Beled Sûresi 2. Ayet

وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ  ...

Sen bu beldedeyken bu beldeye (Mekke’ye), babaya ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki, biz insanı bir sıkıntı ve zorluk içinde (olacak ve bunlara göğüs gerecek şekilde) yarattık.  (1 - 4. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنْتَ ki sen
2 حِلٌّ oturmaktasın ح ل ل
3 بِهَٰذَا bu
4 الْبَلَدِ şehirde ب ل د
 

Belde” diye çevirilen beledden maksat Mekke’dir. “Ana baba ve bunlardan meydana gelen çocuklar”ın kimler olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar, “Âdem ve zürriyeti, Nûh ve soyu, İbrâhim ve soyu, Hz. Muhammed ve soyu, genel anlamıyla anne baba ve çocuklar” şeklinde özetlenebilir. Taberî, gerekçelerini açıklayarak bizim de katıldığımız son mânayı tercih etmiştir (bk. XXX, 125).

Müfessirler 2. âyetteki hill kelimesinin farklı anlamlarından hareketle âyete şu mânaları da vermişlerdir: a) “Bu şehirde hayvan ve bitkilerin bile dokunulmazlığı olduğu halde müşrikler sana eziyet etmeyi helâl sayıyorlar.” Bu takdirde âyette müşriklerin kutsal kentin hürmetini çiğneyerek Hz. Peygamber’e eziyet etmeleri kınanmaktadır. b) “Bir gün gelecek, Mekke’yi zalim putperestlerin elinden kurtaracaksın ve o zaman kentin dokunulmazlığı senin için geçici olarak kaldırılacaktır.” Bu takdirde ise Hz. Peygamber’in ileride bu kenti fethedeceği ve fetih sırasında şehirde çatışmaya girmesine geçici olarak izin verileceği bildirilmiş demektir. Nitekim öyle de olmuştur (Şevkânî, V, 517-518; Elmalılı, VIII, 5825).

4. âyette geçen kebed kelimesi “acı, sıkıntı, zahmet” gibi anlamlara gelmektedir. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sıkıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. “Hayat mücadelesi” ifadesinin genel kabul görerek kullanılması da insanın dünya hayatının “mücadele” şeklinde özetlenebileceğini göstermektedir. Bu durum aynı zamanda insana mücadele gücü ve iradesi de kazandırmaktadır. Âyetlerde ayrıca Hz. Peygamber’in karşılaşacağı güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı baskılara ve bunlara kendini hazırlaması gerektiğine de bir işaret olduğu anlaşılıyor.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt:5 Sayfa:625
 
Resûlullah sallallahu ve sellemMekke’nin önemini şöyle belirtmiştir:” Şüphesiz Allah Teâlâ bu şehri gökleri ve yeri yarattığı gün haram ( dokunulmaz) kılmıştır. Allah Teâlâ dokunulmaz kıldığı için de o şehir kıyamet gününe kadar haramdır. Benden önce bu şehirde savaşmak kimseye helâl kılınmamıştır; bana da sadece ( Mekke fethi sırasında) günün bir bölümünde savaşmak helâl kılınmıştır”
(Buhari, Bed’ü’l-halk 22; Müslim, Hac 445).
 

وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ


İsim cümlesidir. وَ  itiraziyyedir. Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. حِلٌّ  haber olup lafzen merfûdur.  بِهٰذَا  car mecruru  حِلٌّ ‘e mütealliktir.  الْبَلَدِ  işaret isminden bedel olup kesra ile mecrurdur.

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. 

Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاَنْتَ حِلٌّ بِهٰذَا الْبَلَدِۙ


وَ   itiraziyyedir. İtiraz cümleleri, parantez arası cümleler (cümle-i mu‘teriza) vasıtasıyla yapılan ıtnâbtır. Bir cümlenin öğeleri arasına veya anlamca ilgili iki cümle arasına anlamı pekiştirmek, güzelleştirmek veya tenzih, tazim, tenbih, dua gibi amaçlarla bir kelime, cümle yahut cümleler getirilerek ıtnâb sağlanır. Bu cümleler, genellikle öndeki kelime veya cümleyle bağlantılı olarak sırası ve yeri gelmişken hemen kaydedilmesi gerekli açıklayıcı notlar şeklinde gelir. (TDV İslam ansiklopedisi. Itnâb bab.)

Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Munfasıl zamir  اَنْتَ , mübtedadır.  حِلٌّ  mübtedanın haberidir.  بِهٰذَا  car mecrur, حِلٌّ ’a mütealliktir. الْبَلَدِ , bedeli mutabıktır. 

Beldenin  هٰذَا  ile işaret edilmesi, onun mertebesinin yüksekliğini belirterek tazim ve teşrif ifade eder.

الْبَلَدِۙ - هٰذَا  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

[Ki sen bu beldedesin.] Bu ifade yukarıda üzerine yemin edilen ”belde" den haldir. Ayet metninde yer alan  اَنْتَ  (sen) kelimesi ile Rasûlüllah (s.a.v)'a hitap olunmaktadır. Ayetin içinde yer alan  حِلٌّ  kelimesi,  حُلول  masdarından  حائل  manasınadır. Kelimenin türediği mastar, bir yere inmek, konaklamak anlamınadır. Bu açıklamaların ışığı altında ayetin manası şöyle olur: Bu beldeye (Mekke'ye) -ki sen ey Muhammed! Mekke'desin ve orada bulunmaktasın- yemin ederim ki... Yüce Allah mutlak olarak Mekke üstüne yemin etmiyor. Tam tersine Resulllah (sav) 'in içinde bulunduğu Mekke'ye yemin ediyor ve böylece Mekke'nin içinde Peygamberi bulundurmakla daha da şeref kazandığına işaret olunuyor. Çünkü Mekke bizatihi kendisi şerefli iken şimdi şerefli olan büyük Peygamberin gelip orada yerleşmesiyle daha da şeref kazanmaktadır. (Rûhu-l Beyân)

Allah, Kutsal Şehir (Beled-i Haram) olan Mekke'ye ve ondan sonra zikredilen şeylere yemin ediyor ki, zorlukları karşılamak, meşakkatleri göğüslemek üzere yaratmıştır. Burada bir ara cümlesi olarak da "Ki sen bu şehirde durmuşsun" denilmesi, ya Peygamberimizin şerefini yükseltmek içindir. Zira onun bu şehirde durması, bu şehre yemin edilerek şehrin tazimine sebep kılınmıştır. Yahut daha baştan cevabın tahakkukuna dikkat çekmek içindir. Zîra daha başta insanın sıkıntıları göğüslemesinden söz edilmektedir. Ve yine bu ara cümlesi beyan ediyor ki, Peygamberimiz, kadri bu kadar yüksek ve hürmeti büyük olduğu halde, kâfirler, bu Beled-i Haramda ona eza etmeyi helal saymışlar; ona kötülükler yapmışlar ve başaramadıkları suikasta bile yeltenmişlerdir. (Ebüssuûd)