27 Ocak 2025
Yusuf Sûresi 53-63 (241. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 53. Ayet

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ  ...


“Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا
2 أُبَرِّئُ ben temize çıkarmam ب ر ا
3 نَفْسِي nefsimi ن ف س
4 إِنَّ çünkü
5 النَّفْسَ nefis ن ف س
6 لَأَمَّارَةٌ daima emredicidir ا م ر
7 بِالسُّوءِ kötülüğü س و ا
8 إِلَّا hariç
9 مَا
10 رَحِمَ esirgediği ر ح م
11 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
12 إِنَّ şüphesiz
13 رَبِّي Rabbim ر ب ب
14 غَفُورٌ bağışlayandır غ ف ر
15 رَحِيمٌ esirgeyendir ر ح م
Müfessirlerin çoğunluğu, bu âyetlerde geçen sözlerin Hz. Yûsuf’a ait olduğu görüşündedir (bk. Taberî, XII, 238, XIII, 2; Zemahşerî, II, 328; Begavî, II, 430). Bununla birlikte bu sözlerin Aziz’in karısına ait olduğunu söyleyenler de vardır. Onlara göre bu âyetler, bir önceki âyetin devamıdır. Çünkü bu sözler kralın huzurunda kadınların sorguya çekildiği sırada söylenmiştir. Halbuki o zaman Yûsuf zindanda bulunuyordu. Ayrıca bu âyetleri 51. âyetten ayıran herhangi bir karine de yoktur; dolayısıyla bu sözler kadına ait olmalıdır. O bu sözleriyle Yûsuf’un gıyabında ona hıyanet etmediğini ve kendi nefsini de temize çıkarmak istemediğini ifade etmek istemiştir (İbn Kesîr, IV, 319 vd.; Reşîd Rıza, XII, 323; İbn Âşûr, XII, 292). Kadın suçunu itiraf ettiğine göre, kalkıp bir de “O suçlu ama ben de büs-bütün temiz değilim” anlamında bir söz söylemesi çelişkili olacağından, kanaatimizce o sözleri Hz. Yûsuf söylemiş olmalıdır.

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ 

 

وَمَٓا اُبَرِّئُ  önceki ayetteki mahzuf  قلت   fiilinin mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اُبَرِّئُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir. 

نَفْس۪ي mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. 


اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ 

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

النَّفْسَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.

لِ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

اَمَّارَةٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  بِالسُّٓوءِ  car mecruru  اَمَّارَةٌ ’e müteallıktır.  اِلَّا  istisna harfidir. 

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مَا  müşterek ism-i mevsûl, müstesna olarak mahallen mansubdur. 

İsm-i mevsûlün sılası  رَحِمَ رَبّ۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

رَحِمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur.

Mütekellim zamir  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  إِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

رَبّ۪ي  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Mütekellim zamir  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

غَفُورٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

رَح۪يمٌ  ise  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.   

غَفُورٌ  -  رَح۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece bağışlayan ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ

 

Ayet önceki ayetteki mekulü’l-kavl cümlesine matuftur. İlk cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 


 اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ اِلَّا مَا رَحِمَ رَبّ۪يۜ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Burada: “Niçin nefsini temize َçıkaramazsın.” şeklinde bir soru varsayılmaktadır. Varsayılan soru  اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ  cümlesiyle cevaplandığı için atfedilmemiştir. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müstesna konumundaki ism-i mevsûl  مَا ’in sılası olan  رَحِمَ رَبّ۪يۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

رَبّ۪ي  izafetinde Hz. Peygambere ait  كَ  zamirinin, Rabb ismine muzâf olması sebebiyle Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır. 

النَّفْسَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

رَحِمَ - رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ  tabirinde istiare vardır. Çünkü nefsin gerçek anlamda emretmesi doğru olmaz. Ancak insan, nefsin şehevi arzularına, yaptığı davetlere uyunca onun çirkin işlere götüren yularlarıyla yönetilince nefis; buyruklarına uyulan amir, insan da bunlara uyup dinleyen bir dinleyici konumunda ifade edilmiştir. Yine Yüce Allah, لآمراة (emreden) dememiş, nefsin uçurumlara çokça itekler, sapkınlıklara aşırı derecede sevk eder olma durumunu tasvir etme hususunda mübalağa anlatımı sağlamak için  لَاَمَّارَةٌ (çok çok emreden) demiştir. Çünkü  فاعل  azlık bildiren kalıplardan olduğu gibi  فعّل  ise çokluk bildiren kalıplardandır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

Sâbûnî de bu konuya değinerek şöyle açıklamıştır:  اَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ [Nefis, mutlaka kötülüğü çokça emredicidir.] ifadesinde nefsin arzulara çokça sürükleyici ve sapkın yollara çokça çekici olduğunu anlatmak için  آمراة (emredici) yerine  لَاَمَّارَةٌ (çokça emredici) kelimesi kullanıldı. Çünkü bu vezin aşırılık ifade eden kalıplardandır. (Safvetu't Tefasir)


اِنَّ رَبّ۪ي غَفُورٌ رَح۪يمٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Müsnedün ileyhin Rabb ismiyle marife olması telezzüz, destek ve muhabbet  içindir.

Allah’ın  غَفُورٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder.

Haber olan iki vasfın aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. 

غَفُورٌ -  رَح۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin fasılası olan bu cümle Kur’an’ın diğer surelerinde ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Son cümlenin başında  اِنَّ  olmadığı zaman sözün güzelliği ve revnağı (göz alıcılık) kaybolur. Onun yerine  ف  de gelebilir ama  اِنَّ, ilaveten tekid manası taşıdığı için daha uygundur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُبَرِّئُ - رَح۪يمٌ - غَفُورٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

Bu ayetin tefsiri, kendinden önceki ayetin tefsirindeki değişik manalara göre farklılık arzeder. Çünkü biz eğer o sözün Hz. Yusuf'a ait olduğunu söylersek bu ifade de ona ait olmuş olur. Yok eğer onun, kadının sözünün devamı olduğunu kabul edersek bu ifade de kadının sözünün devamı olmuş olur. 

Bu sözün, Hz. Yusuf'a ait olduğunu söylememiz halinde Hz. Yusuf, “Gıyabında ona hainlik etmedim.” deyince bu hainliğin, nefsinin arzu duymayışı, tabiatının meyletmeyişi manasında olmayıp nefsin olanca şiddetiyle kötülüğü emreden; insan karakterinin lezzetli olan şeylere karşı arzu duyulan bir özelliği olduğunu beyan etmiştir. Binaenaleyh o bu sözü ile hainlik etmeyişinin, isteksizlik yüzünden değil, Allah korkusundan dolayı olduğunu ifade etmiştir.

Fakat bu sözün, o kadının sözünün devamı olduğunu söylersek buna göre de şu izah yapılabilir: O kadın, “Bu, gıyabında ona hainlik etmediğimi... bilmesi içindir.” deyince (bununla beraber) ben, nefsimi (tamamen hainlikten) tebrie edemem (uzak olduğunu söyleyemem). Çünkü ben o günahı ona iftira ile atıp “Zevcene kötülük etmek isteyenin cezası zindana atılmaktan yahut acıklı bir azaptan başka ne olabilir.” (Yusuf Suresi, 25) dediğimde ve böylece onu hapse düşürdüğümde, ona hıyanet ettim, demiştir. Binaenaleyh o bu surette, olup bitenlere karşı bir özür beyan etmek istemiştir. (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 54. Ayet

وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ  ...


