Yunus Sûresi 42. Ayet

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ اَفَاَنْتَ تُسْمِـعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ  ...

Onlardan sana kulak verenler de vardır. Fakat sağırlara, hele akılları da ermiyorsa, sen mi işittireceksin?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمِنْهُمْ içlerinde vardır
2 مَنْ kimseler
3 يَسْتَمِعُونَ dinleyenler س م ع
4 إِلَيْكَ seni
5 أَفَأَنْتَ sen
6 تُسْمِعُ duyurabilecek misin? س م ع
7 الصُّمَّ sağırlara ص م م
8 وَلَوْ üstelik
9 كَانُوا ك و ن
10 لَا
11 يَعْقِلُونَ akıl etmiyorlarsa ع ق ل
 
Putperest Araplar’ın bir kısmı Hz. Peygamber’in tebliğini bizzat dinliyor; tutum ve davranışlarını, neler yaptığını, nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu gözleriyle görüyorlardı. Buna rağmen onun tebliğ ettiği vahyi Allah kelâmı olarak kabul etmeyip kendisini yalancılıkla suçlamaları kalplerinin hidayete kapalı olduğuna işaret eder. Onlar, Hz. Peygamber’i dinledikleri halde hakikati kavrama niyeti taşıyıp bu yönde gayret göstermemişler, bu maksatla akıllarını kullanmamışlardır; kezâ basiretli davranarak gördüklerinden ders alıp hidayete yönelmemişlerdir. Şu halde insan için asıl büyük kayıp görme ve işitme duyularından mahrum kalmak değil, akıl ve basiretini kullanmamaktır; nitekim gözleri görmediği veya kulakları işitmediği halde akılları ve basiretleri sayesinde inanç, düşünce ve davranış olarak doğru yolu bulmuş nice insan vardır (Zemahşerî, II, 192). Bazı insanların bizzat kendilerinde iyi niyet, irade ve gayret olmayınca yalnızca Peygamber’in çabası da onların hidayete kavuşmaları için yeterli olmamıştır. Şu halde bu iki âyetten çıkan sonuca göre insanların doğru bilgi ve inanca, güzel ve erdemli yaşayışa ulaşabilmeleri için hem iyi eğitimci, rehberlerden yararlanmaları; hem de kendilerinin iyi niyetle, akıl ve basiretlerini de devreye sokarak gerçeği, iyi olanı kabul edip uygulama iradesine sahip olmaları gerekmektedir. Böylece bu iki âyette doğru kaynaktan edinilen doğru bilgi ve iyi niyet, hakikate ulaşmanın vazgeçilmez şartları olarak ortaya konmaktadır.
 

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  مِنْهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَسْتَمِعُونَ   fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  يَسْتَمِعُونَ  fiiline müteallıktır.

يَسْتَمِعُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftial babındadır. Sülâsîsi  سمع ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.


اَفَاَنْتَ تُسْمِـعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ

 

Hemze istifham harfi,  ف  istînâfiyyedir. Munfasıl  zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

تُسْمِـعُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

تُسْمِـعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  اَنْتَ ’dir.

الصُّمَّ  mef’ûlun bih olup fetha üzere mansubtur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَوْ : gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

كَانُوا  şart fiili olup damme üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamir olarak mahallen merfûdur.

لَا يَعْقِلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْقِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir. Takdiri,  فأنت لا تسمع الصمّ  (Sen sağırlara işittiremezsin) şeklindedir.
 

وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَۜ 

 

Ayet önceki istînâfa atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Muahhar mübteda müşterek ism-i mevsûldur. Sılası olan  يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ, müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

 

اَفَاَنْتَ تُسْمِـعُ الصُّمَّ وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ

 

Ayet istînâfiye olarak fasılla gelmiştir. Hemze inkârî manadadır.

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama veya taciz kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

وَلَوْ كَانُوا لَا يَعْقِلُونَ  cümlesi makabline matuftur. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.

كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi şarttır. Cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri,  فأنت لا تسمع الصمّ  (Sen sağırlara işittiremezsin.) şeklindedir. Cevabın hazfi, öncesinin delaleti sebebiyledir. 

كان nin haberi, menfi muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmiş ve onların akletmeme durumlarının devam edeceğine işaret etmiştir.

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)

كان nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve  geçmişte mûtat olarak yapılan ve âdet haline gelmiş davranışlar  olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

يَسْتَمِعُونَ  - تُسْمِـعُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الصُّمَّ  ve  تُسْمِـعُ  arasında tıbâk-ı îcab vardır.

تُسْمِـعُ الصُّمَّ  ibaresindeki sağırlar, kâfirlerden mecazdır. Kâfirler hakkı görmezlikten geldikleri için Yüce Allah onları körlere ve sağırlara benzetmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Akletmekle işitmek arasında şiddetli bir ilişki vardır.

Burada soru cümlesiyle ve özellikle soru edatının  اَنْتَ  kelimesinin başına getirilmesiyle, kalp gözü ve kulağı kapalı olanlara hidayet vermenin Resulullah’ın (s.a.) elinde olmadığı beyan edilmiştir. Ayetin vurgusu böylece “Sen mi…?” yapısı üzerinde yoğunlaşır. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 337, Yunus Suresi, 42-43)

الصُّمَّ  temsîli istiare babındadır. Aklını kullanmayıp haktan yüz çevirenler sağıra benzetilmiştir.