Hûd Sûresi 91. Ayet

قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ  ...

Dediler ki: “Ey Şu’ayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz. Hem biz seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık. Zaten sen bizce itibarlı biri değilsin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 يَا شُعَيْبُ Şuayb
3 مَا
4 نَفْقَهُ biz anlamıyoruz ف ق ه
5 كَثِيرًا çoğunu ك ث ر
6 مِمَّا şeylerin
7 تَقُولُ senin söylediğin ق و ل
8 وَإِنَّا ve biz
9 لَنَرَاكَ seni görüyoruz ر ا ي
10 فِينَا içimizde
11 ضَعِيفًا güçsüz ض ع ف
12 وَلَوْلَا şayet
13 رَهْطُكَ yakın çevren olmasaydı ر ه ط
14 لَرَجَمْنَاكَ seni taşlardık ر ج م
15 وَمَا ve yoktur
16 أَنْتَ senin
17 عَلَيْنَا bize karşı
18 بِعَزِيزٍ bir üstünlüğün ع ز ز
 
رجم Raceme : رِجام taş demektir. رَجْم ise taşlamak ve taş atmaktır. Ayrıca istiare yoluyla رَجْم sözcüğü zan, evham, sövme ve kovma anlamlarında da kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 14 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri recm ve tercümandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  يَا شُعَيْبُ ’dır. قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfi,  شُعَيْبُ  münadadır. Müfred alem olup damme üzere mebni mahallen mansubdur.

Nidanın cevabı  مَا نَفْقَهُ۬ كَثٖيراً ’dir.  ما  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  

نَفْقَهُ۬  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

كَثٖيراً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  كَثٖيراً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  تَقُولُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

تَقُولُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  نَرٰيكَ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

نَرٰيكَ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

فٖينَا  car mecruru  نَرٰيكَ  fiiline müteallıktır.

ضَعٖيفاً  kelimesi  نَرٰيكَ ’deki hitap zamirinin hali olup fetha ile mansubdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vâv-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ

 

وَ  atıf harfidir.  لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye; olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

رَهْطُكَ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur.

لَ  harfi  لَوْلَا ’in cevabının başına gelen rabıtadır.

رَجَمْنَاكَۘ  cümlesi  لَوْلَا nın cevap cümlesidir. Şartın cevabı  رَجَمْنَاكَ dir. 

رَجَمْنَاكَ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 


 وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ

 

وَ  atıf harfidir.  ما  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  

اَنْتَ  munfasıl zamiri  مَٓا nın ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَيْنَا  car mecruru  عَزٖيزٍ e müteallıktır.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  عَزٖيزٍ  kelimesi lafzen mecrur,  َٓما ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.   
 

قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً  cümlesi ise menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَّا ’yı müteakip gelen sıla cümlesi  تَقُولُ, masdar teviliyle  كَث۪يراً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

Cümledeki fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

كَث۪يراً ’deki kesret ve nev ifade eden tenvin, menfi siyakta olduğu için umuma işaret etmiştir.

Nidanın cevabına matuf olan  اِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاً  cümlesi  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida,  اِنَّ ’nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın, Kur’an’da Te’kid Üslupları ve Çeşitleri )

Cümlede müsnedin  لَنَرٰيكَ  şeklinde muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.  

ضَع۪يفاً  kelimesi  نَرٰيكَ ’deki hitap zamirinin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Onlar, apaçık hak delillerini en güzel ve mükemmel şekilde kendisinden dinledikten, çareler bittikten, gerekçeler tükendikten sonra ve hak yoldan sapıp düşmanlık yolunda yürümekten başka onunla tartışmaya bir yol bulamadıktan sonra “Senin söylediklerinin çoğundan ne demek istediğini anlamıyoruz.” dediler.

Nitekim kesin delillerle susturulanların âdeti bu olup onlar, apaçık delillere parlayıp gürlemekle ve sövmekle karşılık verirler. Böylece onlar, Şuayb’ın (a.s.), çeşitli hikmetleri, öğütleri, ilim ve irfanları içeren kelamını, manası anlaşılmayan, mahiyeti idrak edilmeyen sözler kabilinden sayıp zımnen de onların en büyük sorumluluk ve cezayı gerektirdiklerini bildirdiler. Her halde o sözler, onları eski ümmetlerin akıbetlerinden sakındırdığı içindir. İşte bundan dolayı dediler ki biz seni aramızda zayıf görüyoruz; seni, bize bir zarar veya fayda getirmek, bir şeyi gerçekleştirmek veya önlemek kuvvet ve kudretinden yoksun görüyoruz dediler.  (Ebüssuûd)


وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ 

 

Nidanın cevabına matuf olan  لَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ  cümlesi, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَا رَهْطُكَ  şart cümlesi, isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  رَهْطُكَ ’nin haberi mahzuftur. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَرَجَمْنَاكَۘ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır. 

