Hûd Sûresi 62. Ayet

قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ  ...

Onlar şöyle dediler: “Ey Salih! Bundan önce sen, aramızda ümit beslenen bir kimseydin. Şimdi babalarımızın taptıklarına tapmamızı bize yasaklıyor musun? Şüphesiz, biz senin bizi çağırdığın şeyden derin bir şüphe içindeyiz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 يَا صَالِحُ Salih ص ل ح
3 قَدْ doğrusu
4 كُنْتَ sen idin ك و ن
5 فِينَا aramızda
6 مَرْجُوًّا ümit beslenen biri ر ج و
7 قَبْلَ önce ق ب ل
8 هَٰذَا bundan
9 أَتَنْهَانَا bizi men mi ediyorsun? ن ه ي
10 أَنْ
11 نَعْبُدَ tapmaktan ع ب د
12 مَا
13 يَعْبُدُ taptıklarına ع ب د
14 ابَاؤُنَا babalarımızın ا ب و
15 وَإِنَّنَا doğrusu biz
16 لَفِي içindeyiz
17 شَكٍّ şüphe ش ك ك
18 مِمَّا şeyden
19 تَدْعُونَا bizi çağırdığın د ع و
20 إِلَيْهِ kendisine
21 مُرِيبٍ tereddütlü ر ي ب
 
Semûd kavmi, soyu kesilmiş eski bir Arap kabilesi olup rivayetlere göre adını Hz. Nûh’un oğlu Sâm’ın üçüncü kuşaktan torunu olan Semûd b. Câsir’den almıştır. Bir önceki kıssada anlatılan Âd kavmiyle aynı soydan olup Sâm’ın oğlu İrem’de birleşmektedirler. Suriye ile Hicaz arasında bulunan Hicr’de yaşamışlardır (bk. İbn Âşûr, VIII/2, 215-216, ayrıca bk. A‘râf 7/73-79). 
 Sâlih aleyhisselâm Semûd’un soyundandır, bu kabileye Allah’ın dinini tebliğ etmek üzere gönderilmiş bir peygamberdir, Hûd’dan sonra Arap ırkından gelmiş ikinci peygamber olduğuna inanılmaktadır (bk. Reşîd Rızâ, XII, 120). Sâlih’in kıssası Kur’an’da birçok yerde anlatılmış olup her geçtiği yerde kıssanın farklı yönleri ön plana çıkarılmıştır.
 Âd kavminden sonra gelişip güç ve kuvvet kazanmış olan Semûd kavmi başlangıçta tevhid inancına sahipti, Allah’ın birliğine, peygambere ve âhiret gününe inanıyordu. Ancak zamanla bunlar da Âd kavmi gibi putperest oldular. Nitekim Sâlih’in onları Allah’a kulluk etmeye çağırmasından putlara tapmaktan vazgeçip tövbe etmelerini ve Allah’tan af dilemelerini istemesinden de bu durum anlaşılmaktadır. Ancak kavmi onun akıl, zekâ, şahsiyet ve bilgisiyle daha önce içlerinde itibarlı biri olduğunu itiraf etmelerine rağmen, atalarının taptığı putları bırakıp Allah’a tapmalarını isteyince kafalarının karıştığını ve peygamberin çağrısıyla ilgili birçok şüphenin bulunduğunu ifade ettiler.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 182-183
 

قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  يَا صَالِحُ ’dir.  قَالُوا   fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  صَالِحُ  nasb mahallinde damme üzere mebni münadadır. Nidanın cevabı  قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ ’dır. 

قَدْ  tahkik harfidir.  كُنْتَ   nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

تَ  muttasıl zamir  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  ف۪ينَا  car mecruru  مَرْجُواًّ  kelimesine müteallıktır.  مَرْجُواًّ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.

قَبْلَ  zaman zarfı,  كَانَ ’nin haberine müteallıktır.  هٰذَا  işaret ismi, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Hemze istifhâm harfidir.  تَنْهٰينَٓا  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir.

Muttasıl zamir  نَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَنْ  masdar harfidir.  نَعْبُدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, mahzuf  پ  harf-i ceri ile birlikte  تَنْهٰينَٓا  fiiline müteallıktır.              

مَا  müşterek ism-i mevsûlu, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  يَعْبُدُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

يَعْبُدُ  merfû muzari fiildir.  اٰبَٓاؤُ۬نَا  fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâfdır. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ

 

وَ  haliyyedir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

نَا  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

ف۪ي شَكٍّ  car mecruru   اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,   مِنْ  harf-i ceri ile birlikte  شَكٍّ ’e müteallıktır. İsmi mevsûlun sılası  تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ  cümlesidir. İrabtan mahalli yoktur. 

