اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَا | iyi bilin ki |
|
2 | إِنَّهُمْ | onlar |
|
3 | يَثْنُونَ | bükerler |
|
4 | صُدُورَهُمْ | göğüslerini |
|
5 | لِيَسْتَخْفُوا | gizlenmek için |
|
6 | مِنْهُ | ondan |
|
7 | أَلَا | yine iyi bilin ki |
|
8 | حِينَ | ne zaman |
|
9 | يَسْتَغْشُونَ | bürünseler |
|
10 | ثِيَابَهُمْ | elbiselerine |
|
11 | يَعْلَمُ | bilir |
|
12 | مَا | şeyleri |
|
13 | يُسِرُّونَ | gizledikleri |
|
14 | وَمَا | ve şeyleri |
|
15 | يُعْلِنُونَ | açığa vurdukları |
|
16 | إِنَّهُ | şüphesiz O |
|
17 | عَلِيمٌ | bilendir |
|
18 | بِذَاتِ | olanı |
|
19 | الصُّدُورِ | gönüllerde |
|
ثنى Seneye : Bu kelimede iki asıl anlam mevcuttur. Biri katlamak, bükmek veya iki kat yapmak; diğeri ise sayı olan iki anlamıdır. Dolayısıyla bu köke ait kelimelerin kullanımlarında ya sayı anlamı ya da içinde bulunan tekrarlama manası göz önünde bulundurulur. Allah-u Teala Kuran-ı Kerim’de sureleri مَثانِي olarak adlandırmıştır. Çünkü sureler zaman geçtikçe tekrar tekrar okunur/ yazılır ve yinelenir. Kuran için مَثانِي denmesi şu açıdan da doğrudur; zaman içinde şartlar ve durumlar değiştikçe O’nun faydaları yenilenerek ve tekrarlanarak ortaya çıkmaktadır. Birde bu kelimenin senâdan gelme ihtimali de vardır ve ثَناءٌ hakkında da şöyle denmiştir: Senâ insanların zikredilen/anılan övgüye değer özellikleri ya da işleridir. Bunlar zamanla tekrarlanırlar. مَثْنَى ise ikişer demektir. Bu köke ait Türkçede de kullandığımız اِثْتِثْناء istisnâ sözcüğü daha önce geçen bir ifadenin genel hükmü içinden bir bölümü dışarıda tutmak ya da sözün tamamının hükmünü kaldırmaktır. ألإثْنَيْنِ ise (Arap literatüründe haftanın pazar günü başladığı göz önüne alınarak) ikinci gün olan pazartesinin ismidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 29 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri (medhu) senâ, esnâ, saniye, müsennâ, istisnâ, müstesnâ ve mesnevîdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ثوب Sevebe : ثَوْبٌ : Bu kelimenin aslı bir şeyin daha önce bulunduğu hale ya da düşünce olarak amaçlanmış ve düzenlenmiş hale dönmesidir. Tarifin ikinci kısmı için aynı kökten gelen elbise ثَوْبٌ kelimesini örnek vererek şöyle bir izah yapılabilir: öncesinde düşünce olarak elbise şeklinde tasarlanarak eğrilmiş olan ipin elbise haline gelmesiyle sanki düşüncedeki haline geri döndüğüdür. Çoğulu أثْوابٌ ve ثِيابٌ dur. Elbise kelimesinin bazı ayetlerde kişinin nefsinden kinaye olduğu da söylenmiştir. Bu kökten olan ثَوابٌ sevap ibaresi insanın yaptıklarının karşılığı olarak geri dönen şeydir. Sevap kelimesi iyilik için de kötülük için de kullanılır. Fakat yaygın anlamı daha çok iyilikle/hayırla olanıdır. إثابَةٌ İsâbet sözcüğü sevilen, hoşlanılan şeylerle alakalı kullanılır. Ancak bazen istiare yoluyla kerih görülen/ hoşlanılmayan şeyler hakkında da kullanılmıştır. Tef’il babındaki ثَوَّبَ/ تَثْوِيبٌ formu ise Kuran’da yalnızca hoşa gitmeyen şeyler hakkında kullanılmıştır. Yine bu köke ait مَثابَةٌ kelimesi Kuran’da ya insanların zamanlar boyunca kendisinden sevap kazandığı yer ya da içinde sevabın kazanıldığı yer anlamında geçmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 28 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sevap, esvap ve mesâbedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ
اَلَٓا tenbih edatıdır. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُمْ Muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
يَثْنُونَ fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يَثْنُونَ fiili نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
صُدُورَهُمْ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, لِيَسْتَخْفُوا fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek anlamını sebep bildiren masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَثْنُونَ fiiline müteallıktır.
يَسْتَخْفُوا fiili, نَ’ nun hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru لِيَسْتَخْفُوا fiiline müteallıktır.
اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ
اَلَا tenbih edatıdır.d ح۪ينَ zaman zarfı , يَعْلَمُ fiiline müteallıktır.
يَسْتَغْشُونَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَسْتَغْشُونَ fiilid نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ثِيَابَهُمْ mefûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ
Fiil cümlesidir. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri هو ‘dir.
Müşterek ism-i mevsul مَا , mefûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُسِرُّونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يُسِرُّونَ fiili نَ’ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا يُعْلِنُونَ cümlesi atıf harfi وَ ile مَا يُسِرُّونَ cümlesine matuftur.