Kral, “Onu bana getirin, onu özel olarak yanıma alayım”, dedi. Onunla konuşunca dedi ki: “Şüphesiz bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir bir kişisin.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ dedi ق و ل
2 الْمَلِكُ Kral م ل ك
3 ائْتُونِي bana getirin ا ت ي
4 بِهِ onu
5 أَسْتَخْلِصْهُ onu özel (dost) yapayım خ ل ص
6 لِنَفْسِي kendime ن ف س
7 فَلَمَّا ne zaman ki
8 كَلَّمَهُ onunla konuşunca ك ل م
9 قَالَ dedi ki ق و ل
10 إِنَّكَ şüphesiz sen
11 الْيَوْمَ bugün ي و م
12 لَدَيْنَا yanımızda
13 مَكِينٌ mevki sahibisin م ك ن
14 أَمِينٌ güvenilir(bir kimse)sin ا م ن
Hz. Yûsuf’un, kendi niteliklerini açıklayarak yöneticiden görev istemesi, herhangi bir alanda uzman olan kimsenin, umumun menfaati için yetkililerden görev istemesinin câiz olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber’in, görev talebinde hırslı ve ısrarlı olmamak konusundaki uyarılarının amacı (Müslim, “İmâre”, 3/13-14), kamu görevine lâyık olanların bulunup tayin edilmesine teşviktir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 241

وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

الْمَلِكُ  fail olup lafzen merfûdur. 

Mekulü’l-kavl cümlesi  ائْتُون۪ي بِه۪ٓ ’dır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubdur. 

ائْتُون۪ي  fiili  ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

بِه۪ٓ  car mecruru  ائْتُون۪ي  fiiline müteallıktır.  

اَسْتَخْلِصْهُ  talebin cevabı olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri,  أنا ’dir. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

لِنَفْس۪ي  car mecruru  اَسْتَخْلِصْهُ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اَسْتَخْلِصْهُ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  خلص ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


 فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

كَلَّمَهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَلَّمَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

Şartın cevabı  قَالَ  cümlesidir

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

Mekulü’l-kavli  اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا dir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

الْيَوْمَ  zaman zarfı, fetha ile mansubdur.  مَك۪ينٌ e müteallıktır.

لَدَيْنَا  mekân zarfı sükun üzere mebni mahallen mansubdur.  مَك۪ينٌ e müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَك۪ينٌ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup lafzen merfûdur.

اَم۪ينٌ  kelimesi  اِنَّ nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur 

مَك۪ينٌ  -  اَم۪ينٌ  sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Sıfat-ı müşebbehe; “benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَلَّمَهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

Tef’il babındandır. Sülâsîsi  كلم ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَقَالَ الْمَلِكُ ائْتُون۪ي بِه۪ٓ اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l kavli olan  ائْتُون۪ي بِه۪  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَسْتَخْلِصْهُ لِنَفْس۪يۚ  cümlesi, mahzuf şartın cevap cümlesidir.  ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümleye teceddüt, istimrar ve tecessüm anlamı katmıştır.

اتى  fiili, “geldi” demektir.  بِ  harfiyle kullanıldığında, “getirdi” manasına gelir. Fiilin, harfle farklı mana kazanması, tazmin sanatıdır.


فَلَمَّا كَلَّمَهُ قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan  كَلَّمَهُ  aynı zamanda zaman zarfı  لَمَّا ’nın muzâfun ileyhidir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  قَالَ اِنَّكَ الْيَوْمَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّكَ الْيَوْمَ لَدَيْنَا مَك۪ينٌ اَم۪ينٌ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَك۪ينٌ ’e müteallık olan mekân zarfı ve zaman zarfı, konudaki önemi sebebiyle, amile takdim edilmişlerdir.

اَم۪ينٌ  ikinci haberdir. Haber konumundaki bu iki sıfatın aralarında vav olmaması, bu özelliklerin ikisinin birden mevsufta mevcut olduğuna işaret eder.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren  bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَم۪ينٌ - اَسْتَخْلِصْ - مَك۪ينٌ  ve  كَلَّمَ - قَالَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَلَّمَ - الْمَلِكُ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddül aczi ales sadri,  قَالَ ’nin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

اَم۪ينٌ - مَك۪ينٌ  kelimeleri arasında cinası muzari ve muvazene sanatları vardır.

“Yusuf'u getirdiler.” cümlesinin hazf edilmesi, getirmenin süratle gerçekleştiğini zımnen bildirmek içindir. Sanki o emir ile huzura getirme ve kendisiyle konuşma arasında hiç zaman yokmuş gibi.

“Bugün” ifadesi, yüksek makam sahibi ve güvenilir olması sürecinin, konuşma anından itibaren başlamış olduğunu göstermek ve bu görevin başlamasını engelleyecek herhangi bir ihtimali ortadan kaldırmak içindir. (Ebüssuûd)


Yusuf Sûresi 55. Ayet

قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ  ...


Yûsuf, “Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 اجْعَلْنِي beni tayin et ج ع ل
3 عَلَىٰ üstüne
4 خَزَائِنِ hazineleri خ ز ن
5 الْأَرْضِ ülkenin ا ر ض
6 إِنِّي çünkü ben
7 حَفِيظٌ iyi korur ح ف ظ
8 عَلِيمٌ iyi bilirim ع ل م

Riyazus Salihin, 678 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Siz memuriyet alma konusunda pek istekli davranacaksınız. Halbuki o yanıp tutuştuğunuz görev, kıyamet gününde bir pişmanlık sebebi olacaktır.”
(Buhârî, Ahkâm 7. Ayrıca bk. Nesâî, Bey’at 39, Kudât 5)

Riyazus Salihin, 675 Nolu Hadis
Ebû Saîd Abdurrahman İbni Semüre radıyallahu anh şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle buyurdu:
“Abdurrahman İbni Semüre! Kimseden yöneticilik görevi isteme! Zira bu görev sen istemeden verilirse, Allah yardımcın olur. Eğer sen istediğin için verilirse, Allah’dan yardım göremezsin.
“Bir de bir şeye yemin ettikten sonra başka bir davranışı daha hayırlı görürsen, hayırlı olanı işleyip yeminin için keffâret öde!”
(Buhârî, Ahkâm 5, 6, Eymân 1, Keffârât 10; Müslim, Eymân 19, İmâre 13. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, İmâre 2; Tirmizî, Nüzûr 5; Nesâî, Âdâbü’l-kudât 5)

خزن Hazene : خَزْنٌ kavramı bir nesneyi خِزانَةٌ de yani kasada/kilitli bir çekmecede/depoda saklamak ve gizlemek demektir. Bu temel anlamdan sonra her türlü sırrı muhafaza ederek saklamak ile ilgili de kullanılır. خَزَنَةٌ sözcüğü ise bir hazinede /dolapta muhafaza eden kişi/hazinedâr, muhafız anlamındaki خازِنٌ kelimesinin çoğuludur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hazin, hazine, hazne ve mahzendir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ

 

 Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli  اجْعَلْن۪ي ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

اجْعَلْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Sonundaki  ن  vikayedir.

ي  muttasıl zamir mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

عَلٰى خَزَٓائِنِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûle müteallıktır.  الْاَرْضِ  muzâfun ileyh olup fetha ile mansubdur. 


 اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ي  muttasıl zamiri  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

حَف۪يظٌ kelimesi  اِنَّ nin  haberi olup lafzen merfûdur. 

عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur. 

حَف۪يظٌ - عَل۪يمٌ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  اجْعَلْن۪ي عَلٰى خَزَٓائِنِ الْاَرْضِۚ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Eğer emir alt seviyede olan birinden daha üst seviyede olan birine yönelik olursa buna “dua” denir. Aynı seviyede olan iki kişi arasındaki emire ise “iltimas” denir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)


 اِنّ۪ي حَف۪يظٌ عَل۪يمٌ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.  إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

عَل۪يمٌ, ikinci haberdir. Haber konumundaki bu iki sıfatın aralarında vav olmaması, bu özelliklerin ikisinin birden mevsufta mevcut olduğuna işaret eder.

Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

حَف۪يظٌ  - عَل۪يمٌ  kelimeleri faîl vezninde mübalağa sıygasıdır, aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır.  Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Mesel tarikinde tezyîl olan bu cümle ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Öncesinde konusu geçen meselin vuku bulmasından bağımsız olarak ara vermeden başka bir ifadeye yer verilmesidir.

Müfessirler şöyle demişlerdir: Yusuf (a.s.) hükümdarın rüyasını, onun huzurunda tabir edip açıklayınca melik ona: “Ey dost, ne önerirsin?” demiş, bunun üzerine Yusuf (a.s.) da “Bolluk olacak yıllarda, çokça ekin ektirmeni, depolar yaptırmanı ve orada yiyecekler depolamanı öneririm. O kıtlık yılları geldiğinde araziden elde ettiklerimizi satarız. İşte bu yolla da çok büyük bir mal elde edilmiş olur.” dedi. Bunun üzerine melik “Bu işi kim yüklenecek?” deyince de Yusuf (a.s.), “Beni memleketin hazineleri üzerine (memur) et.” demiştir ki bu, “Mısır topraklarının hazineleri üzerine.” demektir. Ahd ifade etsin diye  الْاَرْضِۚ  kelimesinin başına elif lâm getirilmiştir. İbni Abbas (r.a.), Hz. Peygamberin bu ayetle ilgili olarak şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Allah, kardeşim Yusuf'a merhamet etsin. Şayet o: ‘Beni memleketin hazineleri üzerine (memur) et.’ demeseydi, o padişah onu, hemen o anda o işle görevlendirirdi. Ancak ne var ki o, bunu deyince o bu vazifeyi ona vermeyi bir sene geciktirdi.”

Ben derim ki bu, şaşılacak şeylerdendir. Zira Yusuf (a.s.) hapishaneden çıkmak istemeyince, Allah bunu, ona en güzel bir biçimde kolaylaştırdı. Ama hemen görev almaya koşunca Allah onun bu gayesini gerçekleştirmesini tehir etti. İşte bu, şahsi tasarrufu terk edip işleri tamamen Allah'a bırakmanın daha evla olacağına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

Hz Yusuf'un “inşallah” dememesi hakkında Vahidî şöyle demiştir: “Bu, bir cezayı iktiza eden bir hata olmuştur. Bu ceza da Allah Teâlâ'nın Hz. Yusuf'un o maksadını, bir sene müddetle ertelemesidir.” Ben de derim ki: Belki de bunun sebebi şudur: Şayet Yusuf (a.s.) böyle bir istisnada bulunsaydı, melik, Yusuf'un bunu, kendisinin bu menfaatleri gerektiği gibi zabt ü rabt altına alamayacağını bildiği için söylediğine inanacaktı. İşte bundan dolayı Yusuf (a.s.) inşaallah dememiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette, hükümdarın, Yusuf’un (a.s.) hazine bakanlığının kendisine verilmesi talebini kabul ettiğinin zikredilmemiş olması, bunun, sarahatle belirtilmesine gerek olmayan kesin bir sonuç olduğunu zımnen bildirmek içindir. Özellikle saltanatın bütün kısımlarını kapsayan, “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve güvenilir birisin.” sözüyle takdim edilmesi, buna ihtiyaç bırakmaz. (Ebüssuûd)


Yusuf Sûresi 56. Ayet

وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ  ...


Böylece Yûsuf’a, dilediği yerde oturmak üzere ülkede imkân ve iktidar verdik. Biz rahmetimizi istediğimize veririz ve iyi davrananların mükâfatını zayi etmeyiz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ böylece
2 مَكَّنَّا biz iktidar verdik م ك ن
3 لِيُوسُفَ Yusuf’a
4 فِي
5 الْأَرْضِ o ülke’de ا ر ض
6 يَتَبَوَّأُ konaklardı ب و ا
7 مِنْهَا orada
8 حَيْثُ yerde ح ي ث
9 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
10 نُصِيبُ biz ulaştırırız ص و ب
11 بِرَحْمَتِنَا rahmetimizi ر ح م
12 مَنْ kimseye
13 نَشَاءُ dilediğimiz ش ي ا
14 وَلَا
15 نُضِيعُ zayi etmeyiz ض ي ع
16 أَجْرَ ecrini ا ج ر
17 الْمُحْسِنِينَ güzel davrananların ح س ن
Kral, Hz. Yûsuf hakkında edindiği bilgilerden onun yüksek karaktere sahip, ülke yönetiminde liyakatli biri olduğunu anladı ve tereddüt etmeksizin onu devletinde yüksek bir makama getirdi. Maliyenin yönetimini ona teslim etti ve tam yetki verdi. Olaylar onun, kralın rüyasını yorumladığı gibi cereyan etti. Hz. Yûsuf, gereken tedbiri alarak bolluk yıllarında tarıma önem verdi, üretimi arttırdı, ihtiyaç fazlası ürünleri depoladı. Nihayet kıtlık yılları geldi. Bu sefer depolanmış olan ürünleri yemeye ve ihraç etmeye başladılar. Çünkü kıtlık sadece Mısır’da değil, Kuzey Arabistan, Ürdün, Filistin ve Suriye’de de etkisini göstermiş, bu bölgelerin halkı da yiyecek sıkıntısı çekmeye başlamıştı. Ancak Hz. Yûsuf’un aldığı tedbirler sayesinde Mısır halkı kıtlık yıllarını rahatlıkla geçirdi, hatta erzak fazlasını ihraç etti. Her taraftan insanlar gelerek Mısır’dan erzak satın aldılar. Hz. Ya‘kub da Yûsuf’un öz kardeşi Bünyâmin hariç, diğer oğullarını erzak almak için Mısır’a gönderdi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 241

وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل ; “gibi” demektir. Bu ibare amili  مَكَّنَّا  olan mahzuf mef’ûlu mutlakına müteallıktır.

ذا  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harftir.  ك  hitap zamiridir.

مَكَّنَّا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  ناَ  fail olarak mahallen merfûdur.

لِيُوسُفَ  car mecruru  مَكَّنَّا  fiiline müteallıktır.  يُوسُفُ  kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  مَكَّنَّا  fiiline müteallıktır. 

يَتَبَوَّاُ  fiili,  يُوسُفَ ’nin hali olarak mahallen mansubdur.

يَتَبَوَّاُ  merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْهَا  car mecruru  يَتَبَوَّاُ  fiiline müteallıktır.  حَيْثُ  damme üzere mebni mekân zarfı olup  يَتَبَوَّاُ  fiiline müteallıktır.

حَيْثُ  mekân zarfıdır. Bu edat cümleye muzâf olur. Edattan sonraki cümle isim ve fiil cümlesi olabilir. Edat kendisinden önceki bir fiilin mekân zarfı yani mef‘ûlün fihidir. Sonu damme üzere mebni olduğundan mahallen mansubdur.

يَشَٓاءُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

يَتَبَوَّاُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  بوأ ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ 

 

Fiil cümlesidir.  نُص۪يبُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

بِرَحْمَتِنَا  car mecruru  نُص۪يبُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  نَشَٓاءُ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  نَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

نُص۪يبُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

 

وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نُض۪يعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

اَجْرَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

الْمُحْسِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ي  harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar. 

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

يُض۪يعُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  ضيع ’dir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

وَكَذٰلِكَ مَكَّنَّا لِيُوسُفَ فِي الْاَرْضِۚ يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ يَشَٓاءُۜ

 

وَ  istînâfiyedir.

Ayette îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, mahzuf bir mef’ûlu mutlaka müteallıktır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Bu ayette  كَذٰلِكَ  konuyu pekiştirmek maksadıyla gelmiştir. Yani “Onun yerleştirilmesi işte böyle olmuştur.” demektir.