تَدْعُونَٓا  fiili  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mütekellim  zamir  نَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اِلَيْهِ  car mecrur  تَدْعُونَٓا  fiiline müteallıktır.  مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ ’in sıfatıdır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

 مُر۪يبٍ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالُوا يَا صَالِحُ قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ قَبْلَ هٰذَٓا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı  قَدْ كُنْتَ ف۪ينَا مَرْجُواًّ  cümlesi ise tahkik harfi  قَدْ ’la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

قَبْلَ هٰذَٓا  ifadesinde  هٰذَٓا  ile zamana veya duruma işaret edilmiştir.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

قَبْلَ هٰذَٓ  [bundan önce], bizi tevhid dinme ve İlahlarımıza tapmayı terk etmeye çağırmadan önce demektir. (Ebüssuûd)


 اَتَنْهٰينَٓا اَنْ نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mekulü’l-kavle dahildir. İstifham üslubunda  talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نَعْبُدَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا  cümlesi, masdar teviliyle  تَنْهٰينَٓا  fiilinin mef’ûlü konumundadır.

نَعْبُدَ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَعْبُدَ - مَا يَعْبُدُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve tıbâk-ı selb,  تَنْهٰينَٓا - تَدْعُونَٓا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.  

“Şimdi atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan bizi vazgeçirmek mi istiyorsun?” demişlerdir. Bu sözün maksadı, onların taklide, babalarına ve atalarına tâbi olmanın vücûbiyetine sımsıkı sarıldıklarını ifade etmektir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ

 

Cümle,  تَنْهٰينَٓا ‘daki mef’ûlun halidir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَف۪ي شَكٍّ  ibaresinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  شَكٍّ  içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  شَكٍّ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.

شَكٍّ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

Mecrur mahaldeki  müşterek ism-i mevsûl  مَا, harf-i cerle birlikte  شَكٍّ ’e müteallıktır. Sılası  تَدْعُونَٓا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

مُر۪يبٍ - شَكٍّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  نَعْبُدَ  - يَعْبُدُ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

شَكٍّ  kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd)

اِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ  ayetinde: [Senin bizi davet ettiğin şey hakkında gerçekten şek ve şüphe içindeyiz…] demişlerdir.  شَكٍّ  insanın nefy ile ispat arasında kalakalmasıdır.  مُر۪يبٍ  ise sû-i zanda bulunan kimse demektir. O halde  اِنَّنَا لَف۪ي شَكٍّ ifadesiyle Salih’in (a.s.) sözünün doğruluğunun, onların inançlarında müessir olmamış olduğu kastedilmektedir.  مُر۪يبٍ  ifadesiyle de Salih’in (a.s.) sözünün, onların inançlarına göre daha ağır basmış olduğu kasdedilmiştir ki bu da Salih’in (a.s.) sözünü geçersiz kılmak için söylenmiş bir mübalağa ifadesidir. (Fahreddin er-Râzî)

ر۪يبٍ  kelimesi Arapçada her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphelerin genel ismidir. Sadece şüphe veya kuşku ile tercüme edilemez. Kaldı ki Arapçada kuşkuyu ifade eden veya kesinlik arzetmeyen bir şeyi belirten başka kelimeler de vardır. Şüphe ve şek gibi. 

شبه  kelimesi; benzemek anlamındadır. Benzemek ihtimali ikiden fazla olduğu zaman şüphe kelimesi kullanılır. 

شَكّ  kelimesi; Bir şeyin ikiye ayrılması veya iki adet olmasıdır. Dolayısıyla ihtimaller ikiye indiğinde bu kelime kullanılır.

ريب  kelimesi; Kur’an’da 17 yerde geçen bu kelime, ya “Kur’an” ya da “yeniden diriliş” konusunda zikredilmiştir. Semantik alanı içerisinde “endişe, korku, tasa, ihtimal, şüphe, şek, kaygı, vesvese, zan, tahmin” vs. gibi her türlü belirsizliğin, kararsızlığın genel adıdır. Yani “yakîn (kesin gerçek)” kavramının tam anlamıyla zıttıdır. Durum böyle olunca  ريب ’in olumsuz hali olan “لا ريب ” ile “yakîn” eş anlamlıdır. Şu halde  ريب, yakîn (kesin gerçek) olmayan her şeyi ifade ederken لا ريب  ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. Burada ihtimal bire inmiş gibi görünse de o artık ihtimal değil gerçeğin kendisidir. ((İsmail yakıt, “Semantik Analizler Işığında Kur'an'da ‘Reyb’ ve ‘Yakîn’ Kavramları”, KADER Kelam Araştırmaları Dergisi, 1/2 (Ocak 2009))