Yunus Sûresi 92. Ayet

فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟  ...

Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için, kurtaracağız. Çünkü insanlardan birçoğu âyetlerimizden gerçekten habersizdir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَالْيَوْمَ bugün ي و م
2 نُنَجِّيكَ kurtaracağız ن ج و
3 بِبَدَنِكَ senin bedenini ب د ن
4 لِتَكُونَ olman için ك و ن
5 لِمَنْ kimseler için
6 خَلْفَكَ kendinden sonraki خ ل ف
7 ايَةً bir ibret ا ي ي
8 وَإِنَّ gerçekte ise
9 كَثِيرًا çoğu ك ث ر
10 مِنَ -dan
11 النَّاسِ insanlar- ن و س
12 عَنْ -den
13 ايَاتِنَا ayetlerimiz- ا ي ي
14 لَغَافِلُونَ habersizdirler غ ف ل
 
İsrâiloğulları’nın ilâhî bir emir uyarınca Mısır’dan ayrılmaları zamanı gelmiş ve bu amaçla yola çıkmışlardı. Zalimliğinden ve inadından ödün vermek istemeyen Firavun ve adamları da hışımla onların peşine düşmüşlerdi. İşte bu sırada bir mûcize gerçekleşti: Deniz yarıldı, İsrâiloğulları Allah’ın yardımıyla denizin öteki yakasına geçmeyi başardılar, Firavun ve taraftarları ise boğuldular (bk. Bakara 2/50; A‘râf 7/136; Enfâl 8/54).
 Boğulacağını anlayan Firavun’un o esnada iman sözcüklerini söylemiş olması, 91. âyetteki ifade ve diğer deliller ışığında geniş biçimde tartışılmış ve farklı kanaatler ileri sürülmüş olmakla birlikte, İslâm âlimlerinin çoğunluğu Firavun’un bu imanının geçerli olmadığı sonucuna ulaşmışlardır.
 Mısır’da firavunların cesetleri mumyalanarak koruma altına alınıyordu. 92. âyetten ise Hz. Mûsâ’ya karşı direnen ve denizde boğulan bu Firavun’un cesedinin mumyalanmadan, bir mûcize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cebelein mevkiinde, mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum’da muhafaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tesbit edilmiştir (Firavun, Firavun’un boğulması, âyetteki “deniz” ile nerenin kastedildiği ve son andaki imanıyla ilgili görüşler hakkında bk. A‘râf 7/135-136; Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 118-121).
 93. âyette İsrâiloğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtarıldıktan sonra seçkin, güzel ve emin bir yere yerleştirildikleri, nimetlerle donatıldıkları ve ancak ilim geldikten sonra ayrılığa düştükleri belirtilmektedir (bu yerin neresi olduğu hakkındaki görüşler için bk. A‘râf 7/137; “ilmin gelmesi” ve “ihtilâfa düşmeleri”nin anlamı hakkında bk. Âl-i İmrân 3/19).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 135
 
  

Bedene بدن :

  بَدَنٌ kelimesi cüsse (جُثَّة) ile eş anlamlıdır. Fakat beden (بَدَنٌ) sözcüğü cüssenin büyüklüğü/iriliği göz önünde bulundurularak kullanılırken, cesed (جَسَدٌ) sözcüğü ise rengi göz önüne alınarak kullanılır. Çoğulu ise بُدْنٌ şeklinde gelir. Ayrıca şişmanlığından dolayı semiz deve ve ineğe de بَدَنَة denmiştir. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de iki isim formunda  sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli bedendir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ 

 

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْيَوْمَ  zaman zarfı,  نُنَجّٖيكَ  fiiline müteallıktır.  نُنَجّٖيكَ  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

بِبَدَنِكَ  car mecruru hitab zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لِ  harfi,  تَكُونَ  fiilini gizli  أن ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan  اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vâvu’l-maiyyeden (وَ) sonra, 6) Sebep fe’sinden (فَ) sonra. Burada lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ) sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

أن  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle  نُنَجّٖيكَ  fiiline müteallıktır.  تَكُونَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri  أنت 'dir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اٰيَةً ’in mahzuf haline müteallıktır. 

خَلْفَكَ  mekân zarfı, mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اٰيَةً  kelimesi  تَكُونَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

نُنَجّٖيكَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟

 

İsim cümlesidir.  وَ  itiraziyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كَثٖيراً  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  مِنَ النَّاسِ  car mecruru  كَثٖيراً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

عَنْ اٰيَاتِنَا  car mecruru  غَافِلُونَ  ismi failine müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  غَافِلُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

غَافِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غفل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَالْيَوْمَ نُنَجّ۪يكَ بِبَدَنِكَ لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةًۜ

 

فَ  atıf harfidir. Ayet önceki mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  نُنَجّٖيكَ  fiilinin mef’ûlü olan  اَلْيَوْمَ, amiline takdim edilmiştir. 