مَكَّنَّا لِيُوسُفَ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal konumundaki  يَتَبَوَّاُ مِنْهَا حَيْثُ  cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

كَذٰلِكَ  kelimesindeki kaf,  مَكَّنَّا  fiili ile mansub olup, daha önce geçmiş olan bir şeye işarettir. Yani “Biz, melikin kalbini, sevgisini ona yaklaştırmak ve onu, böylece hapislik gamından kurtarmamız hususunda Yusuf’a nasıl inam ettiysek, ona o ülkede yetki vermekle de inam ettik.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)


نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

بِرَحْمَتِنَا  izafetinde azamet zamirine muzâf olan  رَحْمَتِ, şan ve şeref kazanmıştır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

نَشَٓاءُ - يَشَٓاءُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Cenab-ı Hak  نُص۪يبُ بِرَحْمَتِنَا مَنْ نَشَٓاءُ  [Biz rahmetimizi kime dilersek ona nasip ederiz.]  demiştir. Allah Teâlâ ilk önce bu imkân ve kudret vermenin başkası tarafından değil, kendisi tarafından olduğunu belirterek, “İşte o yerde, Yusuf’a kudret ve şeref verdik.” buyurmuş, daha sonra da bunu ikinci kez “Biz rahmetimizi kime dilersek ona nasip ederiz.” ifadesiyle tekid etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 

 وَلَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Cümle  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. Menfi muzari fiil olan cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiilde teceddüt, tecessüm ve istimrar anlamları vardır.

اَجْرَ الْمُحْسِن۪ينَ  ifadesinde istiare vardır. Muhsinler ücretle çalışan işçiye benzetilmiştir.

نُض۪يعُ -  نُص۪يبُ  kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.

Yusuf Sûresi 57. Ayet

وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟  ...


Elbette ki, ahiret mükâfatı, inananlar ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَأَجْرُ elbette ödülü ا ج ر
2 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
3 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
4 لِلَّذِينَ kimseler için
5 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
6 وَكَانُوا ve (için) ك و ن
7 يَتَّقُونَ korunanlar و ق ي

وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟

 

وَ  haliyyedir.  لَ  ibtidaiyyedir. Tekid ifade eder.

اَجْرُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

خَيْرٌ  haber olup lafzen merfûdur.

اَلَّذِينَ  cemi müzekkere has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  خَيْرٌ ’e müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olup mahallen merfûdur.

كَانُوا  fiili atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  

كَانُوا; isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا  damme üzere mebni nakıs fiildir.

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  cümlesi  كَانُوا ’nun haberi olup mahallen mansubdur. 

يَتَّقُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَتَّقُونَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقي ’dır.

Bu bab fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar.

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَاَجْرُ الْاٰخِرَةِ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟

 

Hal konumundaki bu cümle, ibtidaiyye harfi  لَ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.

Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya atfedilmiştir. كَان ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberinin müspet muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

كَان ’nin  haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafat, s.103)

اَجْرُ - خَيْرٌ  ve اٰمَنُوا - يَتَّقُونَ۟  kelime grupları arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.

Buradaki  خَيْرٌ  kelimesini ism-i tafdil (daha hayırlı) manasına alırsak muttakilerin sevabının daha üstün olacağı manası çıkmış olur ki bundan, başkaları için sevap olmadığı neticesi çıkmaz. Yok eğer bu kelimeyi, “hayırlı” manasına hamledersek, bu, o hayrın muttakiler için söz konusu olduğuna delalet eder. Yine bu da hayrın muttakilerin dışındaki kimseler için olmayacağını göstermez. (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 58. Ayet

وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ  ...


(Derken) Yûsuf’un kardeşleri çıkageldiler ve yanına girdiler. Yûsuf onları tanıdı, onlar ise Yûsuf’u tanımıyorlardı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَاءَ ve geldiler ج ي ا
2 إِخْوَةُ kardeşleri ا خ و
3 يُوسُفَ Yusuf’un
4 فَدَخَلُوا girdiler د خ ل
5 عَلَيْهِ onun yanına
6 فَعَرَفَهُمْ o onları tanıdı ع ر ف
7 وَهُمْ fakat onlar
8 لَهُ onu
9 مُنْكِرُونَ tanımıyorlardı ن ك ر
Uzun süren kuraklık ve kıtlık Ken‘ân bölgesini de etkiledi. Dolayısıyla Hz. Yûsuf’un kardeşleri de erzak satın almak üzere Mısır’a, Hz. Yûsuf’un yanına geldiler. Ancak huzuruna çıktıklarında onu tanımadılar, Yûsuf ise onları tanıdı. Çünkü onu kuyuya attıkları zaman o çocuk denecek yaştaydı. Aradan geçen bu uzun süre, onlarda fazla bir değişiklik meydana getirmemişti. Buna karşılık Hz. Yûsuf’un fizikî yapısında değişiklikler meydana gelmişti. Ayrıca onlar kuyuya attıkları kardeşlerinin bir gün böyle bir makama geleceğini düşünemezlerdi. Ancak kader tecelli etmiş, 15. âyette bildirilen ilâhî vaad gerçekleşmeye başlamıştı.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 242

وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

اِخْوَةُ  fail olup lafzen merfûdur.  يُوسُفَ  kelimesi muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

دَخَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلَيْهِ  car mecruru  دَخَلُوا  fiiline müteallıktır.

فَ  atıf harfidir.  عَرَفَهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هوdir. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.

وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ  cümlesi  عَرَفَهُمْ deki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  مُنْكِرُونَ ye müteallıktır. 

مُنْكِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker isimler harfler îrablanırlar. 

مُنْكِرُونَ, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَٓاءَ اِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُوا عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَدَخَلُوا عَلَيْهِ  cümlesi aynı üslupta gelerek  فَ  ile öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal konumundaki isim cümlesi  وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَهُ, amili olan  مُنْكِرُونَ ’ye, siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir. Böylece fasılaya uygunluk da temin edilmiştir.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Kıtlık bütün beldeleri sarıp Yakub’un (a.s.) beldesine de ulaşıp onlar da geçim darlığına düşünce Hz. Yakub oğullarına: “Mısır'da herkese yiyecek dağıtan salih bir zat var. Ona paralarınızı götürüp ondan yiyecek şeyler alın.” dedi. Bunun üzerine onlar, on kardeş, Yusuf'a doğru yollandılar. Mısır'a gelip onun yanına girdiler. İşte bu hadise, Hz. Yusuf'un, kardeşleri ile buluşmasına, onlar Yusuf'u kuyuya atarlarken Cenab-ı Hakk'ın ona (vahiyle) bildirdiği, “Andolsun ki sen onlara, hiç farkında değillerken (bir gün) bu işlerini haber vereceksin.” (Yusuf Suresi, 15) şeklindeki haberinin doğruluğunun ortaya çıkmasına bir sebep gibi olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

Ayet, Hz. Yusuf’un bulunduğu ortama gelen kardeşlerinin Hz. Yusuf’u tanıyamadıklarını beyan etmektedir. Hz. Yusuf açısından ise durum tam aksidir. O kardeşlerini tanımıştır. Hz. Yusuf’un kardeşlerini tanıması feraseti, zekası ve gördüğü rüyadan kaynaklanmaktadır. Kardeşlerinin Hz. Yusuf’u tanımamış olması ise çocuk yaşta onlardan ayrılması veya giydiği elbisenin devlet büyüklerinin giydiği elbiseden olması ve orada onunla karşılaşma gibi bir ihtimal görmemeleri nedeniyledir. Hz. Yusuf’un kardeşlerini uzun seneler sonra da olsa tanıması mazi fiil kalıbı ile ifade edilmiştir. Kardeşlerinin Hz. Yusuf’u tanıyamamış olması ise ism-i fail kalıbı tercih edilerek isimle anlatılmıştır. Ayrıca kardeşlerinin durumu anlatılan cümlede isim cümlesi tercih edilmiş, ism-i failin mef’ûlüne lâm-ı takviye gelmiş ve amilinden önce getirilmiştir.