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ  [Eğer kabilen olmasaydı seni recm ederdik.]  ifadesinde hüsn-i ta’lil sanatı vardır.

Zemahşerî şöyle demiştir: Bunun içindir ki onun taraftarlarının az olduğunu söylediler ve bunu ifade etmek için de onlara  رَهْطُكَ  dediler; çünkü  رَهْطُ, üçten 10’a -bazılarına göre- 7’ye kadar olan insan topluluğudur. Medyenliler “Sülalenden o 3-5 kişi olmasaydı.” derken bunu onların güç ve izzetinden korktukları için değil, kendi dinlerinde olduklarından onlara saygı duyup itibar ettikleri için söylüyorlardı. “Seni taşlardık.” en kötü bir şekilde öldürürdük. “Bizim gözümüzde hiç de ‘şan-şeref ve güç sahibi biri’ değilsin yani!” Bizim için değerli ve saygın biri değilsin ki seni öldürülmeyecek kadar saygın görelim de taşlayarak katletmekten vazgeçelim. Bizim için sadece senin sülalen değerlidir, çünkü bizim dinimizdendirler. (Zemahşerî, Keşşâf)

Eğer senin kabilen olmasa seni mutlaka taşlardık. Yani eğer biz, senin kabilenin hatırını gözetmesek seni mutlaka taşlardık, demektir. Yoksa “Senin o kavmin bize engel olmasa seni bize karşı savunmasa” demek değildir; çünkü onlar binlerce kişi iken yedi-sekiz kişiden oluşan çetenin (رَهْطُ), onlara engel olması, düşünülecek şey değildir. Nitekim ayetin bundan sonra gelen cümlesi de bunu teyit etmektedir. (Ebüssuûd)


وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ

 

Ayetin son cümlesi nidanın cevabına matuftur. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

عَلَيْنَا kelimesi, amili  بِعَز۪يزٍ ’e takdim edilmiştir. Müsned olan  بِعَز۪يزٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

اَنْتَ  zamirinin başına olumsuzluk harfi  مَٓا  geldiği için kasr olmuştur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Müsnedün ileyhin nefyden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması durumunda bu takdim kesinlikle tahsis ifade eder. Olumsuz mananın yanında bir de olumlu mana ifadesi vardır. Bu kaide; haber, fiile benzer bir lafız olduğu zaman da geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada müsnedün ileyh tahsis ifade eder. Çünkü kavmin amacı ondan sadece izzeti nefyetmek değildir. Aynı zamanda kavminin ve çevresinin izzetli olduğunu da ifade etmek istemişlerdir. Yani izzeti Şuayb’dan (a.s.) nefyederken çevresi içinde sabit kılmak istemişlerdir. Bir olumlu, bir olumsuz mana kasdetmişlerdir. Zemahşerî; Hud Suresi 92 ayetinin bu manayı desteklediğini söylemiştir. Bu kaide; haber, fiile benzer bir lafız olduğu zamanda geçerlidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ  [Zaten sen bizim üzerimize aziz değilsin] ibaresinde, Şuayb'ın kavmine karşı bir üstünlüğü olmadığını özel bir şekilde ifade etmek için, car mecrur takdim edilmiştir. Yoksa onların dışında iman eden ve onun çevresinden aziz olan bulunabilir. Bu ifade Şuayb (a.s.) da kavmine karşı bir izzetin olmadığı ama onun dışındaki inananlarda izzetin olduğuna delalet eder.  وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ  [Şayet senin rahtın/aşiretin ve akrabaların olmasaydı, seni recm ederdik] sözü bunu açıkça ifade eder. Yani bu cümle onun kabilesinde azizlerin olduğunu gösterir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 319)

Âşûr, müsnedün ileyhin müsnede takdiminin, tahsis ve takviye ifade etmediğini söylemiştir.

عَز۪يزٍ - ضَع۪يفاًۚ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Sen bizim için şerefli ve muhterem bir zat da değilsin ki seni taşlamaktan kaçınalım. Bizim seni taşlamaktan kaçınmamız, bizim dinimizde sebat eden, seni bize tercih etmeyen ve sana uymayan kavmine hürmetendir. (Fahreddin er-Râzî)