Tevbe Sûresi 67. Ayet

اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ  ...

Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir (birbirlerinin benzeridir). Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar, ellerini de sıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular; Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْمُنَافِقُونَ münafık erkekler ن ف ق
2 وَالْمُنَافِقَاتُ ve münafık kadınlar ن ف ق
3 بَعْضُهُمْ onların bir kısmı ب ع ض
4 مِنْ
5 بَعْضٍ diğerlerindendir ب ع ض
6 يَأْمُرُونَ emrederler ا م ر
7 بِالْمُنْكَرِ kötülüğü ن ك ر
8 وَيَنْهَوْنَ ve menederler ن ه ي
9 عَنِ
10 الْمَعْرُوفِ iyilikten ع ر ف
11 وَيَقْبِضُونَ ve sıkı tutarlar ق ب ض
12 أَيْدِيَهُمْ ellerini ي د ي
13 نَسُوا unuttular ن س ي
14 اللَّهَ Allah’ı
15 فَنَسِيَهُمْ O da onları unuttu ن س ي
16 إِنَّ gerçekten
17 الْمُنَافِقِينَ Münafıklar ن ف ق
18 هُمُ işte onlardır
19 الْفَاسِقُونَ yoldan çıkanlar ف س ق
 

Bu âyetlerde münafık karakteri ve münafıkların davranışlarıyla ilgili tasvire yeni kesitler eklenmekte, bir taraftan müslümanlar onların görünen yüzlerine aldanmamaları için uyarılmakta, diğer taraftan da Allah’ın âyetleri, peygamberi ve müslümanlarla alay eden münafıklarakendilerinden önceki inkârcı kavimlerin acı sonları hatırlatılmaktadır. Burada işaret edilen münafıklara ait söz ve davranışlar, tefsirlerde daha çok Tebük Seferi öncesinde ve bu sefer esnasında yaşanan olaylarla açıklanır; bu konudaki rivayetler âyetlerin yorumuna ışık tutmakla beraber, âyetlerin üslûbu ve sözün akışından daha çok münafık tiplemesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır (münafıklar hakkında ayrıca bk. Bakara2/8-20; Nisâ 4/138-140, 142-146; Münâfikun 63/1-8). Tefsirlerde 61. âyetin inişi ile ilişkilendirilen bazı rivayetlere yer verilir. Bunlardan biri şöyledir: Bazı münafıklar özel sohbetlerinde Resûlullah’ı çekiştiriyorlardı, sonra içlerinden biri “Aman bunlar onun kulağına gitmesin” diye ikazda bulununca, “O her söze kolayca kanar, söylediklerimizi inkâr ederiz, üstüne bir de yemin ettik mi bize inanır” şeklinde cevaplar veriyorlardı (Taberî, X, 168-169). Resûl-i Ekrem’in, münafıkların yalanlarını yüzlerine vurmadığı ve özellikle yemine çok değer verdiği gerçeğinden hareketle söz konusu rivayetlerle âyet arasında bağ kurulabilir. Fakat burada asıl amacın münafıkların tutumlarından bir kesit verip onların zihniyetini mahkûm etmek ve bu vesileyle dikkatleri Hz. Peygamber’in yüksek ahlâkına yöneltmek olduğu anlaşılmaktadır. Diğer taraftan münafıkların, “O her söylenene kulak veriyor” anlamındaki sözleriyle, Resûlullah’ın bazı sesler işitip onu vahiy olarak yansıttığı iddiasında bulunmuş oldukları yorumu da yapılmıştır. “Allah’ın resulünü incitenler” şeklinde tercüme edilen kısmı “peygamberi yerip kınayanlar” şeklinde anlamak da mümkündür (Esed, I, 366). Âyetin, “O sizin için hayırlı olana kulak veriyor” şeklinde tercüme edilen kısmı şöyle izah edilebilir: Resûlullah gelişigüzel tahminlerle insanlar hakkında yargıda bulunmaz, Allah’a olan derin imanının yanı sıra müminlere de büyük bir güven duyar ve söylenenleri böyle iyi niyet temeline dayanan bir anlayışla değerlendirir. Bu cümlede onun kulak verdiği bildirilen şeyle kastedilenin, bütün insanlığın hayrına olan “vahiy” olduğu da söylenmiştir. Allah’ın mesajını ileten elçi olması itibariyle 62. âyette Hz. Peygamber de Allah’ın yanı sıra zikredilmiş fakat kimin hoşnut kılınması gerektiğini belirten zamir tekil kullanılmıştır. Bazı müfessirler bununla ilgili olarak, resulünün rızâsını kazanmanın Allah’ın da rızâsını kazanma mânasına geldiği yönünde açıklamalar yaparken, bazıları da burada hoşnutluğuna erişilmesi hedeflenecek yegâne varlığın Cenâb-ı Allah olduğuna işaret bulunduğunu belirtmişlerdir (Şevkânî, II, 429). 63 ve 64. âyetler arasında şöyle bir bağ kurulabilir: Allah ve resulüne karşı çıkan, din özgürlüğünü yok etmek için uğraş veren kimseler, bu durumları dünyada açığa çıkmış olsa da olmasa da içinde ebedî olarak kalacakları cehennem azabına çarptırılacaklardır, en büyük rezil-rüsvâ olma aslında budur. Münafıklar bunu bilip dururken, sadece dünyada rezil olmaktan, haklarında bir sûre indirilip kalplerindekinin ortaya dökülmesinden endişe etmektedirler. Münafıkların ileri sürdükleri mazeretin geçersizliğini belirten 65. âyet, dolaylı bir tarzda müminlere yönelik olarak da dinî ve itikadî konuların şaka ve eğlence konusu edilemeyeceği hususunda ciddi bir uyarı ihtiva etmektedir. Münafıkların bir kısmı iman ile küfür arasında bocalayan, diğer bir kısmı ise bilinçli olarak ve ısrarla inkârcılığını sürdüren fakat müslümanlara karşı bunu gizlemeye çalışan kişilerdir. İşte 66. âyette, aklını ve iradesini doğru yönde kullanmayı, içindeki hak-bâtıl mücadelesini imanın galibiyetiyle sonuçlandırmayı başaranlara yüce Allah’ın bağış kapısının açık bulunduğu, inkârcılıkta ısrar edenler için ise kötü âkıbetin kaçınılmaz olduğu haber verilmektedir. 67. âyette münafık karakterine ve 68. âyette münafıkların acı âkıbetlerine değinildiği gibi, 71. âyette mümin karakterine ve 72. âyette de onların mutlu sonlarına işaret edilerek iki grup arasında bir mukayese yapılmasına imkân sağlanmıştır. 69-70. âyetlerde, gerçekte inkârcı oldukları halde iman etmiş gibi görünen münafıkların âkıbetlerinin açıktan açığa peygamberlere karşı mücadele veren inkârcılardan daha iyi olmayacağı belirtilmekte, güç ve servet sahibi olsalar da inkârcıların boş davalar uğruna yaptıklarının gerek dünyada gerekse âhirette ziyan olup gittiği (bu konuda bk. Âl-i İmrân3/10, 116-117) hatırlatılıp münafıkların da bundan ders almaları gerektiği uyarısı yapılmaktadır. 

