Tevbe Sûresi 76. Ayet

فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ بَخِلُوا بِه۪ وَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ  ...

Fakat Allah, lütuf ve kereminden onlara verince, onda cimrilik ettiler ve yüz çevirerek dönüp gittiler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 اتَاهُمْ onlara verdi ا ت ي
3 مِنْ
4 فَضْلِهِ lutfundan ف ض ل
5 بَخِلُوا cimrilik ettiler ب خ ل
6 بِهِ O’na
7 وَتَوَلَّوْا ve döndüler و ل ي
8 وَهُمْ onlar
9 مُعْرِضُونَ yüz çevirerek ع ر ض
 
Bu âyetlerden ilk ikisinin nüzûl sebebi olarak tefsirlerde genellikle yer alan olayların tarihî verilerle bağdaşmadığı görülmektedir (meselâ bk. Taberî, X, 188-191; Şevkânî, II, 439-440). Burada, kendisini ruhen eğitememiş, davranışlarını yönlendirmeye muktedir bir iman düzeyine erişememiş insanların sürekli yaşadıkları çelişkilere bir örnek verilmekte, âyetlerin bağlamı ve iniş zamanı bakımından bu örneklemeye en uygun düşen nifak zihniyetine ve münafıkların tutumlarına gönderme yapılmaktadır. Esasen geniş imkânlara kavuşunca bunları hayır yollarında kullanma ve başkalarına yardımcı olma özlemi taşımak dinen yerilen bir tutum değildir. Aksine Hz. Peygamber’in hadislerinde amellerin niyetlere bağlı olduğu (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 1), bir iyiliği gönlünden geçirdiği halde güç yetiremediği için bunu gerçekleştiremeyen kişinin bundan ötürü sevap kazanacağı bildirilmiştir (bk. Müslim, “Îmân”, 203-204, 206; Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir fî kavâ‘idi ve furû‘ı fıkhi’ş-Şâfi‘iyye, s. 38-40). Fakat bu âyetlerde belirtildiği üzere bir kısım münafıkların yaptığı gibi, sırf kendi çıkarının söz konusu olduğu durumda Allah’a yönelen, üstelik –beklentisine kavuşursa bunları– hayır yolunda kullanacağına dair Allah’a söz veren, kendilerine ilâhî bir lutufta bulunulduğunda ise hemen cimrileşen ve yüz çeviren kimseler sorumluluk bilincini ve kendilerine olan saygıyı yitirmiş insanlardır; onların ne Allah’a ne kendilerine ne de başka insanlara karşı verdikleri söze güvenilir. 
 75. âyette bu karakterdeki insanların iyi kimselerden olma hedefi ve vaadini de kendilerine geniş imkânlar verilmesi şartına bağladıklarına değinilmesi insan psikolojisine ışık tutma açısından ilginçtir. Bulunduğu şartlar içinde sınava tâbi tutulduğunu göz ardı eden insanoğlu, zaman zaman kendi sınav ortamını kendisi düzenlemek istercesine iyi olmayı kendisine belirli imkânların sağlanması şartına bağlamaya çalışmakta, mevcut durumda olabileceğin en iyisini yapma irade ve çabasını ortaya koyamamış olmanın bahanelerini üretmekle vakit kaybetmektedir.
77. âyette bu tip kişilerin yüreklerine nifakın yerleştirilmiş olduğu belirtilmekle beraber, yine âyetin açıklamasına göre bu tamamen onların kendi kusurları yani Allah’a verdikleri sözden caymaları ve yaptıkları yemini bozma bahanesi uydura uydura yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmeleri sebebiyledir. Bundan dolayı müfessirler bu âyetin tefsiri sırasında genellikle şu hadise yer verirler: Münafığın üç alâmeti vardır; konuştuğunda yalan söyler, vaad ettiğinde vaadinden döner, kendisine birşey emanet edildiğinde ona hıyanet eder (Buhârî, “Şehâdât”, 28; Müslim, “Îmân”, 107). Âyetin “kendi huzuruna çıkacakları güne kadar” diye mâna verilen kısmından maksadın kıyamet günü olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 39-40 
 
بخل Behale :بُخْلٌ kelimesi nimetleri ve ihtiyaçları esirgenmesi doğru olmayan kimselerden alıkoyup esirgemek ve cimrilik etmektir. Bunun zıddı جُودٌ sözcüğüdür. بُخْلٌ cimrilik iki çeşittir: Biri kişinin kendi ihtiyaçlarını karşılamada gösterdiği cimrilik, diğeri de başkalarının ihtiyaçlarını karşılamada onlara da cimriliği telkin etmesidir. Bu sonuncusu daha çok tenkid edilmiştir ve buna delilimiz de Nisa 4/37 اَلَّذ۪ينَ يَبْخَلُونَ وَيَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبُخْلِ ayeti kerimesidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 12 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ بَخِلُوا بِه۪ وَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

اٰتٰيهُمْ  şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ فَضْلِهٖ  car-mecruru  اٰتٰينَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هٖ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

Şartın cevabı  بَخِلُوا بِهٖ dir.  بَخِلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِهٖ  car-mecruru  بَخِلُوا  fiiline müteallıktır.

تَوَلَّوْا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline (kendinden öncesine) matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَلَّوْا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و’ı fail olup mahallen merfûdur.     

وَ  haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızdır (kelime veya cümle). Hal “nasıl” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  و  ve zamir veya yalnız  و  gelir. Bazen  و  gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.

مُعْرِضُونَ  kelimesi mübtedanın haberi olup olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُعْرِضُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَوَلَّوْا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي  ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

فَلَمَّٓا اٰتٰيهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ بَخِلُوا بِه۪ وَتَوَلَّوْا وَهُمْ مُعْرِضُونَ

 

فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  اٰتٰيهُمْ مِنْ فَضْلِهٖ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cevap cümlesi olan  بَخِلُوا بِهٖ, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  وَتَوَلَّوْا  cümlesi şartın cevabına matuftur. 

İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَهُمْ مُعْرِضُونَ, hal cümlesi  

olarak mansub mahaldedir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

Onlar, dönek bir topluluktu; bedenleriyle dönerken kalpleriyle de yüz çevirmişlerdi. (Ebüssuûd)

فَضْلِهٖ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  فَضْلِ  şan ve şeref kazanmıştır.

وَتَوَلَّوْا  -  مُعْرِضُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

إعْراض ; nefsini arz etmektir. Yani şahsiyetini, makamını ortaya koymaktır. Bu da ancak karşılaştığı bir şeyden ayrılmakla olur. Bunun için çoğunlukla  عن  harfiyle kullanılır. Bu fiil düşünmeden reddetmek ve ayrılmayı ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Fussilet s. 32)