اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Dilimizde övme ve teşekkür etme, Arapça’da medih ve şükür kelimelerinin hamd kelimesine yakın mânaları bulunmakla birlikte bunlar arasında birtakım ince farklar da vardır. Methetme (övme) bir iyilik ve güzellik karşısında yapılır; bu iyilik ve güzelliğin sahibi, kendisinin bunda iradesi ve etkisi olsun olmasın methedilebilir. Kişi kendi iradesinin eseri olmayan güzelliği sebebiyle övüldüğü gibi cömertlik ve cesaret gibi erdemlerinden dolayı da övülür. Halbuki hamd ancak irade ve istekle hâsıl olan iyilik ve güzellik karşısında yapılır.
Şükür ve teşekkür “isteyerek yapılmış (ihtiyarî) bir iyilik ve ihsana karşı dille veya başka şekillerde uygun mukabelede bulunmak”tır. Bu, hem Allah’tan hem de insanlardan gelen iyilikler karşılığında yerine getirilmesi beklenen ahlâkî bir ödevdir. Hamdetmek de dil ile yapılır; “hamdolsun, elhamdülillâh...” denir, ancak bunun sebebi yalnızca nimet ve ihsan değil, irade ve ihtiyara dayalı bütün güzellik ve iyiliklerdir. Bu mânada hamd yalnızca Allah’a mahsustur. Çünkü başkalarına ait olan iyilik ve güzellikler, gerçek ve kâmil mânasıyla onların isteklerine bağlı değildir. İnsanların kendi isteklerine bağlı iyilik ve güzelliklerde Allah’ın da iradesi vardır. Onların irade ve isteklerine bağlı olmayan iyilik, güzellik ve hizmetler ise doğrudan yaratıcının, fıtrat ve özellikleri takdir edip yaratarak insanlara bahşeden kudretin eseridir. Dolayısıyla bu mânada hamdin tamamı Allah’a mahsustur, O’na aittir.
Âlem maddî ve mânevî, görülen ve görülemeyen, dünyada ve âhirette Allah Teâlâ’nın yarattığı her şeydir. Görülen, hissedilen, insan bilgisinin ulaşabildiği maddî varlıklara “mülk ve şehâdet âlemi”, madde ötesi varlıklara da “gayb ve melekût âlemi” denilir. Gayb ve melekût âleminin tek sahibi Allah’tır. Mülk ve şehâdet âleminin ise gerçek sahibi Allah olmakla beraber görünürde ve mecazen başka sahipleri de olabilir. Vahiy yoluyla gelen bilgilere göre şehâdet ve mülk âlemi, gayb ve melekût âlemine nisbetle denizden bir damla, sahradan bir kum tanesi kadardır. Günümüze kadar insan bilgisinin ulaşabildiği uzay akıllara hayret verecek büyüklüktedir. Fakat bu büyüklük gayb âleminin yanında bir kum tanesi kadar kaldığına göre gayb âleminin azametini akıl terazisi çekemez. Konuya bu açıdan bakıldığında evrenin büyüklüğüne ve ondaki düzenin inceliklerine dair ulaşılan her yeni bilgi, Allah’ın insana bahşettiği aklın nerelere kadar ulaşabileceğini ortaya koymasının yanında, erişeceği sırların enginliğini tasavvur edebilmesi için bir ölçü de oluşturmaktadır. Şu halde gayb âleminin bu büyüklüğü iman ve irfanla kavranmakta, oradan da bütün âlemlerin rabbi (sahibi, mâliki, takdir edip yaratanı, koruyanı, geliştireni) olan Allah’ın azamet ve büyüklüğü karşısında kula yakışan hayret haline ulaşılmakta; bu azamet karşısında kul secdeye kapanınca onun hayret hali, “huzur, güven, sevgi, yakınlık ve tatmin”e dönüşmektedir.
Rab kelimesi tek başına söylendiği zaman bundan yalnızca “Allah” kastedilir, O’nun güzel isimlerinden biridir, “sahiplik ve terbiye edicilik” özelliğini ifade eder. Bu kelime “rabbü’d-dâr” (ev sahibi) gibi tamlama şeklinde başkaları için de kullanılır.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
İsim cümlesidir. اَلْحَمْدُ mübteda olup damme ile merfûdur. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf habere mütealliktir. Takdiri, وَاجِبٌ veya ثاَبِةٌ (gereklidir veya sabittir) şeklindedir.
رَبِّ lafzı لِلّٰهِ lafza-i celâlinin sıfatı veya bedeli olarak kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. الْعَالَم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ى ‘ dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir.
Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i baz, 3. Bedel-i iştimal. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ
Ayet ibtidaiyye olarak gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
لِلّٰهِ için sıfat olan رَبِّ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ, lafzen haber, manen inşâ cümlesidir. Yani ''elhamdulillah deyiniz'' demektir. Hamd'in Allah'a mahsus olduğunu ifade eder. Bu, Arapların ألْكريم في العرابِ (Cömertlik Araplara mahsustur) sözüne benzer.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ izafeti الْعَالَم۪ينَ için tazim ve teşrif ifade eder. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde ve رَب isminde tecrîd sanatı vardır.
