Hûd Sûresi 42. Ayet

وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ  ...

Gemi, dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nûh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna, “Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin, inkârcılarla birlikte olma” diye seslendi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهِيَ (Gemi)
2 تَجْرِي geçirirken ج ر ي
3 بِهِمْ onları
4 فِي içinden
5 مَوْجٍ dalgaların م و ج
6 كَالْجِبَالِ dağlar gibi ج ب ل
7 وَنَادَىٰ ve seslendi ن د و
8 نُوحٌ Nuh
9 ابْنَهُ oğluna ب ن ي
10 وَكَانَ ve o (idi) ك و ن
11 فِي
12 مَعْزِلٍ bir kenarda ع ز ل
13 يَا بُنَيَّ oğulcağızım ب ن ي
14 ارْكَبْ gel bin ر ك ب
15 مَعَنَا bizimle birlikte
16 وَلَا ve-
17 تَكُنْ olma ك و ن
18 مَعَ beraber
19 الْكَافِرِينَ kâfirlerle ك ف ر
 
Nihayet sular Allah’ın takdir ettiği seviyeye geldiğinde (Kamer54/12) gemi dağlar gibi dalgalar arasında yüzmeye başladı. Bu arada Hz. Nûh, kendisini yalanlayanlardan olup yalnız olarak bir kenara çekilmiş bulunan dördüncü oğlu Yâm’a (İbn Kesîr, IV, 256) babalık şefkat ve merhametiyle son olarak bir daha seslenip gemiye çağırdı. Oğlu babasının şefkat yüklü bu çağrısına kulak vermedi; çünkü olayın diğer tabii âfetler gibi bir afet olduğunu düşünüyor ve yüksek yerlere çıkarak kurtulabileceğini sanıyordu. Bu sebeple babasının çağrısına, “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım” diye cevap verdi. Oysa olay tabii bir âfet değil, azgın bir kavmi cezalandırmak üzere Allah tarafından özel olarak gerçekleştirilmiş olağan üstü bir tûfandı ve Allah’ın emriyle yapılmış olan geminin dışında kalanlar bu tûfandan kurtulamayacaklardı. Ancak oğlunun kalbi katılaşmıştı, artık peygamber babanın öğütleri onu etkilemiyordu. Derken baba ile oğul arasına dağlar gibi dalgalar giriverdi, o da diğer inkârcılarla birlikte boğulanlardan oldu. 
 Tûfanın bütün dünyayı mı yoksa sadece Nûh kavminin yaşadığı bölgeyi mi kapsadığı konusunda farklı görüşler vardır. “Ve yalnız onun (Nûh’un) soyunu kalıcı kıldık” (Sâffât 37/77) meâlindeki âyet, suların o gün yeryüzünde mevcut olan insanların yaşadığı bütün bölgeleri kapladığı kanaatini (Elmalılı, IV, 2784) destekler gibi görünmektedir. Bununla birlikte bu tûfanın alanı hakkında Kur’an ve Sünnet’te sarih ve kesin bir delil bulunmadığı için bu ihtimallerin her biri mümkündür (bilgi için bk. es-Sâffât 75/82). Kesin olan bir şey varsa o da Nûh kavminin peygambere isyan etmesi sebebiyle tûfanda boğularak helâk olması, müminlerin ise Nûh peygamberle birlikte kurtulmuş olmalarıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 172-173
 

وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ 

 

İsim cümlesidir.  وَ   istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  تَجْر۪ي  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Fail müstetir olup takdiri هى ‘dir.

بِهِمْ  car mecruru  تَجْر۪ي ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.  ف۪ي مَوْجٍ  car mecruru  تَجْر۪يdeki failin ikinci mahzuf haline müteallıktır.

كَالْجِبَالِ  car mecruru   مَوْجٍ  mahzuf sıfatına müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  نَادٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  نُوحٌ  fail olup lafzen merfûdur.

ابْنَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  itiraziyyedir. Haliyye olması da caizdir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.  ف۪ي مَعْزِلٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

نَادٰى  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi  ندي ’dur.

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.


يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ

 

Mahzuf sözün mekulü’l-kavli olarak mahallen mansubdur. Takdiri;  نادى يقول يا بني şeklindedir.

يَا  nida harfidir.  بُنَيَّ  münada olup mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  ارْكَبْۭۗ dur.  ارْكَبْۭۗ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir.

