müsned ve müsnedün ileyhin marife olmasıyla tekid edilmiştir. Bu da kasr ifade eder. Hüsran onlara kasredilmiştir. (Âdil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâğati'l Kur'ani'l Kerim, s. 354)

اُو۬لٰٓئِكَ  işaret ismi ameli boşa gidenleri tahkir içindir. Ayrıca cümlenin müsnedinin fiil cümlesi olarak gelmesi olayın zamanla gerçekleştiğini ve teceddüdünü ifade eder. Müsned fiil olduğundan müsnedün ileyhin tekrarı hükmü takviye ifade eder.

‘Boşa gitmek’ manasındaki  حَبِطَتْ  fiili hakikatte devenin karnını bozuk yiyecekle doldurmasıdır. Bu kelime fesat ortak yönüyle kâfirlerin amellerine istiare yoluyla benzetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ - خَلَاقِ - الَّذ۪ينَ - قَبْلِكُمْ - مِنْ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

حَبِطَتْ - الْخَاسِرُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Bu ayetin son kısmında  وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ  ifadesi tezyîl olup pekiştirme maksatlı gelmiştir. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslubu)