Alak Sûresi 1. Ayet

اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ  ...

Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak”dan yarattı.  (1 - 2. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اقْرَأْ oku ق ر ا
2 بِاسْمِ adıyle س م و
3 رَبِّكَ Rabbinin ر ب ب
4 الَّذِي
5 خَلَقَ yaratan خ ل ق
 

Nüzûlü” bölümünde açıklandığı üzere bu âyetler Hz. Peygamber’e inen ilk vahiy olup ona ve onun şahsında bütün müslümanlara okumayı emretmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin “oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu gösterdiği şeklinde yorumlanır. Kur’an’ın, canlılar arasında insanın farklı ve üstün yerini onun öğrenme özelliği ile tanımlaması son derece anlamlıdır (ayrıca bk. Bakara 2/31). Âyette Hz. Peygamber’e emredilen okumanın konusu belirtilmemiştir; çünkü başta kendisine indirilen vahiy ve kozmik evrendeki âyetler olmak üzere, okunması yani üzerinde inceleme yapıp zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması, iyi ve faydalı sonuçlar üretilmesi gereken her şeyi tanıması, hakikatini anlayıp kavraması istenmektedir. Kuşku yok ki en başta yaratanı tanımak, dinin de ilmin de temel gayesidir. Bu sebeple “Yaratan rabbinin adıyla oku!” buyurularak Hz. Peygamber’in okuma faaliyetine veya herhangi bir işe, başka varlıkların adıyla değil, yaratan rabbinin adıyla başlaması ve O’ndan yardım istemesi emredilmiştir. Âyete “Yaratan rabbinin adına oku!” şeklinde de mâna verilebilir. Sonuçta okumanın (veya herhangi bir faaliyetin) Allah’ın adıyla, Allah için ve Allah adına yapılması emredilmiştir. Âyette “Yaratan rabbinin adıyla oku!” buyurularak özellikle yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır. Çünkü hem insandaki okuma yeteneği ve imkânını hem de onun okuduğu, incelediği, anlamaya ve kavramaya çalıştığı objeleri, nesneleri yaratan Allah’tır. İnsan, bilgi edinme sürecinde Allah’ın verdiği imkân ve yetenekleri kullanmakta, O’nun yarattığı şartlarda ve onun yarattığı varlıklar üzerinde inceleme ve araştırmalar yapmaktadır. Durum böyle iken, yani O’nun yarattığı yeteneklerle O’nun yarattığı varlık âlemini incelerken, bütün bu lütufları görmezlikten gelerek Allah’a şükretmemek, O’nu tanımamak, üstelik bunu bilim adına yapmak büyük bir nankörlüktür. 

Sözlükte “yapışmak, asılmak, sevgi, ilgi, pıhtılaşmış kan, kan emen kurtçuk” gibi anlamlara gelen 2. âyetteki “alak” ile aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyetinin (zigot) kastedildiği anlaşılmaktadır. Âyetler insanın kâmil bir varlık haline gelmesi için önce yaratanı, sonra da yaratılanı yani kendisini ve evreni tanımasının gerekli olduğunu gösterir (insanın yaratılış safhaları hakkında bk. Hac 22/5; Mü’minûn 23/14).

Nüzûlü” bölümünde anlatıldığı üzere Cebrâil Hz. Peygamber’e “oku” dediğinde o okuma işinin okuma yazma bilenler tarafından yapılabileceğini düşünerek “Ben okuma bilmem” demişti. İşte 3. âyet, bir bakıma Resûl-i Ekrem’in bu dolaylı özür beyanına bir cevap olmaktadır. Buna göre Allah’ın keremi sonsuzdur; O, insanı “alak”tan yaratıp mükemmel bir varlık haline getiren ve peygamberlik gibi yüce bir makama kadar erdiren kudretiyle, dilediği kullarına normal yollardan, yani kalemi ve diğer bilgi malzemesini kullanarak bir hocadan bilgi almasını sağlayarak okumayı öğretir, ama O, kullarından dilediğine, bir öğretici ve öğrenim aracılığı olmadan bilgi öğretmeye de kadirdir.

