Hûd Sûresi 19. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ  ...

Onlar (halkı) Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri ve çelişkili göstermek isteyen kimselerdir. Hem de onlar ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar
2 يَصُدُّونَ alıkoyar ص د د
3 عَنْ
4 سَبِيلِ yolundan س ب ل
5 اللَّهِ Allah’ın
6 وَيَبْغُونَهَا ve onda ararlar ب غ ي
7 عِوَجًا çarpıklık ع و ج
8 وَهُمْ ve onlar (ararlar)
9 بِالْاخِرَةِ ahireti ا خ ر
10 هُمْ onlar
11 كَافِرُونَ inkar edenlerdir ك ف ر
 
Buradaki soru 13. âyette ifade edildiği üzere, “Muhammed Kur’an’ı kendi uydurup Allah’a nisbet ediyor” diyenlere bir reddiye mahiyetinde olup, Allah’a karşı böyle bir isnatta bulunmanın en büyük haksızlık olduğuna, Hz. Peygamber’in böyle bir haksızlık yapmasının mümkün olmadığına işaret eder. İşte bu zalimler âhirette Allah’ın huzuruna çıkarılacaklar ve dünyada işledikleri zulmün hesabını vereceklerdir. O zaman şahitler yani melekler, peygamberler, âlimler, sâlih müminler (krş. en-Nahl 16/84; en-Nisâ 4/41, Şevkânî, II, 556-557; Reşîd Rızâ, XII,) bunların Allah’a karşı yalan uydurup iftira ettiklerine dair şahitlik edecekler ve bunların Allah’ın lânetine uğramalarını isteyeceklerdir. Çünkü bunlar yukarıda anlatılan suçları yanında, insanları Allah yolundan alıkoymaya, bu dosdoğru yolu eğri büğrü göstermeye çalışan ve âhireti inkâr eden kimselerdir. Bu iki âyet-i kerîme, Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu reddetmeye kalkışan, insanların Kur’an’ı ve onun ilkelerini benimsemelerine engel olan; malî, bedenî, ilmî, siyasî, sosyal ve psikolojik gücünü Kur’an’a karşı kullanıp inkâr edilmesini sağlamak için onunla ilgili şüpheler uyandırmaya, onu zaafa uğratmaya ve zararlı göstermeye çalışan kimselerin zalim olduklarını, bu sebeple Allah’ın lânetini hak ettiklerini, yani O’nun rahmetinden mahrum kaldıklarını ifade eder.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 159-160
 

اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ 

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri,  هم  şeklindedir.  İsm-i mevsûlun sılası  يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

يَصُدُّونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَنْ سَب۪يلِ  car mecruru  يَصُدُّونَ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَبْغُونَهَا عِوَجاً  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sıla cümlesine matuftur.

يَبْغُونَهَا  fiili  نَ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

عِوَجاً  hal olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir.

Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal, (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  كَافِرُونَ ’ye müteallıktır. Munfasıl zamir  هُمْ  birinciyi tekid etmek içindir. 

كَافِرُونَ  haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اَلَّذ۪ينَ, takdiri  هُمْ  olan mahzuf mübtedanın haberidir.

Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

İsm-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ  cümlesi sılaya  وَ ’la atfedilmiştir.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti, lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  için şan ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ  sözünde de istiare vardır. Çünkü Allah’ın yolu, onun dini demektir. Buna göre dinde sapma noktaları ararlar sözü “Açık ve boş noktalar bulmaya çalışırlar.”, “O doğru değil eğri büğrü bir yoldur.” diye şüpheler vehmettirirler demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

“Allah yolu”ndan murad, Allah’ın dini ve Resulüne ittibadır. Onların Allah yolunda eğrilik aramaları birtakım şüpheler ileri sürerek Allah yolunu eğri göstermek istemeleri veya insanlara Allah yolunu eğri bir yol olarak sunmaya çalışmalarıdır. (Beyzâvî)

يَصُدُّونَ عَنْ  ibaresinde istiare vardır. İnkâr etmek, uzaklaşmaya benzetilmiştir.


وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ

 

Ayetin son cümlesi, sıla cümlesine matuftur Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki ikinci munfasıl zamir  هُمْ, tekid için gelmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِالْاٰخِرَةِ, amili olan  كَافِرُونَۜ  kelimesine önemine binaen takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَ  sözünde, isim cümlesi yoluyla küfürlerinin sübut ve temekkün ettiği ifade edilmiştir. (Âşûr)    

Ayetin son cümlesinde (car mecrurun takdimi ve fasıl zamiri dahil edilmesiyle) “Ve onlar, ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.” denilmesi, hem onların küfrünü tekidle anlatır hem de böyle bir inkârın onlara has olduğunu bildirir.

هُمْ  zamirinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.