Tevbe Sûresi 77. Ayet

فَاَعْقَبَهُمْ نِفَاقاً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلٰى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَٓا اَخْلَفُوا اللّٰهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ  ...

Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için O da kalplerine, kendisiyle karşılaşacakları güne kadar (sürecek) bir nifak soktu.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَأَعْقَبَهُمْ sokmuştur ع ق ب
2 نِفَاقًا iki yüzlülük ن ف ق
3 فِي içine
4 قُلُوبِهِمْ onların kalblerine ق ل ب
5 إِلَىٰ kadar
6 يَوْمِ güne ي و م
7 يَلْقَوْنَهُ kendisiyle karşılaşacakları ل ق ي
8 بِمَا dolayı
9 أَخْلَفُوا döndüklerinden خ ل ف
10 اللَّهَ Allah
11 مَا nedeniyle
12 وَعَدُوهُ verdikleri sözden و ع د
13 وَبِمَا ve dolayı
14 كَانُوا olduklarından ك و ن
15 يَكْذِبُونَ yalan söylüyor(lar) ك ذ ب
 
Bu âyetlerden ilk ikisinin nüzûl sebebi olarak tefsirlerde genellikle yer alan olayların tarihî verilerle bağdaşmadığı görülmektedir (meselâ bk. Taberî, X, 188-191; Şevkânî, II, 439-440). Burada, kendisini ruhen eğitememiş, davranışlarını yönlendirmeye muktedir bir iman düzeyine erişememiş insanların sürekli yaşadıkları çelişkilere bir örnek verilmekte, âyetlerin bağlamı ve iniş zamanı bakımından bu örneklemeye en uygun düşen nifak zihniyetine ve münafıkların tutumlarına gönderme yapılmaktadır. Esasen geniş imkânlara kavuşunca bunları hayır yollarında kullanma ve başkalarına yardımcı olma özlemi taşımak dinen yerilen bir tutum değildir. Aksine Hz. Peygamber’in hadislerinde amellerin niyetlere bağlı olduğu (bk. Buhârî, “Bed’ü’l-vahy”, 1), bir iyiliği gönlünden geçirdiği halde güç yetiremediği için bunu gerçekleştiremeyen kişinin bundan ötürü sevap kazanacağı bildirilmiştir (bk. Müslim, “Îmân”, 203-204, 206; Süyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir fî kavâ‘idi ve furû‘ı fıkhi’ş-Şâfi‘iyye, s. 38-40). Fakat bu âyetlerde belirtildiği üzere bir kısım münafıkların yaptığı gibi, sırf kendi çıkarının söz konusu olduğu durumda Allah’a yönelen, üstelik –beklentisine kavuşursa bunları– hayır yolunda kullanacağına dair Allah’a söz veren, kendilerine ilâhî bir lutufta bulunulduğunda ise hemen cimrileşen ve yüz çeviren kimseler sorumluluk bilincini ve kendilerine olan saygıyı yitirmiş insanlardır; onların ne Allah’a ne kendilerine ne de başka insanlara karşı verdikleri söze güvenilir. 
 75. âyette bu karakterdeki insanların iyi kimselerden olma hedefi ve vaadini de kendilerine geniş imkânlar verilmesi şartına bağladıklarına değinilmesi insan psikolojisine ışık tutma açısından ilginçtir. Bulunduğu şartlar içinde sınava tâbi tutulduğunu göz ardı eden insanoğlu, zaman zaman kendi sınav ortamını kendisi düzenlemek istercesine iyi olmayı kendisine belirli imkânların sağlanması şartına bağlamaya çalışmakta, mevcut durumda olabileceğin en iyisini yapma irade ve çabasını ortaya koyamamış olmanın bahanelerini üretmekle vakit kaybetmektedir.
77. âyette bu tip kişilerin yüreklerine nifakın yerleştirilmiş olduğu belirtilmekle beraber, yine âyetin açıklamasına göre bu tamamen onların kendi kusurları yani Allah’a verdikleri sözden caymaları ve yaptıkları yemini bozma bahanesi uydura uydura yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmeleri sebebiyledir. Bundan dolayı müfessirler bu âyetin tefsiri sırasında genellikle şu hadise yer verirler: Münafığın üç alâmeti vardır; konuştuğunda yalan söyler, vaad ettiğinde vaadinden döner, kendisine birşey emanet edildiğinde ona hıyanet eder (Buhârî, “Şehâdât”, 28; Müslim, “Îmân”, 107). Âyetin “kendi huzuruna çıkacakları güne kadar” diye mâna verilen kısmından maksadın kıyamet günü olduğu anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 39-40 
 

فَاَعْقَبَهُمْ نِفَاقاً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلٰى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَٓا اَخْلَفُوا اللّٰهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir.  