4 ve 5. âyetlerde kalemin önemi vurgulanmıştır; çünkü “kalem” kelimesiyle anılan yazma araçlarında sayılamayacak kadar çok ve büyük faydalar vardır. Kalem vasıtasıyla ilimler tedvin edilmiş, hikmetler kaydedilmiş, öncekilerle ilgili haberler, bilgiler zaptedilmiş; kalem sayesinde insanlar bilgilerini yazıya, kitaba dönüştürüp başkalarına aktarmış, kalıcı hale getirebilmiş; Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar yine bu araçla yazılmıştır. Kısaca uygarlıklar kalem sayesinde süreklilik kazanmış, kuşaktan kuşağa aktarılmış; Allah kalem vasıtasıyla insana bilmediklerini öğreterek onu cehalet karanlığından kurtarmış, ilmin aydınlığına kavuşturmuştur. Burada “kalem” kelimesinin, –işlevi ve amacı dikkate alındığında– bilinen kalemden bilgisayara kadar bütün okuma, yazma ve bilgi alıp verme araçlarını kapsadığını da belirtmek gerekir.

 


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri  Cilt:5 Sayfa:651-653
 
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hira mağarasında bulunduğu sırada kendisine vahyin gelişini şöyle anlatmıştır:” Melek gelip ‘Oku!’ dedi. 
Kâinatın Efendisini hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu!
"Ben okuma bilmem." diye cevap verdi.
Hazret-i Cebrâil, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar,
"Oku!" diye seslendi.
Fahr-i Kâinat aynı cevabı verdi:
"Ben okuma bilmem!"
Hazret-i Cebrâil, ikinci kere Kâinatın Efendisini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi:
"Oku!"
Bu sefer Fahr-i Kâinat:
"Ben okuma bilmem, söyle ne okuyayım?" dedi.
Bunun üzerine melek, Allah'tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği Alâk sûresinin ilk ayetlerini başından sonuna kadar okudu:
"Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O Rabbin ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir." 
(bk. Buhârî, Bed'ü'l-vahy, 3; Müslim, İmân, 252)
 

اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ

 

Fiil cümlesidir.  اِقْرَأْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  بِاسْمِ  car mecruru  اِقْرَأْ ‘daki failin mahzuf haline mütealliktir. Takdiri, متلبسا باسم، أو مبتدئا باسم (isme bürünerek veya isimle başlayarak) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. 

رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  رَبِّكَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  خَلَقَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

خَلَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

 

اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ

 

Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذ۪ي خَلَقَۚ  [Ey Rasûlüm Muhammed! Sana vahyolunanları, yaratan Rabbinin adıyla oku!] ayetinden,  مَا لَمْ يَعْلَمْۜ  diye biten beşinci ayetin sonuna kadar olan kısım, Resulullah (sav)'a ilk defa nazil olan Kur'an ayetleridir. Nitekim bu gerçeğe sahih hadisler de delalet etmektedir. İhtilaf sadece surenin tamamının ilk defa inmiş Kur'an ayetleri olup olmadığı noktasındadır. (Rûhu’l Beyân) 

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.  بِاسْمِ  car mecruru,  اِقْرَأْ   fiiline mütealliktir.  رَبِّكَ  muzâfun ileyhtir.

رَبِّكَ  için sıfat konumundaki ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ي ‘nin sılası olan  خَلَقَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Sıla cümlesinin mef’ûlü mahzuftur. Mübalağa ve umum ifâde eder. Müteaddi fiilin mef’ûlünün zikredilmemesi yalnız failden südûrunu gösterir. Dolayısıyla ondan başka yaratıcı yoktur vurgusunu taşır. (Tefsîr-i Kebîr) 

Sıfatın ism-i mevsûl olarak gelmesi, teferruatlı olarak açıklamak, sıla cümlesine dikkat çekmek ve tazim içindir.

