قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | بَلْ | herhalde |
|
3 | سَوَّلَتْ | süsledi |
|
4 | لَكُمْ | size |
|
5 | أَنْفُسُكُمْ | nefisleriniz |
|
6 | أَمْرًا | bir işi |
|
7 | فَصَبْرٌ | artık sabretmek gerek |
|
8 | جَمِيلٌ | güzelce |
|
9 | عَسَى | belki de |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَأْتِيَنِي | bana getirir |
|
13 | بِهِمْ | onların |
|
14 | جَمِيعًا | hepsini |
|
15 | إِنَّهُ | çünkü o |
|
16 | هُوَ | O |
|
17 | الْعَلِيمُ | bilendir |
|
18 | الْحَكِيمُ | herşeyi hikmetle yapandır |
|
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, ليس الأمر كما أخبرتم حقيقة بل سوّلت لكم أنفسكم (Durum aslında sizin haber verdiğiniz gibi değildir ama nefsiniz size bunu güzel göstermiştir.) şeklindedir.
بَلْ, idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada, yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوَّلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
لَكُمْ car mecruru سَوَّلَتْ fiiline müteallıktır.
اَنْفُسُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَمْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
سَوَّلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi سول ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ
فَ atıf harfidir. صَبْرٌ kelimesi mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, صبري (sabrım) şeklindedir.
جَم۪يلٌ kelimesi صَبْرٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ
عَسَى elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, عَسَى ’nın ismi olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَسَى ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
يَأْتِيَن۪ي mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِهِمْ car mecruru يَأْتِيَن۪ي fiiline müteallıktır.
جَم۪يعاً kelimesi بِهِمْ ’deki zamirden hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَل۪يمُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ kelimesi ikinci haberdir.
الْحَك۪يمُ - الْعَلٖيمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Bu,îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri ... لم تصدقوا في كلامكم بل سوّلت لكم [Siz doğru söylemiyorsunuz ama nefsiniz size bunu güzel göstermiş.] şeklindedir.
Mahzuf mekulü’l-kavl için ta’liliyye hükmündeki istînaf cümlesi بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
سَوَّلَتْ لَكُمْ cümlesine atfedilen صَبْرٌ جَم۪يلٌ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde haber konumundaki صَبْرٌ ’un mübtedası mahzuftur. Takdiri, صبري [sabrım] şeklindedir.
جَم۪يلٌ kelimesi, صَبْرٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ ifadesinde 18. ayetten iktibas vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ ifadesi haziften dolayı müphemlik görüldüğünden, tazim ve tefhim ifade eder. (İtkan)
سَوَّلَتْ - جَم۪يلٌۜ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr vardır.
عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Terecci manalı nakıs fiil عَسَى ’nın dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi kalplerde telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
اَنْ ’den sonra gelen müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle عَسَى ’nın haberi konumundadır.
Masdar-ı müevvel muzari fiil olarak gelmiş, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَم۪يعاً kelimesi بِهِمْ ’deki zamirden halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاً [Umarım ki Allah onları bana getirir.] dedikten sonra hal olarak gelen جَم۪يعاً lafzı, ikisine birlikte kavuşma isteğine vurgu maksadıyla ıtnâbtır.
اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ, isim cümlesi formunda gelmiştir. هُوَ ’nin fasıl zamiri olduğu da söylenmiştir.
Müsnedin yani الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Muttasıl zamirin, munfasıl zamirle tekid edilmesi lafzî tekiddir.