وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقِيلَ | ve denildi |
|
2 | يَا أَرْضُ | yer |
|
3 | ابْلَعِي | çek |
|
4 | مَاءَكِ | suyunu |
|
5 | وَيَا سَمَاءُ | gök |
|
6 | أَقْلِعِي | sen de tut |
|
7 | وَغِيضَ | ve çekildi |
|
8 | الْمَاءُ | su |
|
9 | وَقُضِيَ | ve bitirildi |
|
10 | الْأَمْرُ | iş |
|
11 | وَاسْتَوَتْ | ve oturdu |
|
12 | عَلَى | üzerine |
|
13 | الْجُودِيِّ | Cudi’nin |
|
14 | وَقِيلَ | ve denildi |
|
15 | بُعْدًا | yok olsun |
|
16 | لِلْقَوْمِ | topluluğu |
|
17 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
قلع Qale’a : Kelimedeki asıl anlam bir şeyi hiçbir şey bırakmazsızın köküden söküp çıkarmaktır. Ağacı kökünden sökmek , taşı temelinden çıkarmak , komutan ya da emiri yerinden ve makamından azletmek veya hummanın bedenden tamamen atılması fiilin kullanım yerlerindendir. Dolayısıyla meallerin çoğunda geçtiği gibi mana tutmak değildir. Yani ayeti kerime, senden inen suyunu buharlaşma veya herhangi bir şekilde arzda hiç kalmayana dek çek ve çıkar demektedir. (Tahkik) Kuran’ı Kerim’de sadece 1 kez Hud suresi kırkdördüncü ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli kaledir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
جود Cevede : Kuran- ı Kerim’de geçen جُودِي kelimesinin Musul ile Cizre arasındaki bir dağın adı olduğu söylenmiştir. Asıl olarak جُود ‘a mensup anlamına gelir. جَوادٌ ise mal olsun ilim olsun elinde bulunan şeyin tamamını harcamak/ihsanda bulunmaktır. Bu açıdan Türkçede de kullandığımız Cevad ismi cömert anlamındadır. At için de cevad sıfatını kullanmak onun koşmada var olan gücünü sarfetmesi sebebiyle asil bir at olduğunu belirtmek itibarıyladır, çoğulu da جِيادٌ şeklinde gelir. Yine bol yağmura جَوْدٌ ; ata جَوْدَةٌ ; mala da جُودٌ denir. Bu kökten gelen ceyyidun جَيِّدٌ sözcüğü de iyi, güzel veya münasip oldu demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki türevde olmak üzere sadece 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Cûdi (dağı), Cevat,Câvit, Cevdet ve tecviddir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ
وَ istînâfiyyedir. ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.
يَٓا اَرْضُ cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
يَٓا nida harfidir. اَرْضُ münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ ’dir.
ابْلَع۪ي fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Faili muhataba ي ’sıdır.
مَٓاءَكِ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline (kendisinden öncesine) matuftur.
وَ atıf harfidir. غ۪يضَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْمَٓاءُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. قُضِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْاَمْرُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. اسْتَوَتْ mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Fail müstetir olup takdiri هى ’dir.
عَلَى الْجُودِيِّ car mecruru اسْتَوَتْ fiiline müteallıktır.
اسْتَوَتْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dır.
Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.
وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. ق۪يلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
بُعْداً mahzuf fiilin mef’ûlu mutlakıdır. Takdiri; ابعدوا veya بعدوا şeklindedir. لِلْقَوْمِ car mecruru بُعْداً ’e müteallıktır.
الظَّالِم۪ينَۙ kelimesi لِلْقَوْمِ ’nin sıfatı olup cer alameti ى ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَق۪يلَ يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ وَقُضِيَ الْاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ
وَ istînâfiyyedir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilen قٖيلَ fiilinin mekulü’l-kavli يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı olan ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ cümlesi, nida cümlesine matuftur.
يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ cümlesiyle وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي وَغ۪يضَ الْمَٓاءُ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَرْضُ - سَمَٓاءُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab (Âşûr) ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَقُضِيَ الْاَمْرُ cümlesi ve akabindeki aynı üslupla gelen وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ cümlesi, istinafa atfedilmiştir.
Arza verilen emir, yeryüzündeki tufan suyunu yutması içindir yoksa yeryüzündeki pınarların ve ırmakların suları için değildir.