خَلَقَ  fiilinin mef’ûlünün zikredilmeyerek fiilin lazım menzilesine konulması caizdir. Yani, ’’O ki yaratandır.’’ manasındadır. Umum ifade etmesi için mef’ûlün hazfi de caizdir. Yani,mana ’’Mahlukatın tümünü yarattı.’’ şeklindedir.(Âşûr)  

بِاسْمِ رَبِّكَ [Rabbinin adıyla] demek, O'nun adıyla başlayarak demektir. Bir başka ifadeyle: ”Bismillâhirrahmânirrahîm de, sonra da oku’’ denmiş olmaktadır. Buradan anlaşılıyor ki اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ  ayetleri, baş tarafında besmele olmaksızın nazil olmuştur. İmam el-Buharî bunu açıkça belirtir. Yüce Allah'ın böyle bir emir vermesi, Allah adının okuma esnasında. Resulullah'a güç vereceğinden ve mevlasıyla ünsiyet meydana getireceğinden dolayıdır. Çünkü isim ile meydana gelen kaynaşma ve yakınlaşma, bu ismin temsil ettiği varlık ile kaynaşma ve yakınlaşmaya götürür. Dil ile yapılan zikir, kalp ile zikre yol açar. (Rûhu’l Beyân) 

Veciz ifade kastına matuf  رَبِّكَ  izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim teşrif ve destek içindir.

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

Emir hakiki manada olduğu gibi, irşad ve te’dîb için de gelmiş olabilir. Muhatabı, bu sıfatla vasıflanmaya teşvik ifade edebilir. 

‘’Oku’’ emri hakiki manasıyla şimdiki ve gelecek zamanda talep için kullanılmıştır. (Âşûr) 

Emrin mef’ûlünün hazf edilmesi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu fiilin mef’ûlünün zikredilmemesi iki şeye delalet eder. Maksat ya kıraat fiilini vurgulamak ya da okunacak şey yani vahiy çok belirgin olduğu için fazla sözden sakınmaktır. Mef’ûlün hazfi; fiilin lazım menziline konması sebebiyle de olabilir.

Gözle mütalaaya (okumaya) da, zihinden hatırlamaya da okumak demek mecazdır. Hakikaten kıraatin kemâli ezbere okumaktır. Hazret-i Peygamber'in hadisinde söylendiği üzere yüzünden okumanın sevab ve fazileti, kavrama ve ezberlemeye vesile olmasından dolayıdır. Resulullah'ın kıraati, yazıya ihtiyacı olmaksızın Allah tarafından kendine böyle inmiş olan Kur'an'ı ezberinden en mükemmel şekilde okumaktır ki, kendi kendine veya namazda veya diğerlerine tebliğ için okumayı, okutmayı ve yazdırmayı kapsar. (Elmalılı)

Zat ismi olan Allah yerine Rabb isminin tercih edilmesi; bu ismin ra’fet, merbubiyet ve itina ifade etmesi sebebiyledir. Bu ismin ism-i mevsûlle vasıflanması; ism-i mevsûlün ifade ettiği ima sebebiyledir. (Bilindiği gibi ism-i mevsûl arkadan gelen habere işaret eder.) Yani yaratan kimse, onun adı zikredilir. Müşrikler kendilerini ve kainatı yaratanın Allah olduğunu kabul ediyorlar ama kendi elleriyle yaptıkları putlara yöneliyor, onların adını anıyorlardı. (Âşûr) 