 

(Kuran Yolu/Diyanet tefsiri)

 
قبض Qabeda : قَبْضٌ avucun tümüyle bir şeyi kavramak/almaktır. Fiilin عَلَى harfi ceriyle kullanımı bir şeyi aldıktan sonra parmakları bir araya toplayıp eli kapamak, عَنْ harfi ceriyle kullanımı ise bir şeyi almadan parmakları toplayarak eli kapamaktır ki bu o şeyi tutmaktan geri durma anlamındadır. Buradan hareketle eli ihsanda bulunmaktan geri tutmaya da قَبْضٌ denmiştir. قَبْضٌ sözcüğü müstear olarak bir şeyi kazanmak/elde etmek anlamına da gelir. Bakara 2/245 ayeti kerimesinde وَاللّٰهُ يَقْبِضُ وَيَبْصُۣطُۖ ifadesi ya kimi zaman alır kimi zaman verir, ya bir toplumdan zorla alır başka bir topluma verir, ya birinde toplarken diğerinde dağıtır veyahutta öldürür ve diriltir olarak tefsir edilmiştir. Dolayısıyla قَبْضٌ kelimesi kimi zaman ölümden de kinaye yapılmıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 9 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kabza, kabzetmek, kabız, kabzı (mal) ve makbuzdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ

 

İsim cümlesidir.  اَلْمُنَافِقُونَ  mübteda olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُنَافِقَاتُ  kelimesi atıf harfi  وَ’la  اَلْمُنَافِقُونَ ’ya matuftur.

بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍ  cümlesi  اَلْمُنَافِقُونَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

بَعْضُهُمْ  ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ بَعْضٍ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

اَلْمُنَافِقُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ 

 

Cümle mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.

