وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | oysa |
|
2 | أُمِرُوا | emredilmedi |
|
3 | إِلَّا | dışında (bir şey) |
|
4 | لِيَعْبُدُوا | kulluk etmeleri |
|
5 | اللَّهَ | Allah’a |
|
6 | مُخْلِصِينَ | halis kılarak |
|
7 | لَهُ | kendilerine |
|
8 | الدِّينَ | dini |
|
9 | حُنَفَاءَ | birleyerek |
|
10 | وَيُقِيمُوا | ve kılmaları |
|
11 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
12 | وَيُؤْتُوا | ve vermeleri |
|
13 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
14 | وَذَٰلِكَ | işte budur |
|
15 | دِينُ | din |
|
16 | الْقَيِّمَةِ | doğru |
|
وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اُمِرُٓوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır.
لِ harfi, يَعْبُدُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَعْبُدُوا fiiline mütealliktir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَعْبُدُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâl mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مُخْلِص۪ينَ kelimesi يَعْبُدُوا ‘deki failin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır. لَهُ car mecruru مُخْلِص۪ينَ ‘ye mütealliktir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الدّ۪ينَ amili ism-i fail مُخْلِص۪ينَ ‘nin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.
İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ismi fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ismi failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حُنَفَٓاءَ ikinci hal olup fetha ile mansubdur. يُق۪يمُوا atıf harfi وَ ‘la يَعْبُدُوا ‘ye matuftur.
يُق۪يمُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الصَّلٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يُؤْتُوا atıf harfi وَ ‘la يُق۪يمُوا ‘ya matuftur. يُؤْتُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. الزَّكٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يُق۪يمُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi قوم ’dir.
يُؤْتُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أتي ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
مُخْلِص۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
د۪ينُ haber olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقَيِّمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ
Ayet atıf harfi vavla önceki ayete atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.
Mazi fiil sıygasındaki cümle iki tekit hükmündeki kasrla tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
اُمِرُٓوا fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naibu fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
أُمِرُوا fiilinin naib-i faili umum manası için hazf edilmiştir. Allah’a ibadet etmekten başka hiçbir şeyle emrolunmadılar, demektir. (Âşûr)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ حُنَفَٓاءَ cümlesi, mecrur mahalde اُمِرُٓوا fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nefiy harfi مَٓا ve اِلَّا istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille, car-mecrur arasındadır.
Bu ayette dini sadece Allah’a tahsis ederek O’na ibadet etmekle emrolundukları zikredilmiş. Kasr-ı mevsuf ale-s sıfattır. Muhatabın tereddüt ettiği konu açıklığa kavuşturulmuştur. Yani onlar; hem Allah’a, hem de O’na yaklaştırsın diye putlara ibadet ediyorlardı. Dolayısıyla putlara değil, sadece Allah’a ibadet etmeleri açıkça ifade edilerek kasr-ı tayin olmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مُخْلِص۪ينَ , fiilin failinden haldir. İsm-i fail kalıbındadır. الدّ۪ينَ ’yi mef’ûl, لَهُ ’yu harf-i cer olarak alabilmesi bu sayededir.
İsm-i fail, mef’ûlünü lâm harf-i ceri ile alırsa gelecek zaman ifade eder. İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan KSÜ, İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007), s. 55 - 90 Arapçada İsm-i Fail ve İşlevleri)
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delaleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
الدّ۪ينَ kelimesi مُخْلِص۪ينَ ’nin mef’ûlüdür. حُنَفَٓاءَ ise يَعْبُدُوا fiilinin failinden ikinci haldir.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ ve وَيُؤْتُوا الزَّكٰوةَ cümleleri …لِيَعْبُدُوا اللّٰهَ مُخْلِص۪ينَ cümlesine atfedilmiştir. Her iki cümlenin de atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
الزَّكٰوةَ - الصَّلٰوةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, muvazene ve lüzum ma la yelzem sanatları vardır.
Kitap verilenlere emredilenlerin, dini sadece Allah’a has kılmak, hakka yönelen kimseler olarak ona kulluk etmek, namazı kılmak ve zekât vermek olarak sayılması taksim sanatıdır.
وَذٰلِكَ د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ
وَ , istînâfiyyedir. İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda, د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ izafeti haberdir.
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edileni tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onun mertebesinin yüksekliğini belirtmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Tecessüm ve cem’ ifade eden ذٰلِكَ ile İslam dinine işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Çünkü müsned tazim anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tazimine işaret etmiştir.
د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ izafetinde, د۪ينُ sıfatına muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri C.7 S. 238)
ذَ ٰلِكَ ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâgi Tefsiri, Duhan/57, C. 5, s. 190)
Halbuki onlar, dini sadece Allah'a tahsis ederek, Allah'ı birleyerek, ancak Allah'a ibadet etmekle, namazı kılmakla ve zekatı vermekle emrolunmuşlardır. İşte dosdoğru din budur. (Elmalılı)
İhlas, herhangi bir işi, yapmaya götüren başka sebeplerin tesiri olmadan, sadece tek bir sebepten ötürü yapmaya denir. (Fahreddin er-Râzî)
د۪ينُ الْقَيِّمَةِۜ ile kastedilen İslam dinidir. (Âşûr)