بِ  harf-i ceri ilsâk (bağlaç), mülâbese (bu isimle adeta sarılmış, iç içe geçmiş olarak), istiâne (mahzuf bir  أبتَدِءُ  fiiliyle bu kıraatı yaparken Rabbinin ismini zikret manasında), musahabe (bu durumda üçüncü ayetteki emirde geçen zamirin hali makamındadır) manalarında olup, 3. ayette gelen ikinci  اقْرَأْ  fiiline mütealliktir ve ihtisas için takdim edilmiştir, bu da Allah Teâlâ’nın uluhiyette tek olduğunu ifade eder. Çünkü müşrikler bismillât, bismiluzzâ diyerek uluhiyeti putlarına da atfediyorlardı. Bundan dolayı bu emir İslam’da gelmiş ilk kaidedir.  على  manasında (yani Rabbinin izniyle), yemin, mülâzemet ve tekrir için olabilir. (bu harf olmadan gelseydi fiilin lüzumuna ve tekrarına delalet etmezdi. (-Müşkil i’râbu-l Kur’ân-) Zait olduğu ya da tenbih için olduğu da söylenmiştir. Bu durumda hal ifade eder. (Âşûr) 

Bu sure, Fatiha suresindeki ilimlerin benzerini ihtiva etmektedir Alak Suresinde, berâat-i istihlâli gösteren hususlar, nazil olan ilk sure olması, kıraat ve Besmele ile başlamayı emretmesi, ilm-i ahkâma işarette bulunması, tevhidin, zat-ı ilâhinin ispatı, zati ve fiili sıfatlarıyla ilgili bilgiler ihtiva etmesi, bütün bunlarla, usul-i dine işarette bulunması, [İnsana bilmediklerini öğretti] ayetiyle, insana lazım olan bilgileri öğretip vermesidir. Bir kitabın başlığı, o kitabın evvelinde veciz ibarelerle maksadının bir arada toplandığını gösterir. (İtkan, C.2 S.282)

Bu ayetleri, ibtidâî haberi değerlendirme bağlamında örnek veren Meydânî şöyle der: Yüce Allah’ın Resulullah'a hitaben ilk olarak indirdiği Alak Suresinin bu ilk ayetlerindeki haber cümleleri düzenlenirken, hiçbir tekid ve pekiştirme vasıtası kullanılmadığı için bu haberler ibtidâî haberdir. Zira muhatabın söylenen söz veya haberler hakkında şüphe ve tereddüdü söz konusu değildir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi ve Uygulanışı)

Rabbinin ismi ile oku yani Kur'an'ı kusurdan uzak yüce Allah'ın ismi ile başlayarak ya da ondan yardım isteyerek oku, demektir. Yaratan, yaratma kendisine mahsus olan ya da her şeyi yaratan. Sonra en şerefli, sanatı ve idaresi en açık (derin) olanı ve okumaktan kastedilen ibadetin vâcipliğini en iyi göstereni (insanı) ayrı zikretti. (Beyzâvî)

Rabb, fiili sıfatlardan; Allah ise, zati isimlerdendir. Halbuki, zati isimler, fiili isimlerden daha kıymetlidir. Allah isminin, Rabb isminden daha yüce ve kıymetli olduğunu pek çok deliller ile delillendirilmiştir. Ama, Cenab-ı Hak burada, رَبِّكَ  buyurmuş, maruf besmelede dediği gibi "Allah'ın adıyla oku..." dememiştir (niçin)? Cevap: Allah Teâlâ böyle buyurmakla ibadeti ve zati sıfatlarını tanımayı emretmiştir. Halbuki zat ismi, herhangi bir şeyi gerektirmez. Kulluğu gerektiren şey, fiili sıfatlardır. Böylece, Rabb ismi, taata daha fazla teşvikkâr olmuş olur. Ebû Ubeyde,  بِ  harfinin zaid olduğunu ve mananın "Rabbinin adını oku" şeklinde olduğunu söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette Rabb unvanın kullanılması ve Peygamberimizin zamirine izafe edilmesi (Rabbinin ismiyle...), Allah'ın, ona indireceği vahiylerle, kendisini beşerî kemalâtın en yüksek derecesine ulaştıracağını zımnen bildirmektedir. Rabbin kökü olan Rububiyet, terbiye ve onun layık olduğu kemâle tedrici olarak eriştirmek anlamını ifade etmektedir. Rabbin, yaratmakla vasıflandırılması, Peygamberimize bahşedilen nimeti hatırlatmak ve şu hakikate de dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)