Hz. Yusuf’un kardeşlerini tanıması ifade edilirken mazi fiil kalıbı kullanılmasından Hz. Yusuf’un kardeşlerini ilk gördüğü anda, düşünmeden, araştırmadan hemen tanıdığı anlaşılmaktadır. Çünkü fiil, hudûs ve teceddüt manasına delalet etmektedir. Bu delalet ile de Hz. Yusuf’un kardeşlerini görür görmez tanıdığı anlaşılmaktadır. Kardeşlerinin durumunu ifadede kullanılan isim kalıbı ise sübut ve kalıcılık manasına delalet etmektedir. Bu delaletin anlama katkısı şöyle olmaktadır: Hz. Yusuf’u gören kardeşleri onu tanıyamamışlardır. Onu tanıyamamaları Allah’ın öyle dilemesindendir. Çünkü iç güzelliğinin yanında yüz güzelliği olan ve bu güzellikle sınanan kimsenin tanınmaması imkânsız gibidir. Allah’ın bu takdiri ile onu tanımaktan uzak olduklarını ifade için isim kalıbı kullanılmıştır. (İbni Âşûr, Tahrîr ve’t-Tenvîr, c. 13, s. 12)

Burada  عَرَفَ  ile  مُنْكِرُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

فَعَرَفَهُمْ  cümlesiyle,  وَهُمْ لَهُ مُنْكِرُونَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اِخْوَةُ  kelimesi, cemi kıllet sıygasında gelmiştir. 3-10 arasındaki kardeşleri ifade eder.
Yusuf Sûresi 59. Ayet

وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ  ...


Yûsuf, onların yüklerini hazırlatınca dedi ki: “Sizin baba bir kardeşinizi de bana getirin. Görmüyor musunuz, ölçeği tam dolduruyorum ve ben misafir ağırlayanların en iyisiyim.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ve ne zaman ki
2 جَهَّزَهُمْ yükletti ج ه ز
3 بِجَهَازِهِمْ onların yüklerini ج ه ز
4 قَالَ dedi ki ق و ل
5 ائْتُونِي bana getirin ا ت ي
6 بِأَخٍ kardeşinizi ا خ و
7 لَكُمْ sizin
8 مِنْ -dan (olan)
9 أَبِيكُمْ babanız- ا ب و
10 أَلَا
11 تَرَوْنَ görmüyor musunuz? ر ا ي
12 أَنِّي ben
13 أُوفِي tam yapıyorum و ف ي
14 الْكَيْلَ ölçüyü ك ي ل
15 وَأَنَا ve ben
16 خَيْرُ en iyisiyim خ ي ر
17 الْمُنْزِلِينَ konukseverlerin ن ز ل
Buradan anlaşıldığına göre Hz. Yûsuf kardeşlerini misafir etti, onlara ikram ve iltifatta bulundu; bu esnada, gelenlerin dışında bir tane de baba-bir kardeşlerinin bulunduğunu ona anlattılar; babaları ve kardeşleri için de tahıl istediler; muhtemelen babalarının ihtiyarlığı, kardeşlerinin de ona can yoldaşı olarak kalıp tahıl almaya gelemediği mazeretini ileri sürdüler. Hz. Yûsuf, kardeşlerinin istediği tahılı verdi, yüklerini hazırlattı, kendilerini donattı ve tekrar geldiklerinde baba-bir kardeşlerini de getirmelerini istedi. Aksi halde, yanlış beyanda bulunmuş olacakları için kendilerine tahıl vermeyeceğini bildirdi. Kendisini kardeşlerine tanıtmada acele etmedi, olayların olgunlaşmasını ve zamanının gelmesini bekledi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 242-243

وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَمَّا   kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

جَهَّزَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَهَّزَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

بِجَهَازِهِمْ  car mecruru  جَهَّزَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Şartın cevabı  قَالَ ’dir. 

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Mekulü’l-kavli  ائْتُون۪ي ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

ائْتُون۪ي  fiili  ن ’nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  ن  vikayedir.

بِاَخٍ  car mecruru  ائْتُون۪ي  fiiline müteallıktır.

لَكُمْ  car mecruru  بِاَخٍ in mahzuf sıfatına müteallıktır. 

مِنْ اَب۪يكُمْ  car mecruru  بِاَخٍ in mahzuf sıfatına müteallıktır.  اَب۪ي  kelimesi harfle îrab olan beş isimden biridir. Cer alameti  ي ’dır.


  اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ

 

Hemze istifham harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تَرَوْنَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  تَرَوْنَ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur. 

ي  muttasıl zamiri  اَنَّ ’nin  ismi olarak mahallen mansubdur.

اُو۫فِي  fiili,  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اُو۫فِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

الْكَيْلَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

جَهَّزَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  جهز dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.

 

                 

            وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.

Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.

خَيْرُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْمُنْزِل۪ينَ  muzâfun ileyh olarak  ي  ile mecrurdur. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

الْمُنْزِل۪ينَ, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَيْرُ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ 

 

وَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olarak  فَ  karinesi olmadan gelen …قَالَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ئْتُون۪ي بِاَخٍ لَكُمْ مِنْ اَب۪يكُمْۚ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

بِجَهَازِهِمْ - جَهَّزَهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Yusuf’un (a.s.), “kardeşinizi” demeyip de “babanızdan olan sizin öbür kardeşinizi” demesi de çok anlamlıdır. Bunu böyle söylemekle onu hem tanımıyormuş gibi davranmış hem onun yalnız kaldığını işaret etmiş hem de kendi kardeşliğini kastetmeye uygun bir imada bulunmuş ve böylece ilk önce sevgili öz kardeşini yanına getirtmek istemiş. Bu isteğin yerine getirilmesini sağlamak için de demişti ki: “Görmüyor musunuz ben keyli hakkıyle ölçüyorum. Görüyorsunuz ya benim tutumum, haksızlığa ve suistimale, yolsuzluğa hiç meydan vermiyor; tam ölçüyorum, kimseye eksik vermiyorum, aynı zamanda ben, hayrül münzilin bir kimseyim. Allah için çok iyi ve emsalsiz bir misafirperverim.” (Elmalılı)

جَهَّزَ  lafzı, gelinin çeyizi ve ölünün teçhizatı ifadeleri bu köktendir. Bu, “bu kişilerin ihtiyaç duydukları şeyler” demektir. Basralıların bunu  جَ ’in kesresi ile kullandıklarını duydum. el-Ezheri şöyle demiştir: “Bütün kurrâ, bunu  جَ ’in fethası ile okumuşlardır. Kesreli okunuşu güzel bir lehçe değildir.” Müfessirler şöyle demişlerdir: “Yusuf (a.s.) onlardan her biri için bir deve yükledi, onları misafir ederek ikram etti ve yolculuk esnasında ihtiyaç duyacakları her şeyi verdi. İşte ayetteki ‘Onların teçhizatını düzdü.’ cümlesi bu manadadır.” (Fahreddin er-Râzî)


اَلَا تَرَوْنَ اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, Hz.Yusuf’un sözlerinin devamıdır. Hemze istifham, لَا, nefy harfidir. Cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen muhatabı ikrara zorlamak manasında olduğu için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Masdar ve tekid harfi  اَنّ۪ ’nin dahil olduğu  اَنّ۪ٓي اُو۫فِي الْكَيْلَ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنّ۪  ve akabindeki sübut ifade eden isim cümlesi masdar tevilinde,  تَرَوْنَ  fiilinin iki mef’ûlu yerindedir.