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَعْقَبَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  نِفَاقاً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

فٖي قُلُوبِهِمْ  car-mecruru  نِفَاقاً  ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِلٰى يَوْمِ  car-mecruru  نِفَاقاً in ikinci mahzuf sıfatına müteallıktır.  يَلْقَوْنَهُ  fiili  يَوْمِ nin muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَلْقَوْنَهُ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  بِ  harfiyle birlikte ikinci mef’ûlün bihe müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  اَخْلَفُوا اللّٰهَ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَخْلَفُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا, ikinci mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  وَعَدُوهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

وَعَدُوهُ  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubtur.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte birinci ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlün sılası  كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانُوا; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

يَكْذِبُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَكْذِبُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَعْقَبَهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  عقب ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.
 

فَاَعْقَبَهُمْ نِفَاقاً ف۪ي قُلُوبِهِمْ اِلٰى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَٓا اَخْلَفُوا اللّٰهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

 

Ayet, sebebi müsebbebe bağlayan atıf harfi  فَ  ile  وَتَوَلَّوْا  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiilin ikinci mef’ûlü olan  نِفَاقاً ’daki tenvin nev ve kesret ifade eder.

فٖي قُلُوبِهِمْ  ibaresindeki  فٖي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  فٖي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla kalp içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  فٖي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü kalp hakiki manada zarfiyeye yani  içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu kimselerin kalplerindeki nifakı, etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri, Beyân İlmi) 

يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ  ibaresi kıyamet gününden kinayedir.

اِلٰى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ ’nın(karşılaşma günü’nün) manası  إلى يَوْمِ الحَشْرِ ’dır. (Haşr günüdür). Çünkü haşr günü, hesabın görülmesi için Allah ile karşılaşılacak olan gündür. Veya ölüm günüdür. Nitekim ölüm,  مَن أحَبَّ لِقاءَ اللَّهِ أحَبَّ اللَّهُ لِقاءَهُ (Kim Allah ile karşılaşmayı isterse Allah da onunla karşılaşmayı ister.) hadis-i şerifinde ifade edildiği gibi Allah ile karşılaşma günüdür. (Âşûr)  

Sebebiyye olan  بِ  harfi nedeniyle mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki …اَخْلَفُوا اللّٰهَ  cümlesi, masdar teviliyle  اَعْقَبَهُمْ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَخْلَفُوا  fiilinin ikinci mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا nın sılası  وَعَدُوهُ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Ayetteki ikinci masdar harfi ilkine matuftur.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesinde haberin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. 

Onlar, tasadduk etmek, salihlerden olmak gibi Allah'a verdikleri sözlerden döndükleri, vaatlerini yerine getirmedikleri ve yalan söyledikleri için Allah Teâlâ da onların bu fiillerinin sonucu olarak, ölecekleri güne ya da amellerinin karşılığını alacakları kıyamet gününe kadar kalplerinde derin bir nifak soktu. (Ebüssuûd)

بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ  ifadesindeki  ب  harf-i ceri burada sebebiyet veya ta’lil içindir. Yani bununla, Rabblerine verdikleri sözü yerine getirmemelerinin ve yalanlamalarının sebep olduğu netice belirtilmiştir.

Yalanlamalarının  كانُوا يَكْذِبُونَ  sıygasıyla gelişi  كانَ nakıs fiilinin, söyledikleri yalanın karakterlerinde mücessem ve müşahhas bir varlığa bürünmüş olduğuna delaleti içindir. Muzariliğin delaleti ise bu yalanın tekrarlanarak sürekli bir şekilde yenilenmesidir. (Âşûr)  

نِفَاقاً  ve  يَكْذِبُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.