Yunus Sûresi 68. Ayet

قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ هُوَ الْغَنِيُّۜ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ اِنْ عِنْدَ‌كُمْ مِنْ سُلْطَانٍ بِهٰذَاۜ اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ  ...

“Allah, bir çocuk edindi” dediler. O, bundan uzaktır. O, her bakımdan sınırsız zengindir. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. Bu konuda elinizde hiçbir delil de yoktur. Allah’a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 اتَّخَذَ edindi ا خ ذ
3 اللَّهُ Allah
4 وَلَدًا çocuk و ل د
5 سُبْحَانَهُ O bundan münezzehtir س ب ح
6 هُوَ O
7 الْغَنِيُّ hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır غ ن ي
8 لَهُ O’nundur
9 مَا ne varsa
10 فِي
11 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
12 وَمَا ve ne varsa
13 فِي
14 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
15 إِنْ yoktur
16 عِنْدَكُمْ sizin ع ن د
17 مِنْ hiçbir
18 سُلْطَانٍ deliliniz س ل ط
19 بِهَٰذَا bu konuda
20 أَتَقُولُونَ söylüyor musunuz? ق و ل
21 عَلَى hakkında
22 اللَّهِ Allah
23 مَا şeyi
24 لَا
25 تَعْلَمُونَ bilmediğiniz ع ل م
 

“Tanrı’nın oğlu, kızı” gibi sözlerle Allah’a çocuk isnat etmek şirk içeren dinlerde yaygın bir anlayıştır. Putperest Araplar’da da meleklerin Allah’ın kızları olduğu inancı vardı (en-Nahl 16/57). Onların bazıları melekleri, dişi cinlerin seçkinleri olarak kabul eder, bazıları da cinlere taparlardı (İbn Âşûr, XI, 229). Cenâb-ı Hak, “sübhânehû” ifadesiyle zât-ı ulûhiyyetini bu tür isnatlardan tenzih etmekte; kendisinin hiçbir şeye muhtaç olmadığını, dolayısıyla evlât sahibi olmak gibi bir şeyin de kendisi hakkında söz konusu olamayacağını bildirmektedir. Çünkü çocuk sahibi olma süreci bir dizi beşerî zaaf ve ihtiyaçların sonucu olarak gerçekleşir ve yaratıcının değil, yaratılmışların özelliğidir; oysa evrende bulunan her şey Allah’ındır; dolayısıyla O’nun hakkında ne bir ihtiyaçtan ne de eksiklikten söz edilebilir. Şu halde bütün şirk inançları kanıtsızdır ve Allah hakkında bilgisizce iddialardan ibarettir. Bu sebeple 69. âyette Allah’a çocuk isnat etme yani şirk iddiası, “Allah hakkında asılsız şeyler yakıştırma” anlamında iftira ve kezib kavramlarıyla nitelenmiş, eleştirilmiş, bunu yapanların kurtulamayacakları uyarısında bulunulmuştur.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 121

 
سلط Seleta : سَلاطَةٌ gâlip ve üstün gelmeye, yenmeye, boyun eğdirmeye ve hakim olmaya denir. Fiil olarak سَلَّطَ ve تَسَلَّطَ formları kullanılır. Kuran-ı Kerim’de de geçen sultan سُلْطانٌ kelimesi hükümdar manasında veya güç/yetki sahibi olma veyahut delil anlamında kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki türev olarak toplam 39 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sultan, sulta, saltanat, selâtin, tasallut, musallat ve salatadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ هُوَ الْغَنِيُّۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالُو  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدً ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اتَّخَذَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ, lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur.

وَلَداً  mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  اتَّخَذَ  fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سُبْحَانَهُ  mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri,  نسبح (tesbih ederiz) şeklindedir. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olup mahallen merfûdur.  الْغَنِيُّ  haber olup  lafzen merfûdur.

اتَّخَذَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  أخذ ’dır.

İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

İsim cümlesidir.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.

مَا فِي الْاَرْضِ  ifadesi atıf harfiyle makabline matuftur.


 اِنْ عِنْدَ‌كُمْ مِنْ سُلْطَانٍ بِهٰذَاۜ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  عِنْدَ‌كُمْ  mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  سُلْطَانٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

بِهٰذَا  car mecruru  سُلْطَانٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.


اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Hemze istifham harfidir.  تَقُولُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  تَقُولُونَ  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَا تَعْلَمُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تَعۡلَمُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

قَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَداً سُبْحَانَهُۜ 

 

Fasılla gelen ayet istînâfiyyedir. 

İlk cümle müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidai kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهُ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması, telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

سُبْحَانَكَ  ifadesi, takdiri  نسبّح  olan fiilin mef’ûlü mutlakıdır.  سُبْحَانَهُ  itiraz cümlesidir. Zalimlerin iddialarının batıl olduğunu açıklar.  Konu ile direkt olarak alakası olmadan araya giren itiraz cümleleri, ıtnâb sanatıdır.

Ebüssuûd şöyle der: Sübhan kelimesinin سبح’dan türemiş, tef’il kalıbına nakledilmiş ve masdara dönüşmüş olmasında kimseye gizli kalmayan belli bir tenzih ifadesi vardır. Manası şöyle olur: “Allah'ı O’na yakışır bir şekilde tenzih ederim.” (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Allah’ı, kendisine nispet edilen şeylerden tenzih ve takdis manası taşıdığı gibi akılsızca sözlerine hayret ettirmek manası da taşır. (Ebüssuûd)

وَلَداً ’deki tenvin tahkir ifade eder.


هُوَ الْغَنِيُّۜ 

 

Ta’liliyye olan cümle fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

الْغَنِيُّ haberdir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin ال ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)


لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ

 

Fasılla gelmiş beyanî istînaf veya ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَهُ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, muahhar mübteda konumundadır.  فِي السَّمٰوَاتِ, ism-i mevsulün mahzuf sılasına müteallıktır. Aynı üslupta gelen ikinci ism-i mevsûl birinciye matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. 

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

مَا - فِي  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


 اِنْ عِنْدَ‌كُمْ مِنْ سُلْطَانٍ بِهٰذَاۜ

 

Fasılla gelen menfi isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. عِنْدَ‌كُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Cümledeki  اِنْ  olumsuzluk manası taşır. Ama arkadan  إلّا  gelmemiştir, bu çok rastlanan bir kullanım değildir.

Tekid ifade eden zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  سُلْطَانٍ, muahhar mübtedadır. Kelimedeki tenvin kıllet içindir. “Hiçbir sultan” manasındadır. Menfi siyakta nekre, umum ifade eder. 

Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

سُلْطَانٍ ’in mahzuf sıfatına müteallık olan,  بِهٰذَا ’daki  بِ, mülâbese içindir. (Âşûr) 

İşaret isminde istiare vardır. بِهٰذَاۜ  ile müşriklerin söylediği sözlere işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)


اَتَقُولُونَ عَلَى اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

تَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  لَا تَعْلَمُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اَتَقُولُونَ  sorusundaki hemze tasdik içindir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

قَالُوا - تَقُولُونَ  kelimeleri arasında  cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr,  مَا  ve  فِي  harflerinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

Burada  مَنْ  yerine akılsızlar için olan  مَا  ism-i mevsûlu gelmiştir. Tağlîb sanatı ile akılsızların içine akıllılar da girer. Allah akıllıları vurgulamak için  مَنْ  getirir, hepsini kastedince  مَا  getirir,  مَا ’nın içinde ötekiler de vardır.