فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ
Kevser kelimesi “çokluk” mânasına gelen “kesret” kökünden türemiş olup çok değerli ve çok önemli şeyleri ifade eder. Tefsirlerde kevser, “çok hayır, Kur’an-ı Kerîm, Kur’an’la ilgili ilimler ve mümine dinî hayatında tanınan kolaylıklar, peygamberlik, makam-ı mahmûd (bk. İsrâ 17/79), cennetteki bir nehir veya havuz, Hz. Peygamber’in nesli, ashabının ve ümmetinin çokluğu, duasının kabul olması, şanının yüceliği, başkasını kendine tercih etme, kalbin nuru, şefaat, mûcizeler, kelime-i tevhid, din konusundaki bilgi, beş vakit namaz, İslâm dini” gibi çeşitli anlamlarda yorumlanmıştır (bk. Taberî, XXX, 208-209; Şevkânî, V, 593). Ancak biz, bunlar içinde Şevkânî’nin de tercihi olan, “çok hayır” anlamına uygun düşen “bitip tükenmez iyilik” şeklindeki kapsamlı anlamı tercih ettik. Râzî, buradaki kevser kelimesiyle Duhâ sûresinden buraya kadar doğrudan veya dolaylı ifadelerle Cenâb-ı Hakk’ın, resulüne lutfettiği, her biri dünyalara değer nimetlerin, şan ve şeref sebeplerinin kastedildiğini belirterek dolaylı bir ifadeyle ona, “Sen de bu lütufkâr rabbine ibadet etmek ve kullarını kendileri için en iyi olan yola çağırmakla meşgul ol” buyurulduğunu söyler. Aynı müfessire göre kevser kelimesi, Allah’ın, Resûl-i Ekrem’i düşmanlarına karşı koruyup kendisine zaferler nasip edeceği, dünya ve âhirette bol nimetler bağışlayacağı yönünde müjdeler de içermektedir (daha fazla bilgi ve başka yorumlar için bk. Râzî, XXXII, 119-128).
Erkek çocuğu yaşamadığı için kendisine “sonu yok, nesli kesik” diyen müşriklerin sözlerinden dolayı üzülmüş olan Hz. Peygamber’e kevser, yani bitip tükenmez nimetler verildiği müjdelenerek üzüntüsü giderilmiş, müşriklerin bu konudaki dedikoduları reddedilmiş ve Hz. Peygamber’in şanının yüceliği gösterilmiştir.
2. âyette, kendisine pek çok hayır lutfedilmiş olan Hz. Peygamber’in bu nimetlerin şükrünü eda etmek üzere sadece Allah’a yönelerek namaz kılması ve O’nun rızâsı için değerli mallarından kurban kesmesi emredilmiş; bu suretle putlar için kurban kesen müşriklerin çok tanrılı inancını silip tevhid inancını yerleştirmesi ve kesilen kurbanlar sayesinde sosyal yardımın sağlanması amaçlanmıştır.
Bilindiği gibi namaz, azdan çoğa göre arttırılarak Mekke döneminde, yaygın kanaate göre hicretten üç yıl kadar önce gerçekleşen mi‘rac olayı sırasında farz kılınmış; kurban ibadeti ise Hz. Peygamber tarafından hicretten iki yıl sonra uygulanmaya başlanmıştır. Bu âyette geçen namazın beş vakit namaz mı, bayram namazı mı olduğu konusunda farklı tesbit ve değerlendirmeler vardır. Âyetteki kurbanın da vâcip veya sünnet kurban mı yoksa nâfile de dahil mutlak kurban mı olduğu tartışmalıdır. Bize göre âyette vurgulanan husus, belli bir namaz ve kurban olmayıp bütün namaz, kurban ibadetlerinin, yalnızca Allah’a, bütün nimetlerin sahibine özgü kılınması, yalnızca rabbe ibadet edilmesidir.
“Kurban kes” diye çevirdiğimiz cümleye, “Namaz kılarken göğsün kıbleye dönük olsun, tekbirlerde ellerini göğüs hizasına kadar kaldır” mânaları da verilmiştir (Şevkânî, V, 594).
Araplar erkek çocuğu olmayan kimseyi “sonu yok, soyu kesik” gibi sıfatlarla niteler ve bu tür lakaplarla anarlardı. Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Peygamber’in erkek çocukları ölünce müşrikler onu da ebter lakabıyla anmaya başlamışlar ve “Bırakın onu; o, sonu gelmeyecek, soyu kesik bir adamdır!” diyerek hakaret etmek istemişlerdir (bk. Taberî, XXX, 212). İşte 3. âyet, onların bu davranışlarını kınamakta, her ne kadar erkek çocukları bulunsa da asıl soyu kesileceklerin kendileri olduğunu haber vermektedir. Çünkü onlar kıyamete kadar lânetle anılırken Hz. Peygamber rahmetle anılmakta, ismi dünyanın her tarafında günde beş vakit ezanda Allah’ın adıyla birlikte okunmaktadır. Mekke putperestleri, olayların sadece dış yüzüne baktıkları için Hz. Peygamber’i arkasız ve güçsüz, kendilerini kalabalık ve güçlü görür ve buna dayanarak Resûl-i Ekrem’in davasının sonuçsuz kalacağından emin olduklarını söylerlerdi. Ama –Râzî’nin ifadesiyle– “Allah durumu onların aleyhine çevirdi; asıl güçlü olanın, Allah’ın destekledikleri ve güçsüz olanların da Allah’ın zillete uğrattıkları olduğunu bildirdi. Böylece kesret ve kevser (geniş topluluk ve bol nimet) Hz. Muhammed’in olurken ona düşman olanların payına da ebterlik, alçalış ve zillet düştü” (XXXII, 134). Bu ifadeler, dolaylı olarak Hz. Peygamber’in yolunu izleyen, inanç ve kararlılığını devam ettiren müminler için de bir müjdedir.
فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ
فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ
Cümle, takdiri انتبه لهذا (Dikkatli ol) olan mukadder istînâfa فَ ile atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَ harfi, sebep bildirmekle önündeki emirlerin kendinden öncekilere ilgisini ifade etmek içindir. Çünkü lütuf, önemi oranında şükür ve taatı, şükür ["Şükrederseniz, muhakkak size artırırım."] (İbrahim,14/7) hükmünce artmayı haketmeyi gerektirdiği için Kevser ihsanı bu emirlerin en mükemmel şekilde ifasını icab ettirir. (Elmalılı)
Dolayısıyla ayette îcâz-ı hazif vardır. لِرَبِّكَ car mecruru صَلِّ fiiline mütealliktir.
لِرَبِّكَ ‘deki lam harf-i ceri; namazı Allah’a has kılmak ve ondan gayrısı için namaz kılmamayı ifade etmiştir. Bunda müşriklere tariz vardır. Çünkü onlar putlara secde ederek namaz kılıyor ve etraflarında tavaf ediyorlardı. (Âşûr)
Veciz ifade kastına matuf رَبِّكَ izafetinde, Hz. Peygamber’e ait zamirin Rabb ismine muzâfun ileyh olması Peygamberimize tazim, teşrif ve destek içindir. (Âşûr)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Aynı üsluptaki وَانْحَرْ cümlesi atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Bu ayetteki iltifat sanatında, mütekellimden gâibe dönüş vardır. Burada ikinci ayette رَبِّكَ yerine muktezây-ı zâhire uygun olarak ‘’Bize’’ şeklinde gelmesi gerekirken iltifat olmuştur. Çünkü Rabb isminin açıkça zikri emredilen fiili yapmaya teşvik eder. Terbiye eden ve gözeten kişi, ibadet edilmeye layıktır ve namaza da müstehaktır. Rabb isminin açıkça zikri namaza ve hırsla edasına daha fazla teşvik edicidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Başta azamet nûnu ve mütekellim zamiriyle buyurulmuşken burada لَنا denilmeyip yine Peygamber'e hitap olan zamire muzâf Rabb özel ismiyle özellikle rububiyet açıklanarak zamirden zahire dönmekte de bir çok nükteler vardır. Birincisi, mütekellim zamirini izah ile vericinin birliğini beyandır. İkinci olarak, emrin haysiyetini beyandır. Yani emir, Rab olmanın hakkı ve malikiyet (sahip olmak)le bütün terbiyenin gereği olduğunu ifade eder. Üçüncü olarak, bu izafet muhatab hakkında ahd ile bilinen bir özel nispeti ve bir özel rububiyeti ve muhatabın kulluk vasfını ifade eder ki, bunda da ayrıca bir saygıyı açıklama ve özel bir şeref ile işin en mükemmel şekilde ifasına bir sevk ve teşvik vardır. (Elmalılı)
فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ [Sen de Rabbin için namaz kıl ] ayeti Allah Teâlâ’nın rızası için ihlasla namaza devam et, ondan gafil olma, nimetlerine şükür için kıl demektir. Çünkü namaz şükrün her türlüsünü içine almaktadır. Kurban kes; Arapların en kıymetli malları olan deve kes, muhtaçlara sadaka et, onları itip kakanların ve yardım etmeyenlerin aksine demektir. Çünkü bu sure önceki surenin karşılığı gibidir. فَصَلِّ bayram namazı, انْحَرْۜ (deve kesme) de kurban kesme ile tefsir edilmiştir. (Beyzâvî)
لِرَبِّكَ [Rabbin için] şeklindeki isim tamlaması, Peygamberimizin (sav) değer ve şerefini gösterir. (Safvetü’t Tefâsir)
Şükür üç çeşittir:
1- Kalple şükür; nimetin başkasından değil sadece Allah'tan olduğunu bilmektir.
2- Dille şükür; nimet vereni övmek, sena etmektir.
3- Organlarla şükür; nimet verene hizmet etmek, ona boyun eğmektir. Namaz, işte bu üç çeşidin hepsini bünyesinde toplamaktadır. (Rûhu’l Beyân)
انْحَرْۜ kelimesi de isim ve masdar olarak kullanılır. İsim olan نْحَرْۜ , göğsün boyun tarafına gelen boğaz çukuruna doğru gerdanlık yerine denir. Masdar olan نَحِرْۜ ise, Rağıb ve diğer dilcilerin beyanına göre aslında nahre isabet ettirmek yani vurmak veya dokunmak veya boğaz çukuruna bıçak sokmak suretiyle nahre rastlamak demektir. Deve başlangıçta oradan kesildiği için onda galip olmuştur. Bundan mutlaka zebhetmek, boğazlamak manasına da kullanılmıştır. İntihar da bundan alınmıştır. (Elmalılı)