الْعَالَم۪ينَ lafzının cemi gelme nedeni, kelimeye dahil olan ال takısının istiğrak ifade etmesindendir. Şayet müfred gelseydi o zaman ال ' in ahdiye veya cins için olduğu akla gelebilirdi. Dolayısıyla cemi gelmiş olması ال' in istiğrak için olduğunu belirtmiştir. (Âşûr)
Ayette, ulûhiyet ve rububiyet ifade eden isimler, bir arada zikredilmiştir.
لِلّٰهِ ve رَبِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Allah ve Rab isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 234)
Allah Teâlâ’dan رَبِّ الْعَالَم۪ينَ şeklinde bahsedilmesi; her tür mahlukatın Malik’i olması dolayısıyla azametine işaret eder. (Âşûr, Mutaffifin/5)
Bedel, manayı pekiştirip güzelleştirmek için yapılan ıtnâb’tır.
لِلّٰهِ lafzı teberrük, telezzüz ve muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için tekrarlanmıştır. Bu tekrarda ıtnâb, cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
رَبّ kelimesi her ne kadar yaygın bir kullanım alanına sahip olsa da, اَل takısıyla veya izafetsiz kullanıldığında bütün mevcudatın maslahatına kefil olduğundan sadece Allah için kullanılır. Ancak, izafetli olduğu zaman hem Allah hem de başkaları için kullanılabilir. رَبِّ الْعَالَم۪ينَ âlemlerin rabbi, رَبُّ الفرسِ (atın sahibi) misallerinde olduğu gibi. Çağdaş alimlerden İbni Âşûr (ö.1973) yaygın olan bu kanaatin aksine رَبّ kelimesinin izafet olmaksızın da Allah'ın dışındaki varlıklar için kullanılabileceğini söylemiş; nitekim hem cahiliye Araplarında, hem de sonrasında bu kullanımın var olduğunu iddia etmiştir. Kanaatimizce birbirine zıt gibi görünen bu iki görüş telif edilebilir. Şöyle ki; رَبّ lafzının cahiliye döneminde ister اَلْ takısıyla olsun ister olmasın mutlak manada kullanıldığı kabul edilebilir. İslâm'dan sonra ise bu kullanımın giderek azalıp yok olmaya yüz tuttuğu söylenebilir. (Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)
الحمد lafzındaki ال hakkında alimler çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. İmam Zemahşerî ال ‘ın cins için olup, herkes tarafından bilinen hamd anlamına işaret ettiğini söyler. Ona göre ال ‘ın istiğrak için olduğunu söyleyenler yanılmışlardır. Ne var ki konuyla ilgili bir açıklama yapmamıştır. Fakat Semîn hâlebî, Zemahşeri'nin itiraz nedenini açıklamaya çalışmış ve şöyle demiştir: "Hiç şüphesiz kuldan istenen şey Allah'a hamd etmesidir. Kulun var olan bütün hamdleri teker teker yerine getirmesi elbette mümkün olmayacaktır. Oysa ال cins için olduğunda böyle bir sorun meydana gelmemiş olacaktır. Yani gerçeğe daha uygun olacaktır.”
Kadı Beyzâvî, Zemahşeri'nin aksine ال ‘ın istiğrak için olabileceğini, zira bütün hamdlerin Allah'a ait olduğunu, hayır namına ne varsa ister bir vasıta aracıyla olsun ister vasıtasız olsun verenin Allah olduğunu belirtmiştir.
Öte yandan İbni Âşûr her iki görüşü de içerisine alan şöyle bir görüş ortaya koymuştur: الحمد ‘ deki ال her ne kadar cins için olmuş olsa da اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ cümle olarak istiğrak ifade etmektedir. Çünkü لِلّٰهِ lafzında yer alan ل ihtisas için olduğundan hamdın bütün efradı Allah'a has kılınmış olur; bu suretle istiğrak manası zımnen ifade edilmiş olur. Nitekim hamd, cinsinin Allah'a has kılınması aynı zamanda onun efradının da Allah'a has kılınması anlamına gelmektedir. Daha çok sûfiler tarafından dile getirilen görüşe göre ise الحمد lafzındaki ال ‘in ahdiye için olduğudur. Şöyle ki; Allah Teâlâ zat-ı celâline yapılması gereken ezelî bir hamdin kullar tarafından idrak edilip yerine getirilemeyeceğini bildiğinden, kendince malum olan hamde ahdiye için gelen ال ile işaret etmiştir. (Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)
الْعَالَم۪ينَ lafzının başında yer alan ال ise istiğrâk içindir. (Ebû Hayyân, Tefsîru' l-bahri'l- muhît, C. I, s.132.)
اَلْحَمْدُ, kelimesinin başındaki اَل takısı istiğrak ifade ettiği için, övgüde mübalağa sanatı vardır. Hitap şeklini zenginleştirmedir. Çünkü hitap, lafzen haber manen emir cümlesidir. Yani ''elhamdulillah deyiniz'' demektir.
رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ifadesi bir terhîb (korkutma), اَلرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۙ ifadesi ise tergîb (teşvik) kabilindedir. Bu yüzden terhîb ve tergîb birlikte kullanılmıştır ki insanlar için hem itaate sevk edici hem de günahtan menedici olsun. (Nesefî / Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)
Burada konuya ilişkin şöyle bir sual sorulabilir: Yaratanın en hususi ismi olan Allah lafzı müsnedün ileyh olan الحمد lafzına göre daha önemli olmasına rağmen neden الحمد lafzı önce gelmiştir?
Çünkü makam hamd makamıdır. Burada hamd, herşeyden önce nimetlerin en yücesi, dünya ve ahiretin kurtuluş reçetesi olan Kur'an-ı Kerîmin nüzulüne yapılmıştır. Zaten belâgat, makama ve hale uygun söz söyleme sanatı olduğundan اَلْحَمْدُ kelimesi, lafza-i celâlden önce gelmiştir. Ayrıca zatı itibariyle zaten önem taşıyan bir lafzın -lafza-i celâl gibi- önemli olduğunu vurgulamak gereksizdir. Fakat zatı itibari ile olmayıp, arızî bir nedenden ötürü ehemmiyet kazanan lafızlar, -الحمد lafzı gibi- takdim yapılarak önemi vurgulanabilir. (Âşûr)
Ayette müsnedün ileyh olan اَلْحَمْدُ lafzının cümlenin başında geldiği görülmektedir. Müsnedün ileyhin cümle başında gelmesi belâgat açısından birçok nedene bağlanmıştır. Kanaatimizce bu nedenler arasından muhatapta merak uyandırmak anlamına gelen teşvîk, müsnedün ileyhin ayetin başında gelme nedenidir. Zira اَلْحَمْدُ lafzına bitişen ال ‘ın istiğrak veya cins için olduğu varsayıldığında -ki alimlerin genel kanaati bu yöndedir- mana, ya "sizin bildiğiniz hamd..." veya “bütün hamd'lar”...şeklinde olacaktır. Dolayısıyla cümleye bu türden bir başlangıç muhatapta merak uyandıracak ve ‘’bütün hamdlar, bilinen hamd’’ acaba kimedir veya bu konuda ne denecektir diye bir intibah, bir merak uyanacaktır. Ayetin isim cümlesi olduğu görülmektedir. İsim cümlesinin fiil cümlesine tercih edilimiş olması, isim cümlesinin süreklilik/devamlılık/sübût gibi manalar içeriyor olmasındandır. Zira ayetin anlatmak istediği, hamd’in belirli zaman dilimi ve şahıslarla sınırlı olmadığı, ezelden ebede Allah'a olduğunu beyan etmektir. (Fatiha Suresi’nin Arap Dili Açısından Tahlili / Murat Ataman)
لِلّٰهِ lafzına dahil olan ل tahsis ifade eder. (Safvetü't Tefâsir)
2-4.ayetler Allah’ı tanıtan ayetlerdir. Bu ayette اَلْحَمْدُ (hamd) لِلّٰهِ (Allah’a aittir) diyerek isim cümlesi kullanılmış ve böylelikle الحمد kelimesi Allah’a tahsis edilmiştir. Yani , اَحْمَدُ (hamdederim) veya نَحْمَدُ (hamdederiz) diyerek fiil cümlesi kullanılmamış, الحمد herhangi bir zaman veya mekânla kısıtlanmamıştır.
“Allah” lafzı diğer esmâ ve sıfattan farklıdır. O’ndan her bir harfin eksiltilmesi sonucu yine Allah’a ait bir özellik ortaya çıkar. Bu hususiyet, Allah’ın isimleri içinde sadece “Allah" isminde bulunur. Bu hususiyet lafız yönünden olduğu gibi mana yönünden de bulunmaktadr. Çünkü sen, Cenâb-ı Hakk'a “Rahmân" ismi ile dua ettiğinde, O’nu rahmet sıfat ile nitelemiş kahr sıfat ile nitelememiş olursun. O’na "Alîm" ismi ile dua edersen, O'nu ilimle tavsif edip, "kudret" sıfat ile tavsif etmemiş olursun. Fakat “Ya Allah” dediğinde, Hak Teâlâ’yı bütün sıfatlarıyla nitelemiş olursun. Çünkü “ilâh”, ancak bütün bu sıfatlar taşıdığında "ilâh" olur. Böylece, "Allah" sözümüzde, diğer esmâ-i hüsnâda bulunmayan bu hususiyetin varolduğu ortaya çıkar. Allah lafzı Fâtiha suresinde 2, Bakara suresinde 282, Âl-i İmrân suresinde 209, Nisâ suresinde ise 229 kez zikredilmektedir.(Keziban Dut,Ayet Sonlarindaki Esmâü’l-Hüsnâ’nin Ayetle Olan Münâsebeti (Fâtiha, Bakara, Âl-İ İmrân Ve Nisâ Sureleri Bağlaminda)