مَعَ  mekân zarfı,  ارْكَبْۭۗ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَكُنْ  meczum, nakıs muzari fiildir.  تَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

مَعَ  mekân zarfı,  تَكُنْ un mahzuf haberine müteallıktır.  الْكَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ 

 

Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin habere takdim edilmesi, hükmü takviye ve tahkik içindir. (Âşûr) 

Mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَنَادٰى نُوحٌۨ ابْنَهُ  cümlesi, haber olan تَجْر۪ي  fiiline matuftur.

ف۪ي مَوْجٍ كَالْجِبَالِ  ibaresinde  كَ  teşbih harfidir. Dalga, dağa benzetilmiştir. Müşebbeh dalga, müşebbehün bih dağdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ف۪ي مَوْجٍ  ifadesindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalga, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalga hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

وَهِيَ تَجْر۪ي بِهِمْ ف۪ي مَوْجٍ  [Dalgalar içinde akıp gitmenin] manası, o geminin dalgaların içinde olması anlamına gelir ki bu da boğulmayı gerektiren bir haldir. Şu halde bundan maksad şudur: O dalgalar, o gemiyi her taraftan kuşatınca o gemi âdeta o dalgaların içinde hareket eden bir şeye benzetilmiştir. (Fahreddin er-Râzî) 


 وَكَانَ ف۪ي مَعْزِلٍ 

 

وَ  itiraziyyedir.

كَانَ ’nin dahil olduğu cümlede, îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي مَعْزِلٍ ’nin amili olan  كَانَ ‘nin haberi, mahzuftur.

مَعْزِلٍ  kelimesi “Onu uzaklaştırdı.” anlamındaki  عزله عنه ifadesinden olup mef‘il veznindedir. Buna göre mana “Nuh’un oğlu, babasından da müminlerin bindiği şeyden de kendini uzaklaştırdığı bir yerde idi.” şeklinde olur. “O, babasının dininden uzakta idi.” anlamında olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)

Cenab-ı Hakk'ın “ayrı bir yere çekilmiş idi” ifadesine gelince bil ki Arapçada,  مَعْزِلٍ  kelimesi, “başka yerlerden ayrılmış, irtibatı kesilmiş yer” manasındadır. Bu kelimenin aslı  عَزْل  masdarı olup bunun manası “uzaklaşmak ve uzaklaştırmak”tır. Mesela sen, كنت بمعزل عن كذا  dersin. Yani “Ben falanca yerden uzak olan bir yerde idim.” Bil ki ayetteki bu tabir, Hz. Nuh'un oğlunun hangi yerden uzak bir yerde olduğuna delalet etmemektedir. İşte bundan ötürü alimler birkaç izah yapmışlardır:

a. O, gemiden uzak bir yerde idi. Çünkü o, dağın kendisini boğulmaktan koruyacağını zannediyordu.

b. O, babasından, kardeşlerinden ve kavminden uzak bir yerde idi.

c. O, kâfirlerden uzak bir yerde idi. Buna göre sanki o, kâfirlerden ayrı bulunuyordu. Bundan dolayı Hz. Nuh (as) da zannetmişti ki oğlu, kâfirlerden ayrılmayı istediği için böyle uzaklaşmıştı. (Fahreddin er-Râzî) 


يَا بُنَيَّ ارْكَبْۭۗ مَعَنَا وَلَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ

 

Cümle mahzuf bir sözün mekulü’l-kavli hükmündedir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  ارْكَبْۭۗ مَعَنَا , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Menfi  كان nin dahil olduğu  لَا تَكُنْ مَعَ الْكَافِر۪ينَ  cümlesi, makabline matuftur. Nehiy üslubunda talebî inşaî isnad olan cümlede  كان nin haberinin hazfi icaz-ı hazif sanatıdır.

كان li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefasir 3/79)

كَانَ - لَا تَكُنْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır. 

مَعَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

بُنَيَّ - ابْنَهُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بُنَيَّ  kelimesi  هُرَيْرَ  kelimesi gibi ism-i tasgirdir. Aslında üç tane  ي  harfi vardır. İlki ismi tasğirdeki  ي  harfi, ikincisi kelimenin aslındaki  ي  harfi, üçüncüsü de mütekellim ي ‘sıdır. Hafifletmek için mütekellim  ي ’sı hazf edilmiş, ism-i tasgir  ي ’sı da kelimenin aslındaki  ي  harfine idgam olmuştur.

ارْكَبْ مَعَنا  ifadesi, arz ve ikaz yoluyla onu imana çağırmak için kinayedir. (Âşûr)