Hûd Sûresi 26. Ayet

اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ  ...

“Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmeyin. Doğrusu ben sizin adınıza elem dolu bir günün azabından korkuyorum.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَنْ diye
2 لَا
3 تَعْبُدُوا kulluk etmeyin ع ب د
4 إِلَّا başkasına
5 اللَّهَ Allah’tan
6 إِنِّي şüphesiz ben
7 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
8 عَلَيْكُمْ sizin hakkınızda
9 عَذَابَ azabından ع ذ ب
10 يَوْمٍ bir günün ي و م
11 أَلِيمٍ acıklı ا ل م
 
Sûrenin başından buraya kadar olan bölümde itikadla ilgili esaslar, Allah’ın birliği, peygamberler, Kur’an’ın mûcize oluşu ve âhirete iman edenlerle inanmayanların âhiretteki durumları anlatıldı; inanmayanların en büyük zarara uğrayacakları, buna karşılık inananların cennete girecekleri ve burada sonsuz nimetlere kavuşacakları açıklandı; sonunda güzel bir benzetmeyle bu iki gruba dikkat çekilerek insanlar düşünmeye davet edildi. Bundan sonraki bölümlerde ise bazı peygamberlerin hayatları, tevhid inancını yaymak için verdikleri mücadele, kavimlerinin bunlara karşı tutumları, bu arada meydana gelen olaylar ve neticeleri örnek ve ibret olsun diye anlatılmaktadır.
Nûh aleyhisselâm Âdem’in oğlu Şît’in (Şîs) neslinden Lamek’in oğlu olup adı Kur’an’da kırk üç yerde geçen, adı bir sûreye (71. sûre) isim olan büyük bir peygamberdir. Ayrıca yüce Allah tarafından kendilerinden sağlam söz alınan beş büyük peygamberden biri ve bunların ilkidir (bk. Ahzâb 33/7; Ahkaf 46/35). 950 yıl yaşamış ve kavmini Allah’ın dinine davet etmiştir (el-Ankebût 29/14). Uzun yıllar kavmini dine davet etmesine rağmen putperest olan kavmi onun davetini kabul etmedi ve kendisini sapkınlıkla itham etti (A‘râf 7/60); hatta tebliğ faaliyetine son vermediği takdirde onu taşlayarak öldüreceklerine dair tehditte bulundu (Şuarâ 26/116). Sonunda Hz. Nûh, “Artık yenik düştüm; yardımını esirgeme!” diye Allah’a yalvarmaya başladı (Kamer 54/10) ve “Rabbim!” dedi, “Kavmim beni yalancılıkla suçluyor. Artık benimle onların arasındaki durumu sen hükmünle açıklığa kavuştur, beni ve beraberimdeki müminleri kurtar!” diye dua etti. Bunun üzerine yüce Allah inananları Nûh ile birlikte gemiye bindirerek kurtardı, diğerleri de tûfanda boğuldu (Şuarâ 26/117-120). Rivayete göre Hz. Nûh tûfandan sonra 350 yıl yaşamış ve Mekke’de vefat etmiştir (Nûh hakkında bilgi için ayrıca bk. Nûh 71/ 1-28; Ömer Faruk Harman, “Nûh”, İFAV Ans., III, 499).
 Hz. Âdem’den sonra Nûh peygambere kadar geçen süre, kesin olarak bilinmemekle birlikte oldukça uzun bir zaman dilimi oluşturmaktadır. Bu süre içerisinde Âdem’in soyu çoğalarak yeryüzüne dağılmış, ancak onun getirdiği tevhid inancından da sapmalar olmuştu; bu sapmaları önlemek amacıyla Allah Teâlâ İdrîs aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi (bk. Meryem 19/56; Enbiyâ 21/85). Bununla birlikte sapmalar devam etti, putperestlik çoğaldı ve Hz. Nûh zamanında yaygın bir duruma geldi. Kur’ân-ı Kerîm bu dönemde halkın saygı gösterip taptığı Ved, Suvâ, Yeğûs, Yeûk ve Nesr gibi putların adını vermektedir (bk. Nûh 71/23). Putperestliğe paralel olarak toplumun ahlâkı da bozulmuştu; haksızlık, ahlâksızlık, azgınlık ve zulüm yaygınlaşmıştı (krş. A‘râf 7/64; Enbiyâ 21/77; Zâriyât 51/46; Necm 53/52). Bu sapmaları önlemek ve toplumun bozulan yönlerini onarmak amacıyla yüce Allah Hz. Nûh’u peygamber olarak görevlendirdi. Nûh, kavmine gelerek kendisinin onlar için bir nasihatçı ve açık bir uyarıcı olduğunu, Allah’tan başka ilâh bulunmadığını, dolayısıyla O’ndan başkasına kulluk etmenin doğru olmadığını tebliğ etti; kendisini dinlemedikleri takdirde büyük bir cezaya çarptırılacaklarından endişe ettiğini bildirerek onları uyardı. 
 Hz. Nûh’un korktuğu “elem verici günün azabı”ndan maksat Nûh tûfanı olabileceği gibi kıyamet gününün azabı da olabilir; her ikisi birden kastedilmiş de olabilir. Hz. Nûh, kavmini putlardan uzaklaştırmak ve bir olan Allah’a yönelmelerini sağlamak için büyük bir gayret gösterdi; davetini yüzyıllarca sürdürdü ve Allah’a yönelmedikleri takdirde başlarına büyük bir felâketin geleceğini haber verdi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 163-164
 

اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ

 

 

اَنْ  tefsiriyye harfidir.  لَا  nehiy harfi olup cümle olumsuz emir manasındadır.  

تَعْبُدُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzaridir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.


اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَخَافُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  اَخَافُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

Muzari fiillerin zamirlerinden bazıları  (أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ...) fail (özne) konumunda olduklarında zorunlu olarak müstetir olurlar, yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ  -  هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَيْكُمْ  car mecruru  اَخَافُ  fiiline müteallıktır.

عَذَابَ  kelimesi  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur.  يَوْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَلِيمٍ  kelimesi  يَوْمٍ ’in sıfatıdır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. Burada  اَلِيمٍ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ 

 

Tefsiriyye olan  اَنْ ’i takip eden  لَا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَ  cümlesi olumsuz emir sıygasında talebi inşâ cümlesidir.

Nehiy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vâki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)Buradaki  اَنْ  harfinin muhaffefe olması da caizdir. Böylece hemzenin fethalı okunmasıyla  أنِّي لَكم نَذِيرٌ مُبِينٌ  cümlesinden bedel olur. İsmi mahzuf zamir-i şandır. Takdiri şöyledir:  أنَّهُ لا تَعْبُدُوا إلّا اللَّهَ  (Âşûr)

لَا  ve  اِلَّا  ile gelen kasr üslubu sadece Allah’a kulluk edilmesini kesin bir dille ifade eder. “Allah’tan başkasına ibadet etmeyin.” ifadesi, nefyden yapılan istisnadır. Bu da, müstesnadan başkasının nefyini gerektirir.

لَا تَعْبُدُٓوا  (Kulluk etmeyin!) ifadesi  اِنّ۪ي لَكُمْ نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌۙ  (Ben sizin için bir uyarıcıyım.) cümlesinden bedeldir yani “Allah’tan başkasına” kulluk etmeyin diye... Veya  اَنْ لَا تَعْبُدُٓوا  cümlesindeki  اَنْ  harfi,  اَرْسَلْنَا ’ya veya  نَذ۪يرٌ ’e müteallık olup tefsir içindir. (Keşşâf, Fahreddin er-Râzî)

تَعْبُدُٓوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ اَل۪يمٍ

 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hudûs, hükmü takviye ifade etmiştir.

Car mecrur  عَلَيْكُمْ , önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

Ayette sözü edilen “gün” aslında “acıklı” değil; “acılarla dolu” bir gündür. Yani acıları tadacak olan günün kendisi değil, o günü yaşayacak olan insanlardır. Bu ifadede mecazî isnad vardır. “Acı” olgusunu zihinlerde somutlaştırmak için bilerek seçilmiştir. Yani o günün kendisi acılarla yüklüdür. Âşûr da aynı görüştedir. 

1. ve 3. ayetle iktibas sanatı vardır.

Allah Teâlâ daha sonra “Allah'tan başkasına ibadet etmeyin.” buyurmuştur. Bundan dolayı bu ifade, ayetteki, “Şüphesiz ki ben sizin için apaçık bir nezirim.” ifadesinden bedeldir. Sonra da Cenab-ı Hakk bu ifadeyi, “Hakikat, ben sizin başınıza acıklı bir günün azabının gelmesinden endişe ediyorum.” ifadesiyle tekid etmiştir. O büyük acı, o günde gerçekleşeceği için bu acı, o güne izafe edilmiştir. Bu, arapların “gündüzün oruç, gecen namaz” sözü gibidir. (Fahreddin er-Râzî)