Burada su, daha önce olduğu gibi Allah'ın emri olarak ifade edilmemiştir. Çünkü bu makam, eksiltme ve azaltma makamıdır; tazim ve korkutma makamı değildir. (Ebüssuûd)
Hûd Suresinin bu ayeti birçok bedî’ sanatı bünyesinde toplayarak ibda sanatının en güzel örneğini oluşturmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bu ayet-i kerimedeki îcazı Beyzâvî şöyle izah eder: Bu ayet, lafızlarının azametinden, nazmının güzelliğinden ve maksadı ifadede herhangi bir karışıklığa meydan vermeden son derece veciz bir ifade ile olayın künhüne delaletinden dolayı fesahatın en üst derecesindedir. Ayetteki fiillerin faillerinin açıktan getirilmeyişinde, failin (Allah’ın) büyüklüğüne ve zikredilmeye ihtiyaç duymayacak derecede haddi zatında malum olduğuna işaret vardır. Zira bu gibi fiilleri yapmaya bir ve tek olan Allah’tan başka hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği bilindiğinden, aklın bu failden başkasına gitmeyeceği aşikardır. (Beyzâvî, III, 237)
يَٓا اَرْضُ ابْلَع۪ي مَٓاءَكِ ve يَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي cümlelerinde geçen yerle gök arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. ابْلَع۪ي (çek) ile اَقْلِع۪ي (tut ) kelimeleri arasında da nakıs cinas vardır. Bunların her ikisi de edebi sanatlardandır. (Safvetü’t Tefasir, Âşûr)
ق۪يلَ [Denildi ki] ifadesinden sonra murad olunan şeyin meydana gelmesi bir mecâzî ifade ile ortaya konmuş oldu. Böylece mecaz karînesi, cansız varlıklara seslenme ifadesi oldu ki bu ifade de:
يَٓا اَرْضُ [Ey yer] ve يَٓا اَرْضُ [Ey gök] ifadeleridir. Sonra da her ikisine seslenerek: “Ey yer ve ey gök” diye buyurdu. Bu da ismi geçen benzetmeye uygun bir istiâre yolu ile olmuştur.
Daha sonra yine bir istiâre yoluyla suyun yer tarafından yutularak yerin derinliklerine çekilmesinden, bu iradeden söz edilmiştir. Yerin suyu yutması ise yiyecek maddelerinde ikisi arasında var olan cazibe ya da çekim gücü sayesindeki bir şeye istiare yoluyla bir benzetme getirmektedir.
Bu da söz konusu suyun gizli bir yere çekilip karar kurmasıdır. Daha sonra ise su, gıdaya benzetilerek gıda için istiare yapılmıştır. Tıpkı yemek yiyen bir kimse nasıl ki yedikleriyle güç kazanıp gıda alıyorsa burada da istiare yoluyla yeryüzündeki bitkilerin su sayesinde güç kazanıp meydana gelmesi, bir benzetme olarak gösterilmiştir.
Yani istiare yapılmıştır. Bundan sonra ise مَٓاءَكِ [suyunu] diye buyurmuştur.
Yani suyun yerle bitişik olması sebebiyle suyu yere mecazî manada suyu izafe ederek tıpkı mülk sahibine yani malike mülkün bitiştirmesi gibi bir ifade tarzıyla sunmuştur. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl, Âşûr) .
اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيِّ ibaresinin gerçek anlamı, جَلَسَتْ عَلَى الْمَكَانِ [O yere oturdu] şeklindedir. Ancak burada özgün olan lafızdan vazgeçilip onun yerine redifi olan اِسْتَوَى kelimesi getirilmiştir. Gerçek lafızdan vazgeçilmesinin sebebi, irdâf lafzı olan اِسْتَوَى fiilinin “kaymadan ve eğilmeden bir mekâna oturmayı” ifade etmesidir. Bu anlam, “oturdu” anlamındaki جَلَسَتْ ve قَعَدَتْ kelimelerinde yoktur. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Bu ayette cümleler, belâgatın gerektirdiği şekilde en önemli olandan başlayarak nesak vâv’ı ile birbirine atfedilmiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi ve Sanatları)
Nuh (as) ve kavmini anlatan bu ayette aradaki atıf harfleriyle birbirini tamamlayan ve müstakil olarak değerlendirildiğinde de anlamı tamamlanmış cümleler söz konusudur. Şüphesiz ki bir kurtuluşun olacağını bilen insanların bu işin nasıl gerçekleşeceği konusunda bir fikirleri yoktu. Muhataba gemide bulunan insanların hapis kaldıkları düşüncesini vermeden, gerçekleşen olayların kronolojik sıralaması esas alınarak anlatılması ve sonuçta olay üzerinden geminin kalıntılarının sonraki nesiller için ibret alınacak şekilde bırakıldığının ifade edilmesi ve olayda hak edenlerin dışındakilerin zarar görmüş olma ihtimalini düşündürmeden helakın sadece zalimleri kapsadığının bildirilmesi ayetteki cümlelerde mükemmel bir dizaynın olduğunu göstermektedir. (İbn Ebi’l-İṣba‘, Bedî‘u’l-Kur’an, s. 164; a.mlf., Taḥrîru’t Taḥbîr, s. 425)
وَقُضِيَ الْاَمْرُ şeklindeki temsil, son derece vecizdir. Bunun gerçek anlamı, “Helakine hükmedilen helak oldu ve kurtulması takdir edilen kurtuldu.” şeklindedir. Burada iki nedenden dolayı özel lafızdan vazgeçilip temsil lafzı tercih edilmiştir:
a. Birincisi, îcaz belâgatınden dolayı lafzı kısaltmak.
