وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَعَدَ | va’detmiştir |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | الْمُنَافِقِينَ | münafık erkeklere |
|
4 | وَالْمُنَافِقَاتِ | ve münafık kadınlara |
|
5 | وَالْكُفَّارَ | ve kafirlere |
|
6 | نَارَ | ateşini |
|
7 | جَهَنَّمَ | cehennem |
|
8 | خَالِدِينَ | ebedi kalacakları |
|
9 | فِيهَا | içinde |
|
10 | هِيَ | O |
|
11 | حَسْبُهُمْ | onlara yeter |
|
12 | وَلَعَنَهُمُ | ve onları la’netlemiştir |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | وَلَهُمْ | ve onlar için vardır |
|
15 | عَذَابٌ | bir azab |
|
16 | مُقِيمٌ | sürekli |
|
Bu âyetlerde münafık karakteri ve münafıkların davranışlarıyla ilgili tasvire yeni kesitler eklenmekte, bir taraftan müslümanlar onların görünen yüzlerine aldanmamaları için uyarılmakta, diğer taraftan da Allah’ın âyetleri, peygamberi ve müslümanlarla alay eden münafıklarakendilerinden önceki inkârcı kavimlerin acı sonları hatırlatılmaktadır. Burada işaret edilen münafıklara ait söz ve davranışlar, tefsirlerde daha çok Tebük Seferi öncesinde ve bu sefer esnasında yaşanan olaylarla açıklanır; bu konudaki rivayetler âyetlerin yorumuna ışık tutmakla beraber, âyetlerin üslûbu ve sözün akışından daha çok münafık tiplemesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır (münafıklar hakkında ayrıca bk. Bakara2/8-20; Nisâ 4/138-140, 142-146; Münâfikun 63/1-8). Tefsirlerde 61. âyetin inişi ile ilişkilendirilen bazı rivayetlere yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bazı münafıklar özel sohbetlerinde Resûlullah’ı çekiştiriyorlardı, sonra içlerinden biri “Aman bunlar onun kulağına gitmesin” diye ikazda bulununca, “O her söze kolayca kanar, söylediklerimizi inkâr ederiz, üstüne bir de yemin ettik mi bize inanır” şeklinde cevaplar veriyorlardı (Taberî, X, 168-169). Resûl-i Ekrem’in, münafıkların yalanlarını yüzlerine vurmadığı ve özellikle yemine çok değer verdiği gerçeğinden hareketle söz konusu rivayetlerle âyet arasında bağ kurulabilir. Fakat burada asıl amacın münafıkların tutumlarından bir kesit verip onların zihniyetini mahkûm etmek ve bu vesileyle dikkatleri Hz. Peygamber’in yüksek ahlâkına yöneltmek olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan münafıkların, “O her söylenene kulak veriyor” anlamındaki sözleriyle, Resûlullah’ın bazı sesler işitip onu vahiy olarak yansıttığı iddiasında bulunmuş oldukları yorumu da yapılmıştır. “Allah’ın resulünü incitenler” şeklinde tercüme edilen kısmı “peygamberi yerip kınayanlar” şeklinde anlamak da mümkündür (Esed, I, 366). Âyetin, “O sizin için hayırlı olana kulak veriyor” şeklinde tercüme edilen kısmı şöyle izah edilebilir: Resûlullah gelişigüzel tahminlerle insanlar hakkında yargıda bulunmaz, Allah’a olan derin imanının yanı sıra müminlere de büyük bir güven duyar ve söylenenleri böyle iyi niyet temeline dayanan bir anlayışla değerlendirir. Bu cümlede onun kulak verdiği bildirilen şeyle kastedilenin, bütün insanlığın hayrına olan “vahiy” olduğu da söylenmiştir. Allah’ın mesajını ileten elçi olması itibariyle 62. âyette Hz. Peygamber de Allah’ın yanı sıra zikredilmiş fakat kimin hoşnut kılınması gerektiğini belirten zamir tekil kullanılmıştır. Bazı müfessirler bununla ilgili olarak, resulünün rızâsını kazanmanın Allah’ın da rızâsını kazanma mânasına geldiği yönünde açıklamalar yaparken, bazıları da burada hoşnutluğuna erişilmesi hedeflenecek yegâne varlığın Cenâb-ı Allah olduğuna işaret bulunduğunu belirtmişlerdir (Şevkânî, II, 429). 63 ve 64. âyetler arasında şöyle bir bağ kurulabilir: Allah ve resulüne karşı çıkan, din özgürlüğünü yok etmek için uğraş veren kimseler, bu durumları dünyada açığa çıkmış olsa da olmasa da içinde ebedî olarak kalacakları cehennem azabına çarptırılacaklardır, en büyük rezil-rüsvâ olma aslında budur. Münafıklar bunu bilip dururken, sadece dünyada rezil olmaktan, haklarında bir sûre indirilip kalplerindekinin ortaya dökülmesinden endişe etmektedirler. Münafıkların ileri sürdükleri mazeretin geçersizliğini belirten 65. âyet, dolaylı bir tarzda müminlere yönelik olarak da dinî ve itikadî konuların şaka ve eğlence konusu edilemeyeceği hususunda ciddi bir uyarı ihtiva etmektedir. Münafıkların bir kısmı iman ile küfür arasında bocalayan, diğer bir kısmı ise bilinçli olarak ve ısrarla inkârcılığını sürdüren fakat müslümanlara karşı bunu gizlemeye çalışan kişilerdir. İşte 66. âyette, aklını ve iradesini doğru yönde kullanmayı, içindeki hak-bâtıl mücadelesini imanın galibiyetiyle sonuçlandırmayı başaranlara yüce Allah’ın bağış kapısının açık bulunduğu, inkârcılıkta ısrar edenler için ise kötü âkıbetin kaçınılmaz olduğu haber verilmektedir. 67. âyette münafık karakterine ve 68. âyette münafıkların acı âkıbetlerine değinildiği gibi, 71. âyette mümin karakterine ve 72. âyette de onların mutlu sonlarına işaret edilerek iki grup arasında bir mukayese yapılmasına imkân sağlanmıştır. 69-70. âyetlerde, gerçekte inkârcı oldukları halde iman etmiş gibi görünen münafıkların âkıbetlerinin açıktan açığa peygamberlere karşı mücadele veren inkârcılardan daha iyi olmayacağı belirtilmekte, güç ve servet sahibi olsalar da inkârcıların boş davalar uğruna yaptıklarının gerek dünyada gerekse âhirette ziyan olup gittiği (bu konuda bk. Âl-i İmrân3/10, 116-117) hatırlatılıp münafıkların da bundan ders almaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır.