Fiil cümlesidir.  يَأْمُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْمُنْكَرِ  car mecruru  يَأْمُرُونَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  يَنْهَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنِ الْمَعْرُوفِ  car mecruru  يَنْهَوْنَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  يَقْبِضُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَيْدِيَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْمَعْرُوفِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عرف  fiilinin ism-i mef’ûludur.

 

نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ

 

Fiil cümlesidir.  نَسُوا   damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır.

نَسِيَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.   

  اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الْمُنَافِق۪ينَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismidir. Nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

هُمُ  fasıl zamiridir.  الْفَاسِقُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Veya  هُمُ الْفَاسِقُونَ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi  olarak mahallen merfûdur. Munfasıl zamir هُمُ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

الْفَاسِقُونَ  kelimesi mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْفَاسِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فسق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَلْمُنَافِقُونَ  ve  بَعْضُهُمْ ’un mübteda olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muzâfun ileyhi mahzuf olan  مِنْ بَعْضٍۢ , mahzuf habere müteallıktır.

Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ  cümlesi, ikinci haber olarak merfû mahaldedir. Akabindeki aynı üslupla gelen  وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ  cümlesi bu cümleye tezat nedeniyle atfedilmiştir.

Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَيَقْبِضُونَ اَيْدِيَهُمْۜ  cümlesi,  يَأْمُرُونَ cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

يَأْمُرُونَ بِالْمُنْكَرِ  cümlesi ile  وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

بِالْمُنْكَرِ - الْمَعْرُوفِ  ve  يَأْمُرُونَ - يَنْهَوْنَ  fiil grupları  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَلْمُنَافِقُونَ - الْمُنَافِقَاتُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cenab-ı Hak, bu küllî ifadeyi zikrettikten sonra onun tafsilatını da zikrederek “Onlar kötülüğü emreder iyilikten vazgeçirmeye uğraşırlar, ellerini cimrilikle sımsıkı yumarlar.” buyurmuştur. Münker kelimesinin muhtevasına, çirkin ve kötü olan her şey girer. Ancak ne var ki burada bunların en büyüğü, Hz. Peygamberi yalanlamaktır. Maruf kelimesinin muhtevasına da her türlü iyilik dahildir. Ancak ne var ki burada marufun en büyüğü, Hz. Peygambere (sav) iman etmektir. (Fahreddin er-Râzî)

بَعْضُهُمْ مِنْ بَعْضٍۢ  ifadesi Kur’an’da hep münafıklar için kullanılmış, müminler için birbirlerinin dostudurlar şeklinde farklı bir üslup söz konusu olmuştur. Münafıklar da müminler de birbirlerini desteklemek için gruplar oluştururlar ama münafıklar hep kişisel davranırlar.

Bu, o münafıkların kepazeliklerinin ve kötülüklerinin bir başka çeşidinin açıklanmasıdır ki bunun maksadı, o kötü ameller ve çirkin fiiller hususunda, onların kadınlarının da erkekleri gibi olduğunu beyan etmektir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, “Münafık erkeklerle münafık kadınlar nifak sıfatı hususunda, birbirinin tamamlayıcı parçasıdırlar.” buyurmuştur. Bu, bir insanın tıpkı “Sen benden; ben de sendenim.” demesi gibidir Yani “İşimiz ve durumumuz aynıdır; bu hususta seninle benim aramda bir fark yok.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

بَعْضٍۢ  tenvin almıştır, bu da bir hazife delalet eder. Hazif olunca muzâf tenvin alır. Normalde bu kelime muzâf olur.  كل  kelimesi de böyledir, çoğunlukla muzâf olarak gelir. Muzâfun ileyhi mahzuf olduğunda tenvin alır. 

بسط اليد  ibaresi cömertlikten kinaye olduğu gibi  قبِضُ الْيْد  de pintilik ve cimrilikten kinayedir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir)

Bu ifade, cimrinin cimriliğini ve müsrifin savurganlığını men eden bir mesel olup cimrilikle savurganlık arasında orta yolu, tutumluluğu, iktisadı emreder. (Keşşâf, II, 620)

غلّ اليد  ve  بسط اليد  ibareleri cimrilik ve cömertliği ifade eden mecazlardır. Allah’ın İsra Suresi 29’daki sözü de bunun gibidir. Bu ifadeleri kullanan biri somut eli ve bu elin açık veya kapalı olmasını kastetmez. Bu meselleri kullanan birine göre bunlarla, bunların sembolize ettiği cimrilik ve cömertlik kelimeleri arasında fark yoktur. Yani  غلّ اليد derken kapalı bir el, بسط اليد  derken açık bir el kastedilmez; bilakis bu ikisi ile sırasıyla cimrilik ve cömertlik kastedilir.