اَلْيَوْمَ  kelimesi “şu an” manasında kullanılır. Çünkü  اَلْيَوْمَ  ismi, cüz-kül alakasıyla mecaz olarak şimdiki zamanın bir cüzünü ifade eder. (Âşûr)

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِتَكُونَ لِمَنْ خَلْفَكَ اٰيَةً  cümlesi, mecrur mahalde  نُنَجّٖيكَ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, müspet muzari sıygadaki nakıs fiil  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberi isim olarak geldiğinde, haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan)

Mecrur mahaldeki  مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü,  اٰيَةً ’in mahzuf haline müteallıktır. Sılası mahzuftur,  خَلْفَكَ  zarfı bu mahzuf sılaya müteallıktır.  

Ayetteki  بَدَنِكَ  sözcüğünün iki anlamı vardır:

a. İnsan vücudu;

b. Zırh.

Sözcüğün yakın anlamı insan vücudu, uzak anlamı ise zırhtır. Burada kastedilen zırh anlamıdır. Çünkü Firavun’un sudan ağır zırhıyla birlikte çıkarılması, çıplak olarak çıkarılmasından daha hayret vericidir. Buradaki َ “kurtaracağız” kelimesi sebebiyle tevriye-i müraşşaha vardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ ilmi)

“Biz seni, denizden çıkarıp kavminin düştüğü, battığı denizin dibine batmaktan kurtaracağız.” Fakat bu, “Sen boğulduktan sonra olacak.”

Ayetteki “ بَدَنِكَ ” sözü hal mahallindedir yani “sende bir ruh (can) olmaksızın ceset olarak" demektir.

Bu, alay etme yoluyla Firavun'a kurtuluşu vaat etmektir. Bu tıpkı, “Onları, elim bir azap ile müjdele!” (Tevbe Suresi, 34) ifadesindeki müjde kelimesindeki incelik gibidir. Sanki bu sözle Firavuna: “Biz, seni kurtaracağız. Ancak bu kurtuluş, canın için değil, cesedin için olacaktır!” denilmektedir. Böyle sözler bazen istihza için söylenir. Nitekim “Seni azat edeceğim ama öldükten sonra” “Seni hapisten kurtaracağım, ancak ölümünden sonra” denmesi gibi. (Fahreddin er-Râzî)

بِبَدَنِكَ  sözündeki  بِ  harfi tekid için zaiddir. (Âşûr)

اٰيَاتِنَا  -  اٰيَةً  ve  مَنْ  -  مِنَ  arasında,  كَ  zamirinin tekrarında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

نُنَجّٖيكَ  fiili; tef’il babındandır.  اَنْجَيَ  fiili if’al babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tef’il babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’an Kelimelerinin Sırlı Dünyası, s. 113) Ayrıca bu babda fiil ve mef’ûl uygulanır.

Burada kurtarmak fiilinin kullanımı Firavun’un imandan amacının bu azaptan kurtulmak olduğuna işarettir ve aynı zamanda onunla bir nevi istihza etmektir.

Denizden çıkarılmanın kurtarılmak olarak adlandırılması tehekkümî istiaredir. Gerekçesi, kendi türünde sıklıkla olduğu gibi saf alaycılık değildir. Aksine burada bir benzerlik sözkonusudur. Çünkü onu karaya çıkarmak kurtarmaya benzetilmiştir. Ama bu kurtarmak değil, zıddıdır. Böylece zıtlık benzerlik yerine konarak tehekkümî istiare oluşmuştur. (Âşûr) 

Firavunun cansız bedeninin kurtarılması onu aşağılamak ve şahitler huzurunda rezil rüsva etmek içindir. Tıpkı bir insan öldürüldükten sonra cesedinin çarşı-pazarlarda sürüklenmesi veya kafesinin şehir şehir dolaştırılması gibi. (Ebüssuûd)


 وَاِنَّ كَث۪يراً مِنَ النَّاسِ عَنْ اٰيَاتِنَا لَغَافِلُونَ۟

 

وَ  itiraziyye veya hal vâvıdır. (Âşûr)

Sübut ifade eden isim cümlesi,  إِنَّ  ve  لَ ’la tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan ayetler şan ve şeref kazanmıştır. 

اٰيَاتِنَا  izafetindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîl hükmündedir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

اٰيَاتِنَا  -  اٰيَةً  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

غَافِلُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Kıssadan İbret Almanın Lüzumu: Hakk Teâlâ'nın, “Bununla beraber insanlardan bir çoğu ayetlerimizden cidden gafildir.” buyruğuna gelince görünen odur ki Allah Teâlâ, Hz. Musa ve Firavunun kıssasını zikredip, Firavunun akıbetini belirtip sözü bu ifade ile bitirince ve Hz. Muhammed'e böyle hitap edince bu, ümmet-i Muhammed'i delillerden yüz çevirmeden alıkoyup onları deliller üzerinde düşünmeye ve onlardan ibret almaya sevk etmiş olur. Çünkü bu kıssaların zikredilmesinin maksadı ibret almaktır. Nitekim Cenab-ı Hakk, “And olsun, onların kıssalarını açıklamada salim akıl sahipleri için birer ibret vardır.” (Yusuf Suresi, 111) buyurmaktadır. (Fahreddin er-Râzî)