(Kuran Yolu/Diyanet tefsiri)
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
Fiil cümlesidir. وَعَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
الْمُنَافِق۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
الْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la الْمُنَافِق۪ينَ ’ye matuftur. نَارَ kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
جَهَنَّمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَالِد۪ينَ kelimesi الْمُنَافِق۪ينَ ’nin hali nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ’e müteallıktır.
خَالِد۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
الْمُنَافِق۪ينَ sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هِيَ حَسْبُهُمْۚ وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olarak mahallen merfûdur. حَسْبُهُمْ haber olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. لَعَنَهُمُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ
وَ atıf harfidir. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُق۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatıdır.
مُق۪يمٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ هِيَ حَسْبُهُمْۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması kalplere korku vermek içindir.
Allah Teâlâ daha önceki ayette, münafık erkek ve münafık kadınları unuttuğunu yani onları, Allah'ın taatına sarılmamaları sebebiyle cezalandırdığını beyan edince, bu tehdidini kuvvetlendirip bu hususta münafıkları kâfirlere katarak “Allah, erkek münafıklara da kadın münafıklara da kâfirlere de cehennem ateşini vadetti.” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikri tecrîd sanatıdır.
نَارَ جَهَنَّمَ ’den hal olan هِيَ حَسْبُهُمْۚ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
حَسْبُهُمْۚ onlardan ayrılmayan demektir. Aslı حَسْبُ şeklindedir. الكافِي (kâfi) demektir. Kâfi olmak onlardan ayrılmadığı için burada mülazımı zikredilerek kinaye yoluyla حَسْبُهُمْۚ buyurulmuştur. حَسْبُهُمْۚ kelimesinin asıl manasında olması da caizdir. Bu makamda zikredilmesi tehekküm içindir. Sanki nimeti istemişler ve onlara cehennem ateşi size yeter denilmiştir. (Âşûr)
الْمُنَافِق۪ينَ - الْمُنَافِقَاتِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَلَعَنَهُمُ اللّٰهُۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ
İstînâfa matuf olan cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Lafza-i celâlin, müsnedün ileyh olarak gelmesi kalplerde korku ve haşyet duygularını artırmak içindir. Tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaidini ağırlaştırmak içindir. (Ebüssuûd)
Yine istînâfa matuf olan son cümle isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ, muahhar mübtedadır.
عَذَابٌ - لَعَنَهُمُ - جَهَنَّمَ - نَارَ - الْكُفَّارَ - الْمُنَافِق۪ينَ - الْمُنَافِقَاتِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ [Kalıcı azap] tenkiri; azabın bilemeyeceğimiz derecede korkunç olduğunu gösterir. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ مُق۪يمٌۙ Sürekli azap ya cehennem azabından başka bir azaptır ya da dünyada kendilerinden ayrılmayan, yakalarını hiç bırakmayan bir azaptır ki her zaman maruz bulundukları nifak belasıdır. Onlar, sırlarının açığa çıkmasından, rezil rüsva olmaktan ve kendilerine bir azabın inmesinden bir an bile emin olamazlar. (Ebüssuûd)
“Azabın, مُق۪يمٌۙ (bitip tükenmez) olmasıyla خَالِد (devamlı, nihayetsiz) olması arasında, birkaç yönden fark bulunmaktadır:
Onlar için daha önce bahsedilen cehennem azabının ve onda ebedi kalışın dışında devamlı, hiç bitip tükenmeyen başka bir azap bulunmaktadır. Bu (ebedi kalış) cehennem ateşiyle olan azabın, devamlı olduğuna delalet etmez. Halbuki Cenab-ı Hakk'ın: ‘Onlara bitip tükenmeyen bir azap vardır.’ buyruğu, onlar için bunun yanında başka bir çeşit azabın bulunduğuna delalet eder.”
“O cehennem ateşi, onların canlarını yakma, acı ve sızı verme hususunda kâfi ve yeterlidir. Bununla birlikte bu azaba, onlara daha fazla azap edebilmek için bir başka çeşit azap da ilave edilebilir.” (Fahreddin er-Râzî)