Ra'd Sûresi 10. Ayet

سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ  ...

(O’na göre) içinizden sözü gizleyen ile açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüz ortaya çıkan eşittir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَوَاءٌ birdir س و ي
2 مِنْكُمْ aranızdan
3 مَنْ kimse
4 أَسَرَّ gizleyen س ر ر
5 الْقَوْلَ sözü ق و ل
6 وَمَنْ ve kimse
7 جَهَرَ açık (söyleyen) ج ه ر
8 بِهِ onu
9 وَمَنْ ve kimse
10 هُوَ o
11 مُسْتَخْفٍ gizlenendir خ ف ي
12 بِاللَّيْلِ geceleyin ل ي ل
13 وَسَارِبٌ ve görünendir س ر ب
14 بِالنَّهَارِ gündüzün ن ه ر
 
İnsanların bilgisi sınırlı, eksik ve değişmeye açıktır. Allah’ın ilmi ise sonsuz, tam ve kesindir. İnsanın ana rahmine düşmesinden son nefesine kadar geçireceği hayat safhalarına ait bilgi bakımından da insan bilgisi, ilâhî bilgi ile kıyaslanamayacak kadar eksiktir. “Rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağı” ifadesini müfessirler, “Rahimdeki ceninin yaratılışındaki eksikliği, fazlalığı; sayısını ve kalma süresini yani rahimdeki yavrunun vaktinden önce mi, sonra mı yoksa normal zamanında mı dünyaya geleceğini Allah bilir” şeklinde yorumlamışlardır (Şevkânî, III, 78). Allah katında her şeyin bir ölçüye bağlı olmasından maksat da her şeyin yaratıldığı özel amaca, var olmasının gerektirdiği şartlara ve Allah’ın yaratma planında oynaması öngörülen role uygun olarak yaratılmış olmasıdır (Esed, II, 486; gayb ve şehâdet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 277
 
سرب Serabe : سَرَبٌ inişli ve engebeli bir yerde gitmektir. Ayrıca engebeli bayır ve yamaca da böyle denir. سَرابٌ çölde su gibi parlayan şeydir. Nitekim göze akıp gidiyormuş gibi görünmektedir. سارِبٌ ise hangi yol olursa olsun kendi yoluna giden kimsedir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda toplam 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli seraptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ

 

سَوَٓاءٌ  mukaddem haber olup lafzen merfûdur.  مِنْكُمْ  car mecruru  مستو  manasında olan  سَوَٓاءٌ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اَسَرَّ الْقَوْلَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اَسَرَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.  الْقَوْلَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  جَهَرَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ مُسْتَخْفٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  مُسْتَخْفٍ  haber olup mahzuf  ى  üzerine mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir. 

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir: 

a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِالَّيْلِ  car mecruru  مُسْتَخْفٍ ’ye müteallıktır.

سَارِبٌ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  مُسْتَخْفٍ ’e matuftur. بِالنَّهَارِ  car mecruru  مُسْتَخْفٍ ’e müteallıktır.

مُسْتَخْفٍ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

سَارِبٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سرب  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  سَوَٓاءٌ, mukaddem haberdir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası  اَسَرَّ الْقَوْلَ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Birinciye tezat nedeniyle atfedilen ikinci ism-i mevsûlün sılası  جَهَرَ بِه۪  de aynı üslupta gelmiştir.

Yine birinciye matuf olan üçüncü ism-i mevûlün sılası  هُوَ مُسْتَخْفٍ, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.

مُسْتَخْفٍ ’den sora  بِالَّيْلِ ’nin,  سَارِبٌ ’dan sonra da  بِالنَّهَارِ ’nin zikredilmesi, mübalağa kastıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

سَارِبٌ, tezat nedeniyle haber olan  مُسْتَخْفٍ ’e atfedilmiştir.

اَسَرَّ الْقَوْلَ  cümlesiyle  جَهَرَ بِه۪  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

سَارِبٌ -  مُسْتَخْفٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَسَرَّ - جَهَرَ ve مُسْتَخْفٍ - سَارِبٌ  ve بِالَّيْلِ - بِالنَّهَارِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Ayetteki üç  مَنْ harfi de ismi mevsûldür ve farklı şeyleri temsil ettiği için aralarında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

İnsanlar arasındaki gizlenenler, açıkça yürüyenler, sözü açıklayanlar ve gizleyenler önce eşitlikte birleştirilmiş, sonra her biri sayılmıştır. Bu cem' ma’at-taksim sanatıdır.

Burada muḳabele sanatına idmâc edilmiş bir mübalağa söz konusudur. Zira kullar için gizli sözle gizli olmayanın, gece gizlenenle gündüz ortaya çıkanın aynı olması mümkün değildir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

“İnsan, ister karanlıklar içinde gizlenmiş olsun isterse açıkça yollara düşmüş olsun; Allah Teâlâ bütün bu durumların hepsini ihata etmiş olarak bilir.” şeklindedir. İbni Abbas: “Bu, Allah kalplerin gizlediğini ve lisanların açıkça söylediğini bilir.” manasındadır derken, Mücahid: “Allah, gecenin karanlıkları içinde kötülüklere yönelen kimseyi de bilir, yine gündüzün ortasında bunları işleyen kimseyi de bilir.” demektedir. (Fahreddin er-Râzî) 

Ayetteki  سَوَٓاءٌ  kelimesi, iki kişiyi gerektirir.  سَوَٓاءٌ  masdardır; ذُو سَوَاءٍ “eşit olan, eşitlik sahibi” manasındadır. Bunun, ism-i fail olarak müstevî anlamında olması da muhtemeldir. Bu duruma göre burada bir takdir yapmaya gerek yoktur. (Fahreddin er-Râzî)

Allah, bundan önce bütün yaratılış aşamalarında insanın bütün hallerini bildiğini ve ilminin, gizli âlemi de açık âlemi de kuşattığını beyan buyurduktan sonra burada da insanların yaptıkları bütün fiilleri ve sözleri de bildiğini ve Kendi ilmine göre açık ile gizli arasında fark bulunmadığını beyan etmektedir.

Ayette gizli ve saklının önce zikredilmesi, O'nun sonsuz ilmini izhar etmek içindir. Yani sanki Allah, gizli ve saklı olan şeyleri açık olanlardan önce bilmektedir. Yoksa yukarıda belirtildiği gibi hakikatte O'nun ilmine göre hepsi eşittir. (Ebüssuûd)