قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ
Riyazus Salihin, 678 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Siz memuriyet alma konusunda pek istekli davranacaksınız. Halbuki o yanıp tutuştuğunuz görev, kıyamet gününde bir pişmanlık sebebi olacaktır.”
(Buhârî, Ahkâm 7. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 39, Kudât 5)
Riyazus Salihin, 675 Nolu Hadis
Ebû Saîd Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu:
“Abdurrahman İbni Semüre! Kimseden yöneticilik görevi isteme! Zira bu görev sen istemeden verilirse, Allah yardımcın olur. Eğer sen istediğin için verilirse, Allah’dan yardım göremezsin.
“Bir de bir şeye yemin ettikten sonra başka bir davranışı daha hayırlı görürsen, hayırlı olanı işleyip yeminin için keffâret öde!”
(Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1, Keffârât 10; Müslim, Eymân 19, İmâre 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 2; Tirmizî, Nüzûr 5; Nesâî, Âdâbü’l-kudât 5)
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli اجْعَلْن۪ي ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
اجْعَلْن۪ي sükun üzere mebni emir fiildir. Sonundaki ن vikayedir.
ي muttasıl zamir mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
عَلٰى خَزَٓائِنِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle müteallıktır. الْاَرْضِ muzâfun ileyh olup fetha ile mansubdur.
اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ي muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
حَف۪يظٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.
حَف۪يظٌ - عَل۪يمٌ isimleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. Aynı seviyede olan iki kişi arasındaki emire ise “iltimas” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.
عَل۪يمٌ, ikinci haberdir. Haber konumundaki bu iki sıfatın aralarında vav olmaması, bu özelliklerin ikisinin birden mevsufta mevcut olduğuna işaret eder.
Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حَف۪يظٌ - عَل۪يمٌ kelimeleri faîl vezninde mübalağa sıygasıdır, aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir.
Müfessirler şöyle demişlerdir: Yusuf (a.s.) hükümdarın rüyasını, onun huzurunda tabir edip açıklayınca melik ona: “Ey dost, ne önerirsin?” demiş, bunun üzerine Yusuf (a.s.) da “Bolluk olacak yıllarda, çokça ekin ektirmeni, depolar yaptırmanı ve orada yiyecekler depolamanı öneririm. O kıtlık yılları geldiğinde araziden elde ettiklerimizi satarız. İşte bu yolla da çok büyük bir mal elde edilmiş olur.” dedi. Bunun üzerine melik “Bu işi kim yüklenecek?” deyince de Yusuf (a.s.), “Beni memleketin hazineleri üzerine (memur) et.” demiştir ki bu, “Mısır topraklarının hazineleri üzerine.” demektir. Ahd ifade etsin diye الْاَرْضِۚ kelimesinin başına elif lâm getirilmiştir. İbni Abbas (r.a.), Hz. Peygamberin bu ayetle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah, kardeşim Yusuf'a merhamet etsin. Şayet o: ‘Beni memleketin hazineleri üzerine (memur) et.’ demeseydi, o padişah onu, hemen o anda o işle görevlendirirdi. Ancak ne var ki o, bunu deyince o bu vazifeyi ona vermeyi bir sene geciktirdi.”
Ben derim ki bu, şaşılacak şeylerdendir. Zira Yusuf (a.s.) hapishaneden çıkmak istemeyince, Allah bunu, ona en güzel bir biçimde kolaylaştırdı. Ama hemen görev almaya koşunca Allah onun bu gayesini gerçekleştirmesini tehir etti. İşte bu, şahsi tasarrufu terk edip işleri tamamen Allah'a bırakmanın daha evla olacağına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Hz Yusuf'un “inşallah” dememesi hakkında Vahidî şöyle demiştir: “Bu, bir cezayı iktiza eden bir hata olmuştur. Bu ceza da Allah Teâlâ'nın Hz. Yusuf'un o maksadını, bir sene müddetle ertelemesidir.” Ben de derim ki: Belki de bunun sebebi şudur: Şayet Yusuf (a.s.) böyle bir istisnada bulunsaydı, melik, Yusuf'un bunu, kendisinin bu menfaatleri gerektiği gibi zabt ü rabt altına alamayacağını bildiği için söylediğine inanacaktı. İşte bundan dolayı Yusuf (a.s.) inşaallah dememiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette, hükümdarın, Yusuf’un (a.s.) hazine bakanlığının kendisine verilmesi talebini kabul ettiğinin zikredilmemiş olması, bunun, sarahatle belirtilmesine gerek olmayan kesin bir sonuç olduğunu zımnen bildirmek içindir. Özellikle saltanatın bütün kısımlarını kapsayan, “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin.” sözüyle takdim edilmesi, buna ihtiyaç bırakmaz. (Ebüssuûd)