Hûd Sûresi 25. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ  ...

Andolsun, biz Nûh’u kavmine peygamber olarak gönderdik. Onlara şöyle dedi: “Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَرْسَلْنَا göndermiştik ر س ل
3 نُوحًا Nuh’u
4 إِلَىٰ
5 قَوْمِهِ kendi kavmine ق و م
6 إِنِّي şüphesiz ben
7 لَكُمْ sizin için
8 نَذِيرٌ bir uyarıcıyım ن ذ ر
9 مُبِينٌ apaçık ب ي ن
 
Sûrenin başından buraya kadar olan bölümde itikadla ilgili esaslar, Allah’ın birliği, peygamberler, Kur’an’ın mûcize oluşu ve âhirete iman edenlerle inanmayanların âhiretteki durumları anlatıldı; inanmayanların en büyük zarara uğrayacakları, buna karşılık inananların cennete girecekleri ve burada sonsuz nimetlere kavuşacakları açıklandı; sonunda güzel bir benzetmeyle bu iki gruba dikkat çekilerek insanlar düşünmeye davet edildi. Bundan sonraki bölümlerde ise bazı peygamberlerin hayatları, tevhid inancını yaymak için verdikleri mücadele, kavimlerinin bunlara karşı tutumları, bu arada meydana gelen olaylar ve neticeleri örnek ve ibret olsun diye anlatılmaktadır.
Nûh aleyhisselâm Âdem’in oğlu Şît’in (Şîs) neslinden Lamek’in oğlu olup adı Kur’an’da kırk üç yerde geçen, adı bir sûreye (71. sûre) isim olan büyük bir peygamberdir. Ayrıca yüce Allah tarafından kendilerinden sağlam söz alınan beş büyük peygamberden biri ve bunların ilkidir (bk. Ahzâb 33/7; Ahkaf 46/35). 950 yıl yaşamış ve kavmini Allah’ın dinine davet etmiştir (el-Ankebût 29/14). Uzun yıllar kavmini dine davet etmesine rağmen putperest olan kavmi onun davetini kabul etmedi ve kendisini sapkınlıkla itham etti (A‘râf 7/60); hatta tebliğ faaliyetine son vermediği takdirde onu taşlayarak öldüreceklerine dair tehditte bulundu (Şuarâ 26/116). Sonunda Hz. Nûh, “Artık yenik düştüm; yardımını esirgeme!” diye Allah’a yalvarmaya başladı (Kamer 54/10) ve “Rabbim!” dedi, “Kavmim beni yalancılıkla suçluyor. Artık benimle onların arasındaki durumu sen hükmünle açıklığa kavuştur, beni ve beraberimdeki müminleri kurtar!” diye dua etti. Bunun üzerine yüce Allah inananları Nûh ile birlikte gemiye bindirerek kurtardı, diğerleri de tûfanda boğuldu (Şuarâ 26/117-120). Rivayete göre Hz. Nûh tûfandan sonra 350 yıl yaşamış ve Mekke’de vefat etmiştir (Nûh hakkında bilgi için ayrıca bk. Nûh 71/ 1-28; Ömer Faruk Harman, “Nûh”, İFAV Ans., III, 499).
 Hz. Âdem’den sonra Nûh peygambere kadar geçen süre, kesin olarak bilinmemekle birlikte oldukça uzun bir zaman dilimi oluşturmaktadır. Bu süre içerisinde Âdem’in soyu çoğalarak yeryüzüne dağılmış, ancak onun getirdiği tevhid inancından da sapmalar olmuştu; bu sapmaları önlemek amacıyla Allah Teâlâ İdrîs aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi (bk. Meryem 19/56; Enbiyâ 21/85). Bununla birlikte sapmalar devam etti, putperestlik çoğaldı ve Hz. Nûh zamanında yaygın bir duruma geldi. Kur’ân-ı Kerîm bu dönemde halkın saygı gösterip taptığı Ved, Suvâ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr gibi putların adını vermektedir (bk. Nûh 71/23). Putperestliğe paralel olarak toplumun ahlâkı da bozulmuştu; haksızlık, ahlâksızlık, azgınlık ve zulüm yaygınlaşmıştı (krş. A‘râf 7/64; Enbiyâ 21/77; Zâriyât 51/46; Necm 53/52). Bu sapmaları önlemek ve toplumun bozulan yönlerini onarmak amacıyla yüce Allah Hz. Nûh’u peygamber olarak görevlendirdi. Nûh, kavmine gelerek kendisinin onlar için bir nasihatçı ve açık bir uyarıcı olduğunu, Allah’tan başka ilâh bulunmadığını, dolayısıyla O’ndan başkasına kulluk etmenin doğru olmadığını tebliğ etti; kendisini dinlemedikleri takdirde büyük bir cezaya çarptırılacaklarından endişe ettiğini bildirerek onları uyardı. 
 Hz. Nûh’un korktuğu “elem verici günün azabı”ndan maksat Nûh tûfanı olabileceği gibi kıyamet gününün azabı da olabilir; her ikisi birden kastedilmiş de olabilir. Hz. Nûh, kavmini putlardan uzaklaştırmak ve bir olan Allah’a yönelmelerini sağlamak için büyük bir gayret gösterdi; davetini yüzyıllarca sürdürdü ve Allah’a yönelmedikleri takdirde başlarına büyük bir felâketin geleceğini haber verdi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 163-164
 