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
عَل۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur. بِذَاتِ car mecruru عَل۪يمٌ fiiline müteallıktır. الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. .
عَل۪يمٌ lafzı hem mübalağalı ism-i fail hem de sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Sıfat-ı müşebbehe: Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَٓا اِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ اَلَا ح۪ينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اَلَٓا ve إنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ‘nin gizli أنْ ‘le masdar yaptığı لِيَسْتَخْفُوا مِنْهُۜ cümlesi, يَثْنُونَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede ikinci tenbih harfi اَلَا , tekid içindir. Zaman zarfı ح۪ينَ ’nin müteallakı, يَعْلَمُ fiilidir. Müteallakın mahzuf olduğu da söylenmiştir.
Muzâfun ileyh konumundaki يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْۙ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَسْتَخْفُوا - يَسْتَغْشُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
صُدُورَهُمْ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ ibaresi Hak’tan dönerler/vazgeçerler/O’na muhalif olurlar/uzaklaşırlar ve O’ndan ayrılırlar demektir. Çünkü bir şeye yönelen/kabul eden ona göğsünü/yüzünü/ ön cephesini döner. Kim yüz çevirir ve saparsa sırtını döner. (Keşşâf II.359)
ثني الصدر ibaresinde istiare vardır. Çünkü ثني ’in gerçek anlamı olan ‘’dürme” göğüsler (kalpler) için uygun düşmez. O yüzden -Allahu a’lem- bununla kastedilen, onların Allah’a ve elçisine -Allah ona ve ehline salat etsin- düşmanlığı kalpleri içinde dürüp saklamalarıdır. هذا لامرفي الطى الضمير (Şu iş kalbimin katmanı içindedir) diyenin sözü gibidir ki ‘’kalbim onu kaplamıştır’’ demektir. Bu durumda Allah Teala’nın يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ [göğüslerini bükerler] (bu şekilde güya içlerindeki kötü fikirlerin üstünü örtüp saklarlar) ifadesi يطأون صدورهم (göğüslerini katlayıp dürerler) sözü konumundadır. Burada يَثْنُونَ lafzı tınısı kulağa daha hoş geldiği ve daha güzel mecaz (Göğüs bükmek/dürmek, kalp içinde bir şey gizlemekten kinaye veya istiare mecazı olur) olduğu için يطأون ye yeğlenmiştir. Yine denildiğine göre bu tabirin anlamı şöyledir. Münafıklar bir araya geldiklerinde aralarında fısıltıyla konuşurlar; konuştuklarını Müslümanların işitmesinden, gözlerin görmesinden, insanların suizanda bulunmasından çekindikleri için ikili konuşmaları esnasında sırtlarını dönüp birbirlerine yaslanırlar. Böylece akılları sıra, sırtları arkaya eğilince de kalpleri örtülmüş (kötülükleri saklanmış) olur. İşte bu sebeple Allah Teâlâ, onlar konuşmalarını kimse duymasın diye kapılarını kapasalar, perdelerini çekseler, elbiselerine bürünseler veya -bir görüşe göre – başlarını elbiselerinin içine soksalar bile, onların göğüslerinin içindeki gaip/gizemli şeyleri, kalpleri içindeki saklı sırları, gözlerindeki bakışları, dillerinden çıkan kurnazca ifadeleri bilmektedir. (Şerîf er-Radî, Kur’ân Mecazları)
Ayetteki اَلَا edatı dikkat çekmek içindir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak ilk önce, Hazret-i Peygamber'den hallerini saklamak için ondan yüz çevirdiklerine dikkat çekmiş, sonra da onların bu gizlemeyi istedikleri vakte yani elbiselerine büründükleri zamana dikkat çekmek için اَلَا lafzını tekrar etmiştir. Buna göre sanki şöyle denilmiştir: "Dikkat et ki onlar, Allah'tan saklamak için, O'ndan yüz çeviriyorlar. Dikkat et ki onlar, elbiselerine büründüklerinde birşeyler saklıyorlar." Daha sonra Cenab-ı Hak, onların bu saklayıp gizlemelerinde bir fayda olmadığını, "Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da biliyor" ifadesiyle belirtmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَۚ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
يَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ‘nın sılası olan يُسِرُّونَ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede aynı üslupla gelen ikinci mevsûl, öncekine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
يُعْلِنُونَۚ - يُسِرُّونَ arasında tıbâk-ı îcab vardır. يَثْنُونَ - يَسْتَخْفُوا ve يُسِرُّونَ - يَسْتَغْشُونَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Ayette sırrın, gizli olanın, açıkça bilinenden önce zikredilmesi,
- onların yaptıklarını daha baştan teşhir etmek,
- rezil rüsva olacaklarını bildirmek,
- kaçındıkları halin gerçekleşeceğini haber vermek,
- Allah'ın (cc) iki ilminin eşit olduğunu en mükemmel şekilde tespit etmek içindir. (Ebüssuûd)
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle اِنَّ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûmu; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker.
Ayrıca bu cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.
Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/29)
صُدُورَهُمْ - الصُّدُورِ ve يَعْلَمُ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında, اَلَٓا , هُمْ ve مَا ’ların tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.
بِذَاتِ الصُّدُورِ kelimesinden murad, kalpler de olabilir. Yani Allah kalpleri ve hallerini hakkıyla bilendir. Onun için hiçbir sır O'na gizli kalmaz. (Ebüssuûd)