Masdar-ı müevvel cümlesinde, müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.


 وَاَنَا۬ خَيْرُ الْمُنْزِل۪ينَ

 

Cümle  وَ  ile öncesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsme isnad edilen bu isim cümlesi sübut ve istikrar ifade eder.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Müsnedin, îcaz yollarından biri olan izafetle gelmesi sebebiyle az sözle çok anlam ifade edilmiştir.

بِاَخٍ - اَب۪يكُمْۚ  ve  الْكَيْلَ - جَهَّزَ - الْمُنْزِل۪ينَ ,خَيْرُ - اُو۫فِي  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr vardır.


Yusuf Sûresi 60. Ayet

فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ  ...


“Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size verilecek tek ölçek (zahire) bile yoktur ve bir daha da bana yaklaşmayın.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِنْ eğer
2 لَمْ
3 تَأْتُونِي bana getirmezseniz ا ت ي
4 بِهِ onu
5 فَلَا artık yoktur
6 كَيْلَ ölçecek bir şey ك ي ل
7 لَكُمْ size
8 عِنْدِي benim yanımda ع ن د
9 وَلَا
10 تَقْرَبُونِ (bir daha) bana yaklaşmayın ق ر ب

فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ

 

ف  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  لَمْ  nefy harfi olup olumsuzluk manası katar.

تَأْتُون۪ي  şart fiili olup  ن un hazfıyla meczum muzari fiildir. Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamir  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

بِه۪  car mecruru  تَأْتُون۪ي  fiiline müteallıktır.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir. 

كَيْلَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.

لَكُمْ  car mecruru  لَا nın mahzuf haberine müteallıktır.

عِنْد۪ي  mekân zarfı,  لَا nın mahzuf haberine müteallıktır. Mütekellim zamir  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَقْرَبُونِ  fiili  ن un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur. Esre ise mahzuf mütekellim zamirinden ivazdır. Hazf edilen  يَ  ise mef‘ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

فَاِنْ لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪ فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي وَلَا تَقْرَبُونِ

 

فَ  atıf,  اِنْ  şart harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.

Olumsuz muzari fiille gelmiş şart cümlesi  لَمْ تَأْتُون۪ي بِه۪, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  فَلَا كَيْلَ لَكُمْ عِنْد۪ي  ise cinsini nefyeden  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber, ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَا ’nın haberi mahzuftur. 

Şartın cevabına matuf  وَلَا تَقْرَبُونِ  cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiilin sonundaki kesre, mütekellim zamirinden ivazdır. 

Bu hazif mütekellimin heyecanına, kararlılığına işaret veya fasılaya riayet için olabilir. 

تَقْرَبُونِ - عِنْد۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

وَلَا تَقْرَبُونِ  ifadesi iki türlü yorumlanabilir. İlkine göre bu ifade, şart cümlesinin cevabının kapsamına dahildir ve meczumdur. [Yanımda size verilecek tek bir ölçek bile yoktur.] ifadesinin mahalline atıf olup sanki “Bana onu getirmezseniz mahrum kalır ve bana yaklaşamazsınız.” anlamına gelmektedir. İkinci yoruma göre ise nehiy anlamındadır (Yanıma yaklaşmayın!). (Keşşâf)

Yusuf (a.s.), onlardan o kardeşini getirmelerini isteyince hem teşvik hem tehdit üslubunu birlikte kullandı. Teşvik onun: “Görmüyor musunuz, tam ölçek veriyorum. Ben, misafir ağırlayanların en hayırlısıyım.” sözüdür. Tehdit ve korkutma ise “Eğer onu bana getirmezseniz, artık benim yanımda size hiçbir ölçek yok, bana yaklaşmayın!” sözüdür. Bu ifade, bir tehdittir. Çünkü onlar yiyecek elde etmeye mecbur idiler. Onu elde edebilmek de ancak elinde yiyecek bulunan bu kimse vasıtasıyla mümkündü. Binaenaleyh o, onlara yanına gelmeyi yasak edince bu son derece ileri bir tehdit ve korkutma olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 61. Ayet

قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ  ...


Dediler ki: “Onu babasından isteyeceğiz ve muhakkak bunu yaparız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 سَنُرَاوِدُ istemeğe çalışacağız ر و د
3 عَنْهُ onu
4 أَبَاهُ babasından ا ب و
5 وَإِنَّا ve biz muhakkak
6 لَفَاعِلُونَ mutlaka yapacağız ف ع ل
Bünyâmin’i getireceklerine dair kardeşlerinden kesin söz alan Hz. Yûsuf, onların ödedikleri bedeli de yüklerinin içine koydurarak parasızlık yüzünden gelememeleri gibi bir mazereti de ortadan kaldırdı.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 243

قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  سَنُرَاوِدُ dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

سَنُرَاوِدُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir.

سَنُرَاوِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

عَنْهُ  car mecruru  نُرَاوِدُ  fiiline müteallıktır.  اَبَاهُ  mef’ûlün bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

فَاعِلُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

فَاعِلُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فعل  fiilinin ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُرَاوِدُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi  رود ’dir.   

Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.

Müşareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالُوا سَنُرَاوِدُ عَنْهُ اَبَاهُ وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, istikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş müspet  muzari  fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Öncesine matuf olan  وَاِنَّا لَفَاعِلُونَ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Yusuf’un (a.s.) kardeşlerinin babamızdan değil de babasından isteyeceğiz demeleri babalarının kardeşlerine çok düşkün olduğunun işaretidir.

Babalarını razı etme konusundaki isteklerini tekidli isim cümlesiyle ifade ederek ellerinden ne geliyorsa yapmaya kararlı olduklarını belirttiler.

Onlar, Hz. Yusuf'un sözüne karşı, “Onu babasından istemeye çalışırız. Herhalde (bunu) yapabiliriz.” dediler. Bu, “Biz, onu onun elinden almaya çalışırız ve bunun yolunu ararız. Herhalde bunu becerebiliriz.” demektir. Bu ikinci cümlenin gayesi, tekiddir. Bu cümlenin, “Biz, onu sana getirebiliriz.” manasına gelebileceği gibi “Bu konuda elimizden geleni yaparız.” manasında olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 62. Ayet

وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ  ...


Yûsuf, adamlarına dedi ki: “Onların ödedikleri zahire bedellerini yüklerinin içine koyun. Umulur ki ailelerine varınca onu anlarlar da belki yine dönüp gelirler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 لِفِتْيَانِهِ uşaklarına ف ت ي
3 اجْعَلُوا koyun! ج ع ل
4 بِضَاعَتَهُمْ onların sermayelerini ب ض ع
5 فِي içine
6 رِحَالِهِمْ yüklerinin ر ح ل
7 لَعَلَّهُمْ belki onlar
8 يَعْرِفُونَهَا bunun farkına varırlar ع ر ف
9 إِذَا zaman
10 انْقَلَبُوا döndükleri ق ل ب
11 إِلَىٰ
12 أَهْلِهِمْ ailelerine ا ه ل
13 لَعَلَّهُمْ belki de
14 يَرْجِعُونَ geri dönerler ر ج ع
فتي Feteye : الْفَتَى gençliği henüz taze olan yani gençlik çağlarına yeni girmiş delikanlı/civan demektir. Bunun dişili فَتاةٌ şeklinde gelir. Her ikisi de köle ve cariyeden kinaye yapılır. Mastar kullanımı ise فَتاءٌ dur. فَتْوَى belirsiz, tartışmalı ve sorun teşkil eden hükümlere verilen cevaptır. Fetva verdi/hüküm çıkardı manasında إسْتَفْتَى fiili kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 21 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri fetva ve müftüdür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

لِفِتْيَانِهِ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli  اجْعَلُوا dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اجْعَلُوا  fiili  ن un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

بِضَاعَتَهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ف۪ي رِحَالِهِمْ  car mecruru  اجْعَلُوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْرِفُونَـهَٓا  cümlesi  لَعَلَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَعْرِفُونَـهَٓا  fiili  ن un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَٓا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku  bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

(إِذَا): Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

(إِذَا)’dan sonraki şart cümlesinin fiili mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a. (إِذَا) fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (müfacee=sürpriz) harfi olur.

b. (إِذَا)’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nin gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenler ile aynıdır.

c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

انْقَلَـبُٓوا  ile başlayan fiil cümlesi cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

انْقَلَـبُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰٓى اَهْلِهِمْ  car mecruru  انْقَلَـبُٓوا  fiine müteallıktır.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  إذا انقلبوا…  فلعلّهم يعرفونها şeklindedir.

لَعَلّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

يَرْجِعُونَ  fiili,  لَعَلَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَرْجِعُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

انْقَلَـبُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İnfiâl babındadır. Sülâsîsi  قلب ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, mücerred yapıdaki asıl anlamıyla kullanılması gibi anlamlar katar.

وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ 

 

وَ  istînâfiyye, cümle mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  اجْعَلُوا بِضَاعَتَهُمْ ف۪ي رِحَالِهِمْ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَـهَٓا

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  Gayr-ı talebî inşâî isnad olan cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisaldir. 

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad takvalı olmaya teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)

Şart manasından mücerret, zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu  انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.


  اِذَا انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِمْ 

 

انْقَلَـبُٓوا اِلٰٓى اَهْلِهِم  cümlesi müstakbel şart manalı zaman zarfı  إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Öncesinin delaletiyle hazf edilen cevap cümlesinin takdiri,  فلعلّهم يعرفونها  [Umulur ki onu tanırlar.] şeklindedir.     

Bu takdire göre şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.

Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin durumlarda gelen zaman zarfıyla gelmiş mazi fiil, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.


 لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir.

لَعَلَّ, terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

انْقَلَـبُٓوا - يَرْجِعُونَ  ,بِضَاعَتَهُمْ - رِحَالِهِمْ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لَعَلَّهُمْ  lafzının tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Hz. Yusuf, zahire ölçen genç hizmetkârlarına bu emri verdi ve her yük için onların karşılığında zahire satın aldıkları sermayelerini, yüklerinin içine koymak için bir adam görevlendirdi.

Onların sermayeleri, ayakkabılar ve deriler idi. Hz. Yusuf, babalarının yanında sermaye olarak getirecekleri başka bir mal olmaz da bir daha gelmezler endişesiyle bunu yapmıştı.

Bütün bunlar, kardeşi Bünyamin ile beraber geri gelmelerini sağlamak içindi. Nitekim “Olur ki ailelerinin yanına döndüklerinde bunun farkına varırlar.” cümlesi de bunu bildirmektedir.

Bunun farkına varmaları da ailelerinin yanına dönmeleri kaydına bağlanmış, çünkü ancak yüklerini ve kaplarını boşalttıkları zaman bunun farkına varırlar ve belki yine gelirler; çünkü hem malı hem de bedelini kendilerine geri verme iyiliğini göstermek, özellikle sermayenin kıt olduğu zamanda geri gelmelerinin en kuvvetli sebeplerindendir. (Ebüssuûd)


Yusuf Sûresi 63. Ayet

فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ  ...


Onlar, babalarına döndüklerinde, “Ey babamız! Bize artık zahire verilmeyecek. Kardeşimizi (Bünyamin’i) bizimle gönder ki zahire alalım. Onu biz elbette koruruz” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا zaman
2 رَجَعُوا döndükleri ر ج ع
3 إِلَىٰ
4 أَبِيهِمْ babalarına ا ب و
5 قَالُوا dediler ki ق و ل
6 يَا أَبَانَا babamız ا ب و
7 مُنِعَ men’edildi م ن ع
8 مِنَّا bizden
9 الْكَيْلُ ölçü ك ي ل
10 فَأَرْسِلْ (oyüzden) gönder ر س ل
11 مَعَنَا bizimle beraber
12 أَخَانَا kardeşimizi ا خ و
13 نَكْتَلْ ölç(üp al)alım ك ي ل
14 وَإِنَّا şüphesiz biz
15 لَهُ onu
16 لَحَافِظُونَ mutlaka koruruz ح ف ظ

فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

رَجَعُٓوا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَجَعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰٓى اَب۪يهِمْ  car mecruru  رَجَعُٓوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Şartın cevabı  قَالُوا  cümlesidir.

قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli  يَٓا اَبَانَا ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَٓا  nida harfi,  اَبَانَٓا  münadadır.  اَبَانَٓا  münada olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Nidanın cevabı  مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ ’dir. 

مُنِـعَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.

مِنَّا  car mecruru  مُنِـعَ  fiiline müteallıktır.  الْكَيْلُ  naib-i faili olup lafzen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gele rabıta harfidir. Takdiri,  إن رغبت في الكيل فأرسل  (Keyl almak istersen …. gönder.) şeklindedir. 

اَرْسِلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت dir.

مَعَ  mekân zarfı,  اَخَانَا ’nın mahzuf haline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَخَانَا  mef’ûlün bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.

فَ  karinesi olmadan gelen  نَكْتَلْ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن ترسل معنا أخانا نكتل  (Kardeşimizi bizimle gönderirsen alırız.) şeklindedir.

نَكْتَلْ  mukadder şartın cevabıdır. Meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur.

اَرْسِلْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  رسل dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

نَكْتَلْ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  كيل dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

 وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

 

Cümle,  نَكْتَلْ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 

3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ناَ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَهُ  car mecruru  حَافِظُونَ ’ye müteallıktır.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

حَافِظُونَ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti  و ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar. 

حَافِظُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  حفظ  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ قَالُوا يَٓا اَبَانَا مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ

 

فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  رَجَعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يهِمْ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen …قَالُوا يَٓا اَبَانَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli …يَٓا اَبَانَا, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı ise  مُنِـعَ مِنَّا الْكَيْلُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûl olan, naib-i faile dikkat çekilmiştir.


فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا 

 

Rabıta harfinin dahil olduğu  فَاَرْسِلْ مَعَنَٓا اَخَانَا نَكْتَلْ  cümlesi, takdiri,  إن رغبت في الكيل  [Ölçek yani yiyecek istersen] olan şartın cevabıdır. 

Emir üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.


نَكْتَلْ 

 

Rabıta harfi olmadan gelen  نَكْتَلْ  cümlesi, takdiri  إن ترسل معنا أخانا  [Kardeşimizi bizimle gönderirsen.] olan şartın cevabıdır. Talebin cevabı olan cümle, meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mahzufla birlikte terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

الْكَيْلُ ’in asıl manası ölçek demektir. Burada “zahire” manasında kullanılmıştır. Mecaz-ı mürseldir.

مَعَنَٓا - مُنِـعَ  kelimeleri arasında cinas-ı ıtlak,  نَكْتَلْ - الْكَيْلُ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

اَبَ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اَخَانَا - اَبَانَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَاِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ

 

Hal  وَ ’ıyla gelen cümle  نَكْتَلْ ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَهُ  car-mecruru, konudaki önemine binaen amili olan  لَحَافِظُونَ ’ye takdim edilmiştir.

