وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَا قَوْمِ | kavmim |
|
2 | هَٰذِهِ | şu |
|
3 | نَاقَةُ | dişi devesi |
|
4 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
5 | لَكُمْ | sizin için |
|
6 | ايَةً | bir mucizedir |
|
7 | فَذَرُوهَا | onu bırakın |
|
8 | تَأْكُلْ | otlasın |
|
9 | فِي |
|
|
10 | أَرْضِ | toprağında |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | وَلَا |
|
|
13 | تَمَسُّوهَا | ona dokundurmayın |
|
14 | بِسُوءٍ | bir kötülük |
|
15 | فَيَأْخُذَكُمْ | yoksa sizi yakalar |
|
16 | عَذَابٌ | bir azap |
|
17 | قَرِيبٌ | yakın |
|
وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَا nida, قَوْمِ münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim يَ ’sı mahzuftur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır. Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzaf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı هٰذِهٖ نَاقَةُ اللّٰهِ ’dur. İşaret ismi هٰذِهِ mübteda olarak mahallen merfûdur. نَاقَةُ haber olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَكُمْ car mecruru اٰيَةً ’in mahzuf haline müteallıktır.
اٰيَةً kelimesi نَاقَةُ اللّٰهِ ifadesinden hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz, müstetir veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ
فَ ; sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. ذَرُوهَا fiili ن ’un hazfıyla emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
تَأْكُلْ talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
فٖٓي اَرْضِ car mecruru تَأْكُلْ fiiline müteallıktır.
فِي harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak vardır-mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada mekân zarfı manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَمَسُّوهَا fiili نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. بِسُٓوءٍ car mecruru تَمَسُّوهَا fiiline müteallıktır.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ ; sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çevirir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada sebep fe (فَ)’sinden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan masdara matuftur. Takdiri, لا يكن منكم مسّ لها فأخذ لكم بعذاب (Sizden birine dokunmasın, çünkü dokunursa sizi azap yakalar.) şeklindedir.
يَأْخُذَكُمْ mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَابٌ fail olup lafzen merfûdur. قَرٖيبٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatıdır.وَيَا قَوْمِ هٰذِه۪ نَاقَةُ اللّٰهِ لَكُمْ اٰيَةً
Ayet önceki يَا قَوْمِ nidasına matuf olup nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı … هٰذِهٖ نَاقَةُ اللّٰهِ, sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek ve önemini vurgulamak içindir. Ayrıca tazim ve tecessüm ifade eder.
Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tazim ifade eder. Bu izafette ayrıca lafza-i celâle muzâf olan نَاقَةُ şan ve şeref kazanmıştır.
Bu devenin Allah'a izafe edilmesi, onun şerefini yükseltmek, yaratılış ve davranış bakımından diğer develerden farklı olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Hal olan اٰيَةً dolayısıyla cümlede ıtnâbın tetmim şekli vardır.
يَا قَوْمِ ibaresinde reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır. Önceki ayet de aynı lafızla başlamıştır.
Onun نَاقَةُ اللّٰهِ (Allah’ın devesi) diye anılmasından ve لَكُمْ اٰيَةً (size bir mucize olsun diye) denilerek Salih’in soydaşlarına özel olarak gönderildiğinin vurgulanmasından anlıyoruz ki o sıradan bir deve değildir, ayırıcı özellikler taşımaktadır ve bu özellikler sayesinde Hz. Salih’in soydaşları onun Allah tarafından kendilerine gönderilmiş bir mucize olduğunu bilebilmektedirler.
Bu ayet Hud Suresi 62. ayetteki وإنَّنا لَفي شَكٍّ مِمّا تَدْعُونا إلَيْهِ مُرِيبٍ ibaresine cevap niteliğindedir. (Âşûr)
فَذَرُوهَا تَأْكُلْ ف۪ٓي اَرْضِ اللّٰهِ
فَ ; sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
تَأْكُلْ فٖٓي اَرْضِ اللّٰهِ cümlesi, talebin cevabıdır. Meczum muzari fiil sıygasındadır.
اَرْضِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan اَرْضِ, şan ve şeref kazanmıştır.
