Yunus Sûresi 76. Ayet

فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ  ...

Katımızdan kendilerine hak (mucize) gelince, “Şüphesiz bu, apaçık bir sihirdir” dediler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 جَاءَهُمُ onlara gelince ج ي ا
3 الْحَقُّ gerçek ح ق ق
4 مِنْ
5 عِنْدِنَا katımızdan ع ن د
6 قَالُوا dediler ق و ل
7 إِنَّ şüphesiz
8 هَٰذَا bu
9 لَسِحْرٌ bir sihirdir س ح ر
10 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
 
Mekkeli müşrikler tarafından bilinmekte olan Hz. Mûsâ ile Firavun arasındaki mücadelenin öyküsü Kur’an’ın birçok yerinde değişik yönleriyle ele alınmış, bir yandan bu kıssadan alınacak ibretlere dikkat çekilmiş, diğer yandan da daha çok İsrâiloğulları’nca aktarılagelen yanlış bilgiler düzeltilmiştir. Burada, Hz. Mûsâ’nın, kardeşi Hz. Hârun’la birlikte Firavun’a ve çevresindeki ileri gelenlere açık kanıtlarla gönderildiği belirtilmekte, halktan söz edilmemektedir. Bunu –tarihî bilgiler ve Kur’an’da yer alan açıklamalar ışığında– o dönemde halkın korkunç bir baskı altında bulunmasıyla izah etmek mümkündür. Firavun’un İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını tek tek katlettirdiği bir dönemde, Hz. Mûsâ’nın bizzat onun sarayında ve himayesinde büyütülmüş olması bile başlı başına bir mûcize ve ilâhî iradenin mutlak gücünün açık bir göstergesi olduğu halde, günaha gömülmüş olmaları bu gerçeği görmelerini önlemiş ve iman çağrısını kabullenmeyi kibirlerine yedirememişlerdi. Hz. Mûsâ’nın getirdiği mûcizeleri “sihir” diye itham etmeleri bile aslında bunlardan büyülenmiş gibi etkilendiklerinin ipuçlarını veriyordu. Fakat asıl engel, ellerinde tuttukları nüfuz ve gücün kendilerinden alınması endişesiydi. Güya atalarından aldıkları emanete sahip çıkarak muhafazakâr bir tavır sergilemeye çalışırken dahi “Bu yerde egemenlik ve nüfuz ikinizin olsun diye mi?” sözleriyle gerçek rahatsızlıklarını açığa vurmuş oluyorlardı.Böyle bir durumda yapılan çağrının gerçekliği üzerinde düşünmek yerine ne kadar ön yargılı olduklarını açıkça muhataba hissettirip mâneviyatını kırmak ve onun bu çabadan vazgeçmesini sağlamak en kestirme yol olabilirdi. Nitekim “Biz ikinize de inanacak değiliz” diyerek bunu denediler. Fakat sihrin çok revaçta olduğu böyle bir ortamda hem Mûsâ’nın getirdiklerini sihir olarak niteleyip hem ondan üstününü ortaya koyamamak Firavun’u kendi kamuoyu önünde küçük düşürecekti. Bu sebeple ülkesindeki en hünerli sihirbazları toplatıp Mûsâ’ya dersini vermelerini istedi. Ne var ki asıl sihir işte o büyücülerin ortaya koyduğuydu ve Allah’ın yardımıyla Hz. Mûsâ’nın gösterdiği mûcizeler karşısında bunların ipliğinin pazara çıkması kaçınılmazdı. Başka sûrelerde açıklandığı üzere, Mûsâ’nın mûcizeleri karşısında ilk etkilenenler de bizzat o ünlü sihirbazlar oldu (sihir hakkında bk. Bakara 2/102; Hz. Mûsâ’nın mûcizeleri ve Firavun tarafından düzenlenen sihir yarışmasının daha geniş anlatımı için bk. A‘râf 7/106-126).
 
سحر Sehara: سَحَرٌ nefes borusunun ucu ve akciğerlere denir. Sihir سَحْرٌ sözcüğü bu kökten türtetilmiştir ki asıl olarak dokunma veya vurma manasına gelir. Sihir değişik anlamlar için kullanılır: 1- Aldatma, hile ve hakikati olmayan hayaller gösterme. 2- Bir şekilde kendisine yaklaşarak şeytanın yardımını celbetmeyi isteme.
Ayrıca سَحَرٌ ve سُحْرَةٌ gecenin sonundaki karanlığın günün ilk ışıklarına karışmasıdır. Yine bu zaman dilimine de isim olmuşlardır. Sahur سَحُورٌ ise seher vaktinde yenen yemeğin adıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 63 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sihir, sihirbaz, seher vakti ve sahurdur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

جَٓاءَهُمُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَٓاءَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl  zamir  هُمُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

الْحَقُّ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ عِنْدِنَا  car-mecruru  جَٓاءَهُمُ  fiiline müteallıktır.

Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  قَالُٓوا ‘dur.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ ’dir. fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هٰذَا işaret ismi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  سِحْرٌ kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

مُب۪ينٌ  kelimesi ise  سِحْرٌ ’un sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar:

Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada  مُب۪ينٌ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَلَمَّا جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ

 

فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi  جَٓاءَهُمُ الْحَقُّ مِنْ عِنْدِنَا  aynı zamanda zaman zarfı  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayet sarahaten şunu ifade eder: Onların büyüklük taslamalarından murad, sihir olarak vasıflandırdıkları mucizelerin, ezcümle, asa ile beyaz el mucizelerinin gelmesinden önceki durumlarıdır. Nitekim nazm-ı kerimin siyakı da buna işaret eder. Ve Musa'nın (a.s.) ilk gösterdiği büyük mucizeler de bunlardır. Bu ayet, Kur’an'ın başka yerlerinde sarahatle zikredilenlerin devamı mahiyetindedir. (Ebüssuûd)

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  قَالُٓوا اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli,  اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi  هٰذَا  ile duruma işaret edilmiştir. İşaret isimleri burada olduğu gibi aklî bir şeyi işaret ettiği zaman istiare olur. Câmi’ her ikisinde de vücudun tahakkukudur.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidâî kelamdır.  اِنَّ هٰذَا لَسِحْرٌ مُب۪ينٌ  şeklindeki mekulü'l-kavl; faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

سِحْرٌ  ,مُب۪ينٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

سِحْرٌ  kelimesindeki nekrelik tazim içindir. Bizim anlayamayacağımız bir şey anlamı da vardır.