وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَۙ
“Belde” diye çevirilen beledden maksat Mekke’dir. “Ana baba ve bunlardan meydana gelen çocuklar”ın kimler olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar, “Âdem ve zürriyeti, Nûh ve soyu, İbrâhim ve soyu, Hz. Muhammed ve soyu, genel anlamıyla anne baba ve çocuklar” şeklinde özetlenebilir. Taberî, gerekçelerini açıklayarak bizim de katıldığımız son mânayı tercih etmiştir (bk. XXX, 125).
Müfessirler 2. âyetteki hill kelimesinin farklı anlamlarından hareketle âyete şu mânaları da vermişlerdir: a) “Bu şehirde hayvan ve bitkilerin bile dokunulmazlığı olduğu halde müşrikler sana eziyet etmeyi helâl sayıyorlar.” Bu takdirde âyette müşriklerin kutsal kentin hürmetini çiğneyerek Hz. Peygamber’e eziyet etmeleri kınanmaktadır. b) “Bir gün gelecek, Mekke’yi zalim putperestlerin elinden kurtaracaksın ve o zaman kentin dokunulmazlığı senin için geçici olarak kaldırılacaktır.” Bu takdirde ise Hz. Peygamber’in ileride bu kenti fethedeceği ve fetih sırasında şehirde çatışmaya girmesine geçici olarak izin verileceği bildirilmiş demektir. Nitekim öyle de olmuştur (Şevkânî, V, 517-518; Elmalılı, VIII, 5825).
4. âyette geçen kebed kelimesi “acı, sıkıntı, zahmet” gibi anlamlara gelmektedir. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sıkıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. “Hayat mücadelesi” ifadesinin genel kabul görerek kullanılması da insanın dünya hayatının “mücadele” şeklinde özetlenebileceğini göstermektedir. Bu durum aynı zamanda insana mücadele gücü ve iradesi de kazandırmaktadır. Âyetlerde ayrıca Hz. Peygamber’in karşılaşacağı güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı baskılara ve bunlara kendini hazırlaması gerektiğine de bir işaret olduğu anlaşılıyor.
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَۙ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la önceki ayete الْبَلَدِۙ ‘ye matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında irab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz. Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. İsm-i mevsûlun sılası وَلَدَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
وَلَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
وَوَالِدٍ وَمَا وَلَدَۙ
وَوَالِدٍ atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki بِهٰذَا الْبَلَدِۙ ‘ye atfedilmiştir. Mecrur mahaldeki وَالِدٍ ’e matuf olan müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan وَلَدَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
وَالِدٍ ’deki tenkir tazim ve teşrif ifade eder.
وَالِدٍ - وَلَدَۙ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Buradaki وَالِدٍ (baba) dan maksat, İbrahim (as)'dir. Baba kelimesinin ayet-i kerimede elif lamsız getirilmesi, onun şerefli bir baba olduğuna işaret olunmak içindir. Ve ondan meydana gelen çocuğa yemin ederim ki... Buradaki وَلَدَۙ (çocuk) tan maksat, İsmail ve Muhammed (as) Peygamberlerdir. Çünkü Hazret-i Muhammed'in nesebi, İsmail (as) vasıtasıyla İbrahim (as) 'a ulaşmaktadır. Şu halde bu sûre, iki yerde Resulullah (sav)'ın üstüne yemini ihtiva etmektedir. (Rûhu’l Beyân)