اَرْضِ kelimesinin ism-i celâle izafe edilmesine gelince, yeryüzünün Allah'a ait olduğu ve dişi devenin de O’nun yaratıklarından biri olarak yerin ve bitkilerinden yiyerek faydalanmaya hakkı olduğunu ifade etmektir. (Âşûr, Araf Suresi 73)
Arzın Allah'a izafe edilmesi, devenin bu otlamaya hak kazanmasını vurgulamak, onu kendi haline bırakmanın gerekçesini belirtmek içindir.
Deveye zarar vermek amacıyla dokunmak kesinlikle nehyedilmiş ve şu tembihin altı çizilmiştir: Kesmek, öldürmek şöyle dursun, dövmek, kovmak veya başka bir kötü amaçla sakın ona yaklaşmayın. (Ebüssuûd)
Burada “arz”dan murad edilen izafetin gerektirdiği gibi arazi cinsidir. (Âşûr, Araf Suresi 73)
Salih (a.s.) فَذَرُوهَا تَاْكُلْ فٖى اَرْضِ اللّٰهِ “Serbest bırakın onu! Allah'ın arzında yesin!” demiştir. O bu sözüyle devenin bakım külfetinin kaldırıldığını ve böylece o devenin, onlar için bir mucize olması yanında onlara faydalı olup zarar da vermediğini kastetmiştir. Zira onlar, onun sütünden yararlanıyorlardı. Salih (a.s.), onların küfürlerinde ısrar ettiklerini gördüğü için onlardan yana deveye herhangi bir zararın dokunacağından korkuyordu. Zira hasım olan kimse hasmının delilinin ortaya çıkmasını sevmez; aksine var kuvveti ile onu gizlemeye ve iptal etmeye çalışır. İşte bundan dolayı Salih (a.s.), kavminin o deveyi öldürmeye yeltenmelerinden endişeleniyordu. Bunun için ihtiyatlı davranarak وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوءٍ “Ona fenalık maksadıyla dokunmayın…” demiş ve onları, ona kötülükle dokunmaları halinde çok yakında gelecek bir azap ile tehdit etmiştir ki bu, o deveyi öldürmeye yeltenmekten, onları iyice sakındırmaktır. Allah Teâlâ, Salih’in (a.s.) bu tembihine rağmen onların o deveyi boğazladıklarını beyan buyurmuştur. Onların o deveyi ya o hücceti iptal etmek için yahut su sıkıntısına düştükleri için veyahut da onun yağına ve etine gönül sardıkları için boğazlamış olmaları muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)
وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ
فَذَرُوهَا cümlesine وَ ’la atfedilen وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُٓوءٍ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَرٖيبٌ cümlesine dahil olan فَ sebep bildiren masdar harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, kelamın öncesinden anlaşılan, takdiri …لا يكن منكم مسّ لها فأخذ لكم بعذاب (Sizden birine dokunmasın, çünkü dokunursa sizi azap yakalar.) olan bir masdara matuftur.
Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan masdar cümlesinde müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir.
“Allah'ın devesine kötülük yapmayın.” değil “Kötülük dokundurmayın.” buyurulmuştur.
تَمَسُّوهَا fiili azlık ifade eder. En ufak bir zarar dahi vermeyin demektir.
سُٓوءٍ kelimesinin nekreliği de azlık ifade eder. Ufacık bir kötülükle bile ona dokunmayın manasını taşır.
فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابٌ قَر۪يبٌ (Yakın bir azap kıskıvrak yakalayıverir sizi) ibaresinde “dokunma” ve “meydana gelme” fiillerinin ifade ettiğinden daha sert bir hareket ifade edilmek istenmiştir. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an)
ذَرُوهَا - يَأْخُذَكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Ayette اللّٰهِ lafzının tekrarı sakındırmayı artırmak içindir. Ayrıca bu tekrarda reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
عَذَابٌ ’daki tenvin, tasavvuru mümkün olmayan evsafta olduğunun işaretidir. قَرٖيبٌ ’la sıfatlanmıştır. Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ قَر۪يبٌ (Yakın azaptan) murad, (ayetin devamının delalet ettiği gibi) üç gündür. (Beyzâvî)