b. Helak ve kurtuluşun, itaat edilen emir olmalarıdır.
Çünkü emir, bir amiri gerektirir ve amirin hüküm vermesi de onun kudretine ve memurun tâatine delâlet eder. Bu mana, özel lafızla elde edilemez. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Allah Teâlâ’nın bu ayetinde 23 kadar bedî‘ sanatı olduğu söylenmiştir:
1. Tenâsüp: ابْلَعِي [yut] ve قْلِعِي [tut] kelimeleri arasında tam bir münasebet (tenâsüp) vardır.
2. İstiare: ابْلَعِي [yut] ve اَقْلِع۪ي [tut] kelimelerinde istiare vardır.
3. Tıbâk: اَرْضُ [yer] ve سَمَاءُ [gök] kelimeleri arasında tıbâk vardır.
4. Mecaz: يَا سَمَاءُ [ey gök] ifadesi mecazdır. Hakikati, يَا مَطَرُ [ey yağmur] ifadesidir.
5. İşaret: وَغِيضَ الْمَاءُ [su azaldı] ifadesinde işaret vardır. Bununla birçok mana ifade edilmiştir. Çünkü gök yağmurunu kesinceye ve yer kendisinden çıkan kaynakları
yutuncaya kadar su azalmaz.
6. İrdâf: اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيّ [Cudi’ye oturdu] ifadesinde irdâf vardır. Bununla onun bir mekâna yerleşmesi kastedilmiştir.
7. Temsil: وَقُضِيَ الْاَمْرُ [iş bitirildi] ifadesinde temsil vardır. Konudan uzak bir lafız vasıtasıyla helak olanların helak oluşu ve kurtulanların kurtuluşu kastedilmiştir.
8. Ta‘lil: Suyun azalması, istivânın (oturmanın) illetidir.
9. Taksim: Suyun azalma durumundaki kısımları tam olarak sayılmıştır.
10. İhtiras: وَقِيلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ [“Zalimler topluluğu yok olsun!” denildi] ifadesinde ihtiras sanatı vardır. Çünkü bu dua, zayıf ihtiras yoluyla onların helaki hak ettiklerini
bildirmektedir. Zira boğulma genel olduğu için hak etmeyenleri de kapsadığı izlenimini vermektedir.
11. İnsicam: Ayet, uyumlu olarak akan su gibi insicâmlı (uyumlu) bir şekilde
gelmiştir.
12. Hüsn-i nesak: Allah Teâlâ, kıssayı birbiri üzerine atfederek güzel bir tertiple anlatmıştır.
13. İ’tilâfu’l-lafz ma‘a’l-ma‘nâ: Her lafız, başka lafzın manası olmaya elverişli değildir.
14. Îcaz: Allah Teâlâ, bu ayette emretmiş, yasaklamış, haber vermiş, seslenmiş, nitelendirmiş, isimlendirmiş, helâk etmiş, bâkî bırakmış, mesut kılmış ve bedbaht
yapmıştır. Eğer bunların hepsini ayrıntılı olarak anlatsaydı, kalemler yetişmezdi.
15. Teshîm: Ayetin başı sonuna delalet etmektedir.
16. Tehzîb: Ayetin kelimeleri güzellik sıfatlarına sahiptirler. Zira her bir lafzın telaffuz edilmesi kolaydır, onlarda fesahat güzellikleri vardır, birbiriyle uyuşmazlıktan
beri ve karmaşık terkiplerden uzaktırlar.
17. Hüsn-i beyan: Dinleyici kelimelerin anlamlarını anlamakta hiçbir sıkıntı çekmez.
18) İtiraz: Bu da, وَغِيضَ الْمَاءُ [su azaldı] ve اسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِيّ [Cudi’ye oturdu] sözleridir.
19. Kinaye: Suyu kimin azalttığı, işi kimin bitirdiği, gemiyi kimin oturttuğu, “yok olsun!” sözünü kimin söylediği açıkça ifade edilmemiştir. Yine ayetin başındaki “Ey
yer, suyunu yut ve ey gök tut!” sözünü kimin söylediği de açıkça belirtilmemiştir.
