Yunus Sûresi 91. Ayet

آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ  ...

Şimdi mi?! Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الْانَ şimdi mi?
2 وَقَدْ oysa
3 عَصَيْتَ isyan etmiştin ع ص ي
4 قَبْلُ daha önce ق ب ل
5 وَكُنْتَ ve olmuştun ك و ن
6 مِنَ -dan
7 الْمُفْسِدِينَ bozguncular- ف س د
 
İsrâiloğulları’nın ilâhî bir emir uyarınca Mısır’dan ayrılmaları zamanı gelmiş ve bu amaçla yola çıkmışlardı. Zalimliğinden ve inadından ödün vermek istemeyen Firavun ve adamları da hışımla onların peşine düşmüşlerdi. İşte bu sırada bir mûcize gerçekleşti: Deniz yarıldı, İsrâiloğulları Allah’ın yardımıyla denizin öteki yakasına geçmeyi başardılar, Firavun ve taraftarları ise boğuldular (bk. Bakara 2/50; A‘râf 7/136; Enfâl 8/54).
 Boğulacağını anlayan Firavun’un o esnada iman sözcüklerini söylemiş olması, 91. âyetteki ifade ve diğer deliller ışığında geniş biçimde tartışılmış ve farklı kanaatler ileri sürülmüş olmakla birlikte, İslâm âlimlerinin çoğunluğu Firavun’un bu imanının geçerli olmadığı sonucuna ulaşmışlardır.
 Mısır’da firavunların cesetleri mumyalanarak koruma altına alınıyordu. 92. âyetten ise Hz. Mûsâ’ya karşı direnen ve denizde boğulan bu Firavun’un cesedinin mumyalanmadan, bir mûcize eseri korunmuş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Cebelein mevkiinde, mumyalanmadığı halde hiç bozulmamış bir ceset bulunmuştur. British Museum’da muhafaza edilen bu cesedin en az 3000 yıllık olduğu tesbit edilmiştir (Firavun, Firavun’un boğulması, âyetteki “deniz” ile nerenin kastedildiği ve son andaki imanıyla ilgili görüşler hakkında bk. A‘râf 7/135-136; Ömer Faruk Harman, “Firavun”, DİA, XIII, 118-121).
 93. âyette İsrâiloğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtarıldıktan sonra seçkin, güzel ve emin bir yere yerleştirildikleri, nimetlerle donatıldıkları ve ancak ilim geldikten sonra ayrılığa düştükleri belirtilmektedir (bu yerin neresi olduğu hakkındaki görüşler için bk. A‘râf 7/137; “ilmin gelmesi” ve “ihtilâfa düşmeleri”nin anlamı hakkında bk. Âl-i İmrân 3/19).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 135
 

آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ

 

Hemze istifham harfidir.  لْـٰٔنَ  zaman zarfı, mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  تؤمن   şeklindedir.

وَقَدْ عَصَيْتَ  cümlesi  تؤمن ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  عَصَيْتَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına  وَقَدْ  gelir. Bazen sadece  و  gelir. Nadiren و’sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَبْلُ  zaman zarfı,  عَصَيْتَ  fiiline müteallıktır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

كُنْتَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

تَ  muttasıl zamiri  كُنْتَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

مِنَ الْمُفْسِدٖينَ  car mecruru  كُنْتَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

الْمُفْسِدٖينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
 

آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِد۪ينَ

 

İstînâf-ı beyânî olarak fasılla gelen ayette fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mukadder sözün mekulü’l-kavlidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  آٰلْـٰٔنَ, takdiri  تؤمن  (İman edersin) olan fiile müteallıktır.

Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır. Çünkü ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır.

Tahkik harfinin dahil olduğu hal cümlesi  وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ, müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Haberî formda gelen cümle kınama, azarlama ve istihza kastı taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum oluşmuştur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

“Daha önce isyan etmiştin.” cümlesi; Firavun'un, imanı o ana kadar tehir etmesinden dolayı maruz kaldığı tevbih (azarlama) ve takbihi  kınama) ağırlaştırmak içindir. Çünkü onun imanı tehir etmesi, kendisine davet erişemediği için olmadığı gibi delilleri incelemek gibi bir sebeple de değildir.

Aksine bu tehir; red, isyan ve bozgunculuk içindir. Nitekim "ve bozgunculardan olmuştun" cümlesi de bunu açıklar.

Özetle, bu bozgunculuk, hem kendi nefsine raci olan (dönen) hem de başkasına sirayet eden, İsrailoğullarını da imandan alıkoyan bir zulüm demektir. Allah’a karşı gelmesi ise kendisine özgü bir isyandır. (Ebüssuûd)

Nakıs fiil  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi  وَكُنْتَ مِنَ الْمُفْسِدٖينَ, hal cümlesine matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُفْسِدٖينَ, car mecruru  كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

آٰلْـٰٔنَ  -  قَبْلُ  ve  عَصَيْتَ  -  الْمُفْسِدٖينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

آٰلْـٰٔنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ  şeklindeki soru kınama ve inkâr ifade eder. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Firavun’un imanının kabul edilmeyişinin sebebi nedir? Halbuki Allah Teâlâ, kin ve öfke ile hareket etmekten münezzehtir. Bu sebeple, “Allah, kin ve öfkesinden dolayı onun bu ikrarını kabul etmemiştir.” denilemez.

Alimler bu hususta şu izahları yapmışlardır;

1. O, tam azab-ı ilâhi inerken iman etmiştir. O esnadaki iman ise makbul değildir. Çünkü azap inerken, durum mecburiyet vaktine girmiş olur. Bu vakitte ise tövbe makbul olmaz. İşte bu sebepten Allah Teâlâ, “Allah’ın hışmını gördükleri zaman yapacakları iman fayda vermez.” (Mümin Suresi, 85) buyurmuştur.

2. Firavun, bu sözü sayesinde, başındaki boğulma belasını ve sıkıntısını savuşturmak için söylemiştir. Yoksa bundan maksadı, Allah’ın vahdaniyetini, rububiyetinin izzetini ve kulluğun zilletini itiraf değildir. Bu durumda o, bu sözü ihlasla söylememiştir ve dolayısıyla kabul edilmemiştir. (Fahreddin er-Râzî)