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

نُوحاً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اِلٰى قَوْمِه۪  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.


 اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنّ۪  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  لَكُمْ  car mecruru  نَذ۪يرٌ ’e müteallıktır.

نَذ۪يرٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.  مُب۪ين  kelimesi  نَذ۪يرٌ  sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada  مُب۪ين  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَذ۪يرٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُب۪ينٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪ۘ

 

Atıf, kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. Bu  و  harfi ibtidaiyye olarak adlandırılır. (Âşûr)

لَ ; mahzuf kasemin cevabına gelen muvattie harfidir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, kasem üslubunda, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

اَرْسَلْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Bu surenin başından itibaren şu konular beyan edildi:

1. Bu sure, ayetleri muhkem ve mufassal olan Kitabın bir bölümüdür.

2. Bu sure, tevhid ve Allah’tan başkasına ibadeti terk hakkında nazil olmuştur.

3. Kitabın gönderildiği Peygamber (sav), Allah tarafından uyarıcı ve müjdeci kılınmıştır.

4. Bu ayetlerde,

a. Teşvik ve uyarılarla inatçıları, Kur’an’ın Allah katından olduğuna dair ilzam edici hak kanıtlar,

b. İnkârcıların ölçüsüz talepleri, yalanlamaları, Kur’an’ı bazen sihir bazen de uydurma olarak vasıflandırmaları karşısında duyduğu sıkıntı sebebiyle Resulullah’ı (sav) teşci’ ve tesliyeler,

c. Resulullah ile müminleri, Kur’an’a sımsıkı sarılmaya ve hükümlerini hayata geçirmeye devam etmelerine ilişkin emirler vardır.

Bütün bunlar en beliğ bir üslupla ifade edilmiştir.

Bundan sonra bir çok hakikatler, peygamber kıssalarıyla açıklanmaya başlanıyor. Bu kıssalar da surenin başındaki ayetlerin içerdiği konuları içeriyor. Amaç, o hakikatleri şu iki yoldan sağlamlaştırmaktır:

Birincisi, emredilen tevhid, bütün peygamberlerin üzerinde ittifak ettikleri tevhid ile bunun ayrıntılarıdır.

İkincisi de, Resulullah’ın (s.a.v) bunları vahiy yoluyla öğrenmiş olmasıdır.

Ayetin ikinci cümlesinde Hz. Nuh’un dedikleri aktarılırken, söze “O dedi ki…” diye başlamıyor. Çünkü Kur’an’ın anlatımı sahneye canlılık kazandırıyor: Sanki bu hikâyede olup bitenler gözlerimizin önünde cereyan ediyor, sanki onlar geçmişin hikâyesi değildirler. Sanki Hz. Nuh, bu sözleri soydaşlarına şimdi söylüyor ve biz kendisi ile soydaşlarını gözlerimizle görüyor, söylediklerini kulaklarımızla işitiyoruz. (Fi Zilali’l Kur’an)


 اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ

 

Cümle mukadder sözün mekulü’l-kavli olup  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir.

Cümlede car-mecrur  لَكُمْ , amili olan  نَذ۪يرٌ ’a önemine binaen takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Ben sizin için azabın sebeplerini ve ondan kurtulma çarelerini açıklayan bir uyarıcıyım.”

Çünkü uyarı, sakıncayı bildirmektir. Uyarma, sırf korkutmak ve rahatsız etmek için değildir; uyarı konusu şeylerden sakındırmak içindir. (Ebüssuûd)

مُب۪ينٌ  kelimesi  نَذ۪يرٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.