وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve |
|
2 | يَنْفَعُكُمْ | size yarar vermez |
|
3 | نُصْحِي | öğüdüm |
|
4 | إِنْ | eğer |
|
5 | أَرَدْتُ | istesem de |
|
6 | أَنْ |
|
|
7 | أَنْصَحَ | öğüt vermek |
|
8 | لَكُمْ | size |
|
9 | إِنْ | eğer |
|
10 | كَانَ |
|
|
11 | اللَّهُ | Allah |
|
12 | يُرِيدُ | dilerse |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | يُغْوِيَكُمْ | sizi azgınlığa düşürmeyi |
|
15 | هُوَ | O |
|
16 | رَبُّكُمْ | sizin Rabbinizdir |
|
17 | وَإِلَيْهِ | ve O’na |
|
18 | تُرْجَعُونَ | döndürüleceksiniz |
|
“Azgınlık içinde bırakmak” diye tercüme ettiğimiz 34. âyetteki iğvâ kelimesi, “helâk etmek, doğru yoldan saptırmak, baştan çıkarmak, ayartmak, azdırmak ve saptırmak” anlamlarını da içermektedir. Terim olarak iğvâ, “şeytanın veya nefsin insanı kötü yola yönlendirmesi” anlamına gelir. Allah’ın iğvâsından maksat –genel olarak hidayet ve dalâlet konusunda olduğu gibi– imtihan gereği ve ilâhî sünnetin (kanun) bir uygulaması olarak sapmaya yönelenlere izin ve imkân vermesidir. Azgınlıktaki ısrarları sebebiyle Allah bir kavmin maddî, mânevî ve ahlâkî bakımdan bozulmasını, kokuşup çökmesini murat etmişse peygamberin nasihati o topluma fayda vermez. Onlar zenginliklerine, mevki ve makamlarına aldandıkları için gerçeği göremezler, onu görenleri de küçümserler, onlarla birlikte olmaya tenezzül etmezler, peygamberin söz ve davranışları onlara ağır gelir. Nitekim Yûnus sûre-
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 167-168
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَنْفَعُ merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. نُصْح۪ٓي fail olup mukadder damme ile merfûdur. ي muzâfun ileyh olup mahallen mecrurdur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. اَرَدْتُ şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. Faili تُ zamiridir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَنْصَحَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
لَكُمْ car mecruru اَنْصَحَ fiiline müteallıktır. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ ‘in dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; فلا ينفعكم نصحي (Nasihat size fayda vermez) şeklindedir.
يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يُغْوِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
هُوَ رَبُّكُمْ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
رَبُّكُمْ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُغْوِيَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اِلَيْهِ car mecruru تُرْجَعُونَ fiiline müteallıktır.
تُرْجَعُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir çoğul و 'ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
وَلَا يَنْفَعُكُمْ نُصْح۪ٓي اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْۜ
اِنَّمَا يَأْت۪يكُمْ بِهِ اللّٰهُ cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اِنْ اَرَدْتُ اَنْ اَنْصَحَ لَكُمْ cümlesi, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şartın cevabı öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri, فلا ينفعكم نصحي [Size nasihatim fayda vermez.] olan cevabın hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır.
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden …اَنْصَحَ لَكُمْ cümlesi masdar teviliyle اَرَدْتُ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Önceki cümlenin delaletiyle cevabı mahzuf olan şart cümlesi اِنْ كَانَ اللّٰهُ يُر۪يدُ اَنْ يُغْوِيَكُمْ, nakıs fiil كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl le gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)
Masdar harfi اَنْ ’i takip eden يُغْوِيَكُمْۜ cümlesi, masdar teviliyle يُر۪يدُ fiilinin mef’ûlü konumundadır.
Ayette iki şart cümlesi vardır. Her ikisinin de cevabı mahzuftur.
نُصْح۪ٓي - اَنْصَحَ ve اَرَدْتُ - يُر۪يدُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَنْصَحَ - يُغْوِيَكُمْ (nasihat etmek- azdırmak) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
“İğva ‘Allah’ ifadesinde igvâ’nın (saptırma /azdırma) -Allah Teâlâ’ya nispetle- zikredilmesi, sarih istiare olmasa da istiare kabilinden bir tabirdir. Aynı şekilde -Allah’a nispetle- mekr (hileyle aldatma) ve istihza (alay etme) gibi ifadeler de böyledir. Zira bu tür lafızların manalarıyla kastedilen zahiri (gerçek) ve örfi manaları değildir. İğvâ ‘saptırmak, azdırmak, dalalete davet etmek’ demektir ki bu Allah Teâlâ için caiz değildir. Çünkü bunlar çirkin eylemlerdir; üstelik Allah Teâlâ bu fiillerin zıtlarını emir buyurmuştur. O halde buradaki ‘iğvâ’ ile kastedilen, onların Allah Teâlâ’yı inkâr etmeleri ve emirlerini terketmeleri sebebiyle Allah’ın onları rahmetinden uzaklaştırmasıdır. Şu ayet bu manaya kanıt teşkil teşkil eder: Meryem Suresi 59. ayet… Burada geçen ‘ğayy غْوِيَ (rahmetten mahrumiyet, azap ve cezaya çarpılmak)’ demektir. Nitekim birçok nesir ve şiir parçasında geçen iğvâ kelimesi ile ‘tahyib (rahmetten mahrum etmek, umutlarını boşa çıkarmak)’ anlamı kastedilmiştir. Ayrıca iğvâ’nın onların ‘helak edilmesi’ ve onlar hakkında ‘sapkınlık hükmünün verilmiş olması’ anlamında kullanılması da caizdir.” (Şerîf er- Radî, Kur’an Mecazları)
Cenab-ı Hakk’ın, “Eğer Allah sizi helak etmeyi dilemişse ben sizin iyiliğinizi arzu etmiş olsam bile bu nasihatim size fayda vermez.” ayeti, kendisinden sonra başka bir şartın geldiği, bir şarta bağlanan ceza cümlesidir. Bu da, lafız bakımından sonra gelen, şartın hükmünün var olması bakımından önce olmasını gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)
Nasihatin onlara fayda vermeyeceği kesin iken, bunu ilâhî iradeye bağlaması, kendi nasihatinin fayda sağlamasının da ilâhî iradeye bağlı olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
هُوَ رَبُّكُمْ
Ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Haber olan رَبُّكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rabb isminin muzâfı olduğu كُمْۚ zamiri şan ve şeref kazanmıştır.
وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَۜ
Cümle وَ ile öncesine atfedilmiştir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.
Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmiştir. Takdim kasrında, takdim edilen her zaman maksûrun aleyh, tehir edilen ise maksûrdur. إِلَیۡهِ mevsuf/maksûrun aleyh, تُرۡجَعُونَ sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur. Yani başka kimseye değil, sadece ve sadece O’na döndürüleceksiniz. Bu da şirk inancını iptal eder.
اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ [O'na döndürüleceksiniz.] sözü, lafzen sarih olarak Allah'a dönüşe delalet eder, bunun yanında söylenmemiş bu sarih delalet başka bir delaleti de kapsar, bu da hesap, sevap ve cezadır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 4, Zuhruf/85, s. 370) Buna da lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.
تُرْجَعُونَ : İnsan geldiği yere geri döner. Oraya ilk defa gitmiyoruz. Oradan geldik, oraya gidiyoruz manasını taşır. Allah’ın bizi yaratması bir nimet olduğu gibi öldürmesi de bir nimettir.
Ayetin fasılası olan bu cümle Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla tekrarlanmıştır.
Bu gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.