Beyan ilmine vakıf olmayan biri bu ve benzeri ayetlerin yorumuyla ilgili doğru kanıtları görmekten aciz kalır ve kendini, kendisiyle dalga geçenlerin elinden kurtaramaz. (Keşşâf, I, 687-688-689)

Allah Teâlâ onları, ancak vâcip olanı terk etmelerinden dolayı kınamıştır ki bunun hükmüne, cihat yolunda harcamada bulunmama da dahildir. Ve böylece Cenab-ı Hak bu ifadeyle de onların cihada iştirak etmediklerine dikkat çekmek istemiştir. Bu tabirin kullanılışıyla ilgili olan esas husus şudur: Bir şey veren kimse elini uzatır ve onu verirken elini açar. İşte bundan dolayı, vermeyen, cimri olan kimseye de “elini yumdu, sıktı” denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْۜ 

 

اَلْمُنَافِقُونَ  için üçüncü haber olan bu cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

فَ  harfi, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiiller mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.  

نَسُوا - نَسِيَهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَسُوا اللّٰهَ فَنَسِيَهُمْ  ifadesi müşakele babındandır. Çünkü Allah unutmaz. Yani “Onlar Allah’a itaati bıraktılar. Allah da onları rahmetinden ayırdı.” demektir. (Safvetü’t Tefasir)

Allah’ın unutması söz konusu olamayacağından burada fiil aslında ‘terk etmek’ anlamındadır. Yani onların Allah’ı bırakmaları, Allah’ın emirlerini yerine getirmemeleri sebebiyle Allah’ın da onları bıraktığı ifade edilmektedir. (İbni Manzûr, Lisanu’l Arab, XIV, 131-134)

”Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu.” cümlesinde; manada ihtilaf olmakla beraber lafızda ittifak sanatı olan müşâkele üslubu vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir) 

Bu ayette Allah’ın unutmasından bahsedilmektedir. Fakat Allah’a unutma izafe edilemez. Mükemmel bir üslup kullanılarak müşâkele sanatı için en güzel örneği oluşturan bu ayet, kâfirlerin, Allah’ın ayetlerini, O’na kavuşacakları günü ve Peygamberin tebliğini unutmalarına, görmezden gelmelerine ve sırt çevirmelerine bir ceza olsun diye ahirette umursanmayacaklarını açıkça ortaya koymaktadır. (Hasan Uçar Doktora Tezi, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

Unutmak, hatırlamanın zıddıdır. Binaenaleyh o münafıklar, Allah'ı ibadetleriyle zikretmeyi ve O'na sena etmeyi terk edince Allah da onları, rahmet ve insanıyla zikretmeyi, hatırlamayı terk etmiştir. Unutmanın, hatırlamamadan kinaye yapılması, son derece güzel bir üsluptur. Zira bir şeyi unutan, onu hatırlayamaz. Böylece melzumun (unutma) ismi, lâzımdan (hatırlamama) dan kinaye kılınmış olur. Daha sonra Cenab-ı Hak, “Şüphesiz ki münafıklar, fasıkların tâ kendileridir…” buyurmuştur. Yani: “O münafıklar, fıskda, dinden çıkmada, hiçbir eksikliği bulunmayan, tam fasık olan kimselerdir…” demektir. (Fahreddin er-Râzî)


اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle  اِنَّ  ve fasıl zamiri ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  takısıyla marife olması, müsnedün ileyhte bu vasfın kemâl derecede olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve fasl zamiri sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

هُمُ الْفَاسِقُونَ ’da kasr-ı iddiaî vardır. (Âşûr)

فَسِقُ , taze hurmanın kabuğundan çıkmasını ifade eden bir fiildir. كفر ’dan daha geniş bir manası vardır. İmandan çıkmadan da doğru yoldan ayrılmak manasında kullanılabilir. Fareye çok sık yuvasına girip çıktığı için  فُسيق  denmiştir. Münafıklar da sürekli olarak dine girip çıkarlar. 

الْمُنَافِق۪ينَ - اَلْمُنَافِقُونَ - الْمُنَافِقَاتُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الْمُنَافِق۪ينَ - الْفَاسِقُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.