20. Tariz: Allah Teâlâ, elçileri zulmen yalanlamayı âdet edinmiş kimselere, bu tufanın ve yıkıcı tablonun sadece kendi zulümleri sebebiyle başlarına geldiğini ima
etmiştir.
21. Temkin: Fâsıla yerli yerindedir.
22. Müsâvât: Ayetin lafzı manasından fazla değildir.
23. İbdâ‘: Bu ayet birçok belâgat özelliğini içermesi bakımından eşsizdir. Hatta bazıları bu ayette 150 sanat bulunduğunu söylemiştir. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
Görüldüğü gibi beşerin benzerini söylemekten aciz olduğu îcazın zirvesindeki bu ayeti Beyzâvî de gayet veciz ifadelerle tefsir eder ve îcazın ihlalden yani maksadı ifadede karışıklığa meydan vermekten uzak olması gerektiğine işaret eder.
”اَرْضُ ابْلَع۪ي ve سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي tabirleri istiaredir. Çünkü yere ve göğe emir verilmesi veya hitap edilmesi doğru değildir. Emir ve hitap sadece akıllı olana yapılır, yalnız anlayış ve kavrayış sahibine yöneltilir. Onun için bu emirle kastedilen, Allah Teâlâ’nın kudretinin büyüklüğünü; emir, idare ve tedbirinin ifa ve etkileme hızını belirtmektedir. Allah Teâlâ’nın اِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ اِذَٓا اَرَدْنَاهُ اَنْ نَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ۟ “Biz bir şeyin (olmasını) istediğimiz zaman ona (söyleyecek) sözümüz ‘ol’ dememizdir. O da hemen oluverir.” (Nahl Suresi, 40) sözü gibidir. Buradaki “Ol!” emri, Allah Teâlâ’nın emirlerinin/işlerinin zahmet, külfet, yorgunluk ve meşakkat çekilmeden meydana geldiğini bildirmektedir. Bu sözde bir başka ince fayda daha bulunmaktadır. Şöyle ki Allah Teâlâ’nın “Ey yer, suyunu yut! Ve ey gök suyunu tut!” sözü, يَا اَرْضُ اَذْهَبِي بِمَاءِكِ [Ey yer suyunu gider!’] ifadesinden daha beliğdir. Çünkü “yutma”da (ابْلَع۪ي) suyun hızla giderilip yok edildiğine delil bulunmaktadır. Nitekim birinin, midesine yemeği hızla indirmesini istediğinde ona söylediğin اِبْلَغْ هَذَا اَلطَّعَامَ [bu yemeği, yut ] şeklindeki sözün, كُلْ هَذَا اَلطَّعَامَ (bu yemeği ye) sözünden daha beliğdir. Yine Allah Teâlâ’nın وَيَا سَمَٓاءُ اَقْلِع۪ي (Ey gök suyunu tut) sözü de böyledir. Çünkü buradaki “tutma (اَقْلِع۪ي)” “açılma (اِنْجِلَا)” lafzından daha beliğdir. Çünkü “yutma (ابْلَع۪ي)” ile ilgili olarak söylediğimiz gibi “tutma da (اَقْلِع۪ي)” ile bulutun hızla giderilmesi anlamı da bulunmaktadır. Bu ise ilâhi kudretin nüfuz ve işlerliğini, durmadan ve beklemeden emirlerine boyun eğilmesindeki sürati daha iyi anlatmaktadır. Buna ilave olarak اَقْلِع۪ي ve ابْلَع۪ي lafızları arasındaki sesteşlikle (el- müzâvece) de hayranlık verici belâgat ve yüce fesahat örneği bulunmakta olup Kur’an’da bunun sayılamayacak kadar örneği vardır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
(Allah Teâlâ’nın emir ve işlerinin gerçekleşme kolaylığı ve etki hızının, ’’ol’’ sözünü söyleme hızı ve kolaylığı ile temsil edilmiş olduğu anlatılmaktadır)
وَق۪يلَ بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ
İstînâfa matuf olan cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilen قٖيلَ fiilinin mekulü’l-kavli بُعْداً لِلْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen beddua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
بُعْداً mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri; ابعدوا veya بعدوا şeklindedir. Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi لِلْقَوْمِ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
ق۪يلَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
O zalimler için de “kahrolası” denildi. Burada zulüm vasfının zikredilmesi, helak sebebini bildirmek, daha önceki “Ve zulmedenler hakkında Bana bir şey söyleme.” emrini hatırlatmak içindir. (Ebüssuûd)