Kardeşler, Yusuf’u koruyacaklarına dair sözlerini, sübuta delalet eden isim cümlesi ve tekid harfiyle kuvvetlendirerek ifade etmişlerdir. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Kardeşleri babalarının yanına gelir gelmez, daha yüklerini bile açmadan, gördükleri ihsan ve ikramdan söz etmeden, ilk ağızda böyle acı bir haber ile söze başladılar. Yusuf'un ileriye dönük bir şart olarak öne sürdüğü bu sözü, onlar mutlak anlamda kullanarak istekte bulunmaya başladılar. Gerçi maksatları “Eğer kardeşimizi götürmezsek bundan böyle Mısır'dan zahire alabilmemiz yasaklandı.” demekti. Fakat onlar bunu babaları üzerinde etki aracı olarak kullanmak için sanki elleri boş gelmişler, bütün zahmetleri boşa gitmiş gibi mutlak anlamda bir yasaklanma şeklinde ifade etmişlerdir. (Elmalılı)


Günün Mesajı

Bu sayfada, bir peygamberin Cenab-ı Allah karşısındaki edebini ve O'nun yardımı ve hususi rahmeti olmadan hidayete ulaşmanın, ulaştıktan sonra hidayette sabit kalmanın mümkün olmadığını ilan ettiğini görüyoruz.

Hz. Yusuf'un ''Beni ülkenin hazinelerine bakmakla görevlendir. Çünkü ben iyi koruyucu ve bilgili bir kişiyim” sözünü, Peygamber Efendimizin, “Kimse ameli ile kurtulamaz. Ben de kurtulamam; fakat Rabbim beni rahmetiyle ve fazlıyla kuşatmıştır.” (Buhari, “Rikak”, 18) hadis-i şerifiyle bir arada mütalâa edebiliriz. Kendisinin güvenilir ve yetkin olduğunu bilen kişinin kamu görevine getirilmeyi istemesi caizdir.
Yönetici olan bir kimsenin herkesi kendisine uygun olan bir yere güzel bir şekilde seçmesi uzman ve yetkin kişilerin uzmanlıklarından ve yeterliliklerinden yararlanma yönüne gitmesi bir zorunluluktur.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Yûsuf suresiyle ilgili dersi, hoca heyecanla anlatıyordu:

“Yûsuf suresinde insanın ahlakına dair çıkarılacak ve insana yön verecek pek çok ders var. Başladığı sayfayı da sayarsak, surenin sekizinci sayfasıyla devam edelim.

Bu sayfanın içeriği – Allah en doğrusunu bilir – insanı, ahlak dünyasında alemlerden alemlere taşır. Bir kaç tanesini zikredelim inşâallah.

Asla nefsinin halinden emin olma ve kendi kendine nefsini temize çıkarma. Daima tetikte ol. Nefsine güvenip de ona karşı gardını düşürme. Hz. Yûsuf’un özenle ifade ettiği gibi.

Yapabildiğin işleri bil. Kendi kapasitenden haberdar ol. Altından kalkamayacağın sorumlulukları yüklenme. Dünyalık heveslerle makam mevki peşinden koşma. Daha iyi yapacağını bildiğinde de gizlenme. Hz. Yûsuf’un hangi işi iyi yapacağını bildirmesi gibi.

Sabırla ve dua ile bekle. Hiçbir çaban karşılıksız kalmayacak. Sahip olduğun her şeyin Rabbinden geldiğini hatırla ve şükret. Ve O’nun rahmetinden emin ol. Hz. Yusuf’un yılların zorluklarından sonra iyi bir makama gelmesi gibi.

Dünyanın geçici zorlukları karşısında yılma. Yaşanan hiçbir şey – aklın almasa bile – ne boşa gider, ne de manasızdır. İman edenlere ve Allah’tan sakınanlara mükafat müjdesinden cesaret topla. Allah’ın her elçisinin ve hz. Yûsuf’un da bildirdiği gibi.

Yaptıkların, bir gün sana geri döner. Döndüğünden haberin bile olmaz. Kendini, sorulacak hesaptan koruyamaz ve ondan saklanamazsın. Hz. Yûsuf’un kardeşlerini tanıması ama onların onu tanımaması gibi.

Sana yapılan haksızlıkları dert edinerek ömrünü çürütme. Gönlün ferah olsun. Dünyada gördüğünde olur, görmediğinde. Ancak Allah katında herkes hakkını alacak. Hz. Yûsuf’un kardeşlerinin kendi ayaklarıyla ona gitmeleri gibi.

Bugünkü halinin kalıcılığından emin olma. Sahip olduğun dünyalıklara güvenerek hareket etme. Yarın ne halde olacağını ancak Allah bilir. Çocukluğunda kendisini kuyuya atan kardeşler karşısında, üstün el olan hz. Yûsuf gibi.

Allah doğru anlamamızı ve anladıklarıyla doğru amel etmemizi nasip etsin. Dersimiz bitmiştir.”

Ey hz. Yûsuf’u bize bildiren Allahım! Nefsimi temize çıkarmaktan Sana sığınırım. Nefsimle olan mücadelemde rehberim ve yardımcım ol. Kalbi nefsine efendilerden olayım. Dünya üzerinde bana verdiğin yetenekleri keşfetmemi ve onları Senin rızana uygun şekilde geliştirip kullanmamı nasip et. Yapabildiğim ve yapamadığım işler konusunda dürüst olayım. Yükümü hafiflet, gönlümü genişlet. Dünya zorlukları ve nimetleri karşısında rızana uygun davranmamda yarim ve yardımcım ol. Rahmetine güvenerek şükredenlerden olayım. Attığım her adımda, aldığım her kararda ve niyetlendiğim her hareketimde; Senin rızan için yaşadığımı hatırlayayım. Yaptıklarının hesabını vereceğini bilerek yaşayanlardan olayım. Adaletine şüphesiz inanmamda merhametim ol. Bugünkü hali için şükredenlerden olayım. Bugün şikayet ettiklerimi, yarın arar hale gelmekten, Sana sığınayım. Yalnız Senden isteyeyim. Senin yolunda, Senin kurtuluşuna koşanlardan ve Sana kavuşan kullarından olayım.

 

Amin.

***

İyi ya da kötü, insanın yaptıkları karşısına çıkar. Belki benzer, belki farklı kılığa bürünür. Belki hemen gelir, belki yarına yetişir. Bazen aradaki ilişki anlaşılır, bazen de bir sır olarak kalır. Yeryüzünde ve göklerde iyilikle karşılanmak için çaba harcanmalıdır. 

Belki insanın yaptıklarıyla karşılaşması, hz. Yusuf ile kardeşlerinin yıllar sonra ilk kez karşılaşmasına benzer. Hz. Yusuf yıllar önce işlenen ameldir, kardeşleri ise ameli işleyendir. Kardeşleri hz. Yusuf’u tanımaz ama o kardeşlerini tanır. 

Allah yolunda, salih amellerle meşgul olanlar farklı bir bilinç düzeyine sahiptir. Şükür ve istiğfar ile elele yürür. Kalbindeki Allah korkusunu diri tutar ve nefsinden ya da şeytandan gelen vesveseleri bertaraf etmek için tetikte bekler. 

Allah’ın sınırlarını aşanların hali ise üzücüdür. Mutluluğu dünyalıklarda arar, ona batıl yollarla ulaşmaya çalışır ve bu yüzden de yanlış işlerle meşgul olur. Çöken karanlıktan dolayı kusurlarını göremez ve sapkınlıklarına rağmen nefsini temize çıkarır.

Ey kalbimin ve nefsimin halini bilen Allahım! Beni bana bırakma ve kendi kendimi temize çıkarma gafletinden muhafaza buyur. Beni ve sevdiklerimi; şükrü ve istiğfarı kabul olunan, yalnız Senin rızan için salih amellerle meşgul olan kullarından eyle. Dünyada ve ahirette iyilikle karşılanan; rahmetin ile günahı azalmış, sevabı çoğalmış bir halde huzuruna çıkanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji