Yusuf Sûresi 82. Ayet

وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ  ...

“Bulunduğumuz kent halkına ve aralarında olduğumuz kervana da sor. Şüphesiz biz doğru söyleyenleriz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاسْأَلِ (istersen) sor س ا ل
2 الْقَرْيَةَ kente ق ر ي
3 الَّتِي
4 كُنَّا bulunduğumuz ك و ن
5 فِيهَا İçinde
6 وَالْعِيرَ ve kervana ع ي ر
7 الَّتِي
8 أَقْبَلْنَا geldiğimiz ق ب ل
9 فِيهَا İçinde
10 وَإِنَّا ve biz
11 لَصَادِقُونَ doğru söylüyoruz ص د ق
 
Kardeşlerin büyüklerinden maksat yaşça büyük olan Ruben mi yoksa akılca üstün olan Şem‘ûn (Şimeon) mu olduğu konusunda farklı rivayetler vardır. Taberî yaşça büyük olan Ruben’in kastedildiğini bildiren rivayetlerin daha isabetli olduğu kanaatindedir (bk. XIII, 33-34). Hz. Yûsuf’un kararlı tutumu karşısında, ondan ümitlerini kesen kardeşleri, durumu kendi aralarında görüşmek üzere bir kenara çekildiler. Büyükleri Ruben, Bünyâmin hakkında babalarına verdikleri sözü, daha önce de Hz. Yûsuf’a yaptıklarını onlara hatırlattı. Yûsuf’un bu kardeşi, daha önce onu öldürmek isteyen kardeşlerine, onu kuyuya atmalarını teklif etmiş ve ölümden kurtarmıştı (âyet 10; Taberî, XII, 155-156).
 Hz. Ya‘kub’un oğulları, 81. âyetin son cümlesiyle, Bünyâmin’i koruyacaklarına dair babalarına söz verdikleri zaman onun hırsızlık suçundan dolayı Mısır’da alıkonulacağını bilemeyeceklerini ifade etmek istemişlerdi.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 251-252
 

وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ 

 

Ayet öncesinde geçen mekulü’l-kavle matuftur. 

وَ  atıf  harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْـَٔلِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت dir. 

الْقَرْيَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl,  الْقَرْيَةَ nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsm-i mevsûl sılası  كُنَّا ف۪يهَا dır. Îrabtan mahalli yoktur.

كُنَّا  sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

كُنَّا ’nın ismi, mütekellim olan  نَا  muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.  

ف۪يهَا  car mecruru  كُنَّا nın mahzuf haberine müteallıktır. 

الْع۪يرَ  kelimesi atıf harfi ile  الْقَرْيَةَ ye matuftur.

الَّت۪ي  müfret müennes has ism-i mevsûl,  الْع۪يرَ nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَقْبَلْنَا ف۪يهَا dır. Îrabtan mahalli yoktur.

اَقْبَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  ناَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  اَقْبَلْنَا  fiiline müteallıktır. 


  وَاِنَّا لَصَادِقُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ   harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

صَادِقُونَ  kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup ref alameti  وَ dır.

Cemi müzekker isimler harfle îrablanırlar. 

صَادِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صدق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ 

 

Öncesindeki mekulü’l-kavle matuf olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İsm-i mevsûl olan  الَّت۪ي  kelimesi,  الْقَرْيَةَ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

İsm-i mevsûlun sılası olan  كُنَّا ف۪يهَا  cümlesi  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪يهَا, nakıs fiil  كان’nin mahzuf haberine müteallıktır.

الْع۪يرَ  için sıfat konumundaki ikinci ism-i mevsûl  الَّت۪ٓي nin sılası olan  اَقْبَلْنَا ف۪يهَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ  ve  اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ  ifadelerinde hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

Burada alakası mahalliyyet olan mecâz-ı mürsel vardır. “Köyün halkına sor.” demektir. Yani mekân ismi olan köy lafzıyla orada yaşayan halk kastedilmiştir. Köy, içerisinde oturanlar için bir mahaldir. Mekânlara ve binalara soru sormanın imkansızlığı, köy lafzının hakiki manada kullanılmasına engel karinedir. Beyzâvî ayeti şöyle tefsir eder: “Mısır halkına bir adam gönder ve meseleyi onlara sor.” Müfessirimiz burada her ne kadar mecazdan söz etmese de onun açıklaması alakası mahalliyyet olan mecaz türünü uyguladığını göstermektedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

İki ayet arasındaki meskutun anh, muhatabın hayal gücünü devreye sokarak, konuya ilgisini canlı tutma amacına matuf olabilir.

Burada karye ve kafile zikredilmiş fakat kafilede bulunanlar kastedilmiştir. Çünkü karyeye ve kafileye soru sorulmaz. Hakikat yerine mecaza gidilmesinin sebebi hırsızlığın herkes tarafından bilinen bir şey olduğunu, öyle ki değil insanlara “Dağa taşa sorsan onlar bile hırsızları tanır.” manasını ifade etmektir. Yani mübalağa için bu üslup tercih edilmiştir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

الَّت۪ٓي ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَاِنَّا لَصَادِقُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  اِنَّٓ  ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)