بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَسْتَعْجِلُونَكَ | ve senden acele istiyorlar |
|
2 | بِالسَّيِّئَةِ | kötülüğü |
|
3 | قَبْلَ | önce |
|
4 | الْحَسَنَةِ | iyilikten |
|
5 | وَقَدْ | ve oysa |
|
6 | خَلَتْ | gelip geçti |
|
7 | مِنْ |
|
|
8 | قَبْلِهِمُ | onlardan önce |
|
9 | الْمَثُلَاتُ | benzerleri |
|
10 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
11 | رَبَّكَ | Rabbin |
|
12 | لَذُو | sahibidir |
|
13 | مَغْفِرَةٍ | mağfiret |
|
14 | لِلنَّاسِ | insanlar için |
|
15 | عَلَىٰ | karşı |
|
16 | ظُلْمِهِمْ | zulümlerine |
|
17 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
18 | رَبَّكَ | Rabbinin |
|
19 | لَشَدِيدُ | pek çetindir |
|
20 | الْعِقَابِ | azabı |
|
وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يَسْتَعْجِلُونَكَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كَ mefûlün bih olarak mahallen mansubdur.
بِالسَّيِّئَةِ car mecruru يَسْتَعْجِلُونَكَ fiiline müteallıktır.
قَبْلَ zaman zarfı, السَّيِّئَةِ ’in mahzuf haline müteallıktır. الْحَسَنَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. خَلَتْ fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir.
مِنْ قَبْلِهِمُ car mecruru خَلَتْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمَثُلَاتُ fail olup lafzen merfûdur.
يَسْتَعْجِلُونَكَ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi عجل ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzhalakadır.
اِنَّ ’nin haberi لَذُو مَغْفِرَةٍ ’dir ذُو harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti وَ ’dır.
مَغْفِرَةٍ muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.
لِلنَّاسِ car mecruru مَغْفِرَةٍ ’e müteallıktır. عَلٰى ظُلْمِهِمْ car mecruru لِلنَّاسِ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
رَبَّكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
شَد۪يدُ kelimesi إِنَّ ’nin haberidir. الْعِقَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُۜ
Ayet وَ ’la önceki ayetteki …أولئك الذين cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Âşûr ise 5. ayetteki وَاِنْ تَعْجَبْ cümlesine matuf olduğunu söylemiştir. Çünkü her iki cümle de vaîdi hafife almak, kibirlenmek ve inat gibi garip hallerini anlatmaktadır.
Hal olarak gelen وَقَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهِمُ الْمَثُلَاتُ cümlesi, tahkik harfi قَدْ ’la tekid edilmiştir. Müspet mazi fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
خلوُّ المثلات tabirinde istiare vardır. Bununla kastedilen, onlardan önce ümmetlerin başlarına gelen ibretlik azap örneklerinin önlerinden gelip geçmesidir. Arapların خَلَتْ اَلدَّارُ (ev boşaldı) sözleri, “sakinleri evden geçip gittiler/ev sakinlerinden boşaldı/sakinleri evi boşaltıp onu boş bıraktılar” demektir. Yine Arapların اَلْقُرُونَ اَلْخَالِيَّةَ (boşalan asırlar) ifadesi de “geçmiş asırlar” demektir. Halbuki gerçek manada azap ve cezalar geçip gitmez, sadece onlarla cezalandırılan, onlara çarpılan kişiler geçip giderler. O yüzden bu ifadeyle ibret almaları, benzerini yapmaktan sakınmaları için sanki onlara kendilerinden önce meydana gelmiş azap ve cezalar hatırlatılmış olmaktadır. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
الْمَثُلَاتُ cezalandırılan kimsede iz bırakan bir ukubettir. Bu da, kendisinden ötürü bedende çirkin bir izin kalmış olduğu bir tağyir ve değişiklik yapmaktır. Bu deyim Arapların bir kimse bir başkasının kulağını, burnunu kesmek, gözlerini oymak ve karnını deşmek suretiyle, bir başkasının şeklini ve suratını değiştirdiğinde kullandıkları tabirden alınmıştır. Arapçada, bedendeki bu devamlı utanç verici ve hiç gitmeyen ize “müsle” denilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)
قَبْلَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْۚ وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ
Cümle وَ ’la يَسْتَعْجِلُونَكَ ’ye atfedilmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekit ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبَّكَ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan كَ zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
اِنَّ ’nin haberi لَذُو مَغْفِرَةٍ şeklinde izafet terkibiyle marife gelerek bu vasfın kemal derecede olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca izafet az sözle çok anlam ifade etme yollarından biridir.
مَغْفِرَةٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Mağfiret, Kur’an’da bağışlama talebi dışında; mağfireti haber verme ve ona davet etme makamında da zikredilmektedir. Bu ayette de bu şekilde kullanılmıştır. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 1, s. 392)
وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو مَغْفِرَةٍ لِلنَّاسِ عَلٰى ظُلْمِهِمْ [Gerçekten Rabbin, zulümlerine rağmen insanlar için mağfiret sahibidir demekle yetinmemiş, bunun peşinden, “Rabbinin ikâbı da cidden çetindir.” buyurmuştur. Binaenaleyh birinci cümleyi, büyük günah sahipleriyle ilgili, ikinci cümleyi de kâfirlerin durumlarıyla ilgili saymak gerekir.] (Fahreddin er-Râzî)
Aynı üslupta gelerek öncesine atfedilen وَاِنَّ رَبَّكَ لَشَد۪يدُ الْعِقَابِ cümlesi, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla rububiyet vasfının öne çıktığı Rabb isminde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاِنَّ رَبَّكَ…. cümlesi ve sonraki ona atfedilen cümle hal cümleleridir. Rabbin günahkârlara ve kâfirlere karşı tutumunun belirtildiği bu cümleler, manayı tamamlamak, pekiştirmek gayesiyle yapılmış ıtnâbtır.
السَّيِّئَةِ - الْحَسَنَةِ ve مَغْفِرَةٍ - الْعِقَابِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
عَلى ظُلْمِهِمْ izafetindeki عَلى harfi مَعَ manasındadır. (Âşûr)
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَقُولُ | ve diyorlar ki |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
4 | لَوْلَا | değil miydi? |
|
5 | أُنْزِلَ | indirmeli |
|
6 | عَلَيْهِ | ona |
|
7 | ايَةٌ | bir ayet |
|
8 | مِنْ | -nden |
|
9 | رَبِّهِ | Rabbi- |
|
10 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
11 | أَنْتَ | sen |
|
12 | مُنْذِرٌ | bir uyarıcısın |
|
13 | وَلِكُلِّ | ve hepsi için vardır |
|
14 | قَوْمٍ | toplumun |
|
15 | هَادٍ | bir yol göstericisi |
|
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَقُولُ merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ ’dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْلَا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni, meçhul mebni mazi fiildir.
عَلَيْهِ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır. اٰيَةٌ naib-i fail olup lafzen merfûdur. مِنْ رَبِّه۪ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟
اِنَّمَا, kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki مَا harfidir. اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُنْذِرٌ haber olup lafzen merfûdur.
وَ atıf harfidir. لِكُلِّ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. قَوْمٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
هَادٍ۟ muahhar mübteda olup mahzuf elif üzere mukadder damme ile merfûdur.
هَادٍ۟ kelimesi ism-i mankustur.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere mankus isimler denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir:
a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ
Ayet …وَاِنَّ رَبَّكَ لَذُو cümlesine matuftur.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan كَفَرُوا müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedün ileyhin ismi mevsûlle marife kılınması onların adını yahut sıfatlarını açıkça söylemekten imtina edilmesi sebebiyle olabilir.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavline dahil olan لَوْلَٓا harfi, bu cümlede هلا manasındadır.
Tahdid harfi لَوْلَٓا ’nın dahil olduğu cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَوْلاَ “meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak ‘teşvik’ anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
اٰيَةٌ ’un nekre gelişi nev ve tazim ifade eder.
رَبِّه۪ izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.
Burada zamir yerine ismi mevsûl gelmesi küfürlerini daha kuvvetli bir şekilde tescil etmek içindir. Ayrıca böylece sözlerinin sebebine de işaret edilmiştir. (Âşûr)
اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُنْذِرٌ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasır, mübteda ve haber arasındadır.
اَنْت mevsûf ve maksûr, نَذ۪يرٌ sıfat ve maksurun aleyhtir. Kasrı mevsuf ale’s sıfattır. İzafi kasırdır.
اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah Teâlâ, Peygamber Efendimizin uyarıcı vasfını öne çıkararak مُنْذِرٌ oluşunu, اِنَّـمَٓا kasr edatıyla tekitli olarak buyurmuştur.
Makabline matuf olan وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ۟ cümlesinde takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. لِكُلِّ قَوْمٍ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Mübteda olan هَادٍ۟ ’deki tenvin tazim, قَوْمٍ ’in tenkiri ise, teksir ifade eder.
هَادٍ۟ - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
اَنْتَ - كَفَرُوا kelimeleri arasında gaipten muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Ayette kâfirler ile Hz. Peygamberin birbirlerine ne kadar uzak oldukları görülmektedir. Kâfirlerin Hz. Peygamberi kendilerine muhatap almamalarına karşılık, Allah Teâlâ Hz. Peygamberi kendine muhatap olarak almış, bir anlamda teselli etmiş ve peygamberliğini tekit etmiştir. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Allah Teâlâ, kâfirlerin önce haşri ve neşri inkâr etmelerinden ötürü, Hz. Peygamberin nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını; ikinci olarak, Hz. Peygamberin (sav) onları uyardığı, başlarına gelecek ve köklerini kazıyacak bir azabın inmesine dair bildirdiği şeyin doğruluğunu inkâr ettikleri için yine onun nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını; üçüncü olarak da ondan mucize ve deliller istemek sureti ile nübüvvetini inkâr etmiş olduklarını anlatmıştır. İşte bu ayette anlatılan, bu üçüncü husustur. (Fahreddin er-Râzî)
Onların “kâfirler” olarak ifade edilmeleri, kendilerini zemmetmek ve karşısında sağır dağların bile secdeye kapandığı Allah'ın o büyük ayetlerini inkâr etmelerini teşhir etmektir. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ aslında onları إنَّما أنْتَ مُنْذِرٌ sözüyle reddetmiştir. Bu ifadede Nebiyi inzar sıfatına kasretmiştir. Bu kasr izafîdir. Yani “Sen sadece uyarıcısın, mucize yaratıcı değilsin.” demektir. Bu yüzden kasr inzar açısındandır, insan oluşu bakımından değildir. Çünkü izafî kasr müşrikler karşısındaki haline nispetledir. (Âşûr)
اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | يَعْلَمُ | bilir |
|
3 | مَا | neyi |
|
4 | تَحْمِلُ | yüklendiğini |
|
5 | كُلُّ | her |
|
6 | أُنْثَىٰ | dişinin |
|
7 | وَمَا | ve neyi |
|
8 | تَغِيضُ | eksilttiğini |
|
9 | الْأَرْحَامُ | rahimlerin |
|
10 | وَمَا | ve neyi |
|
11 | تَزْدَادُ | artırdığını |
|
12 | وَكُلُّ | ve her |
|
13 | شَيْءٍ | şey |
|
14 | عِنْدَهُ | onun yanında |
|
15 | بِمِقْدَارٍ | bir ölçü iledir |
|
Riyazus Salihin, 30 Nolu Hadis
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in azadlısı, dostu ve dostunun oğlu olan Ebû Zeyd Üsâme İbni Zeyd İbni Hârise radıyallahu anhümâ’dan nakledildiğine göre o şöyle dedi:
Kızı (Zeynep), Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e: – Oğlum ölmek üzeredir, lütfen bize kadar geliniz, diye haber gönderdi. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:“Alan da veren de Allah’tır. O’nun katında her şeyin belli bir vakti vardır. Sabretsin ve ecrini Allah’tan beklesin”, buyurarak kızına selâm gönderdi.
Bunun üzerine Kızı, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e;
Ne olur, mutlaka gelsin, diye tekrar haber yolladı. Bu defa Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında Sa’d İbni Ubâde, Muâz İbni Cebel, Übeyy İbni Kâ’b, Zeyd İbni Sâbit ve başka bazı sahâbîler olduğu halde kalkıp kızına gitti. Çocuğu Hz. Peygamber’e verdiler, kucağına aldı. Yavrucak pek zor nefes almaktaydı. Resûlullah’ın gözlerinden yaşlar boşandı.
Durumu gören Sa’d İbni Ubâde:
Ey Allah’ın Resûlü, bu ne haldir? dedi. Nebî sallallahu aleyhi ve sellem de:
“Bu, Allah’ın, kullarının kalbine koymuş olduğu merhamet duygusudur” buyurdu.اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَعْلَمُ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfudur. يَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَحْمِلُ merfû muzari fiildir. كُلُّ fail olup lafzen merfûdur. اُنْثٰى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
مَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ cümlesi atıf harfi وَ ’la öncesine matuftur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَغ۪يضُ merfû muzari fiildir. الْاَرْحَامُ fail olup lafzen merfûdur.
وَمَا تَزْدَادُ cümlesi atıf harfi وَ ’la öncesine matuftur. Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası تَزْدَادُ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
تَزْدَادُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
تَزْدَادُ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi زيد ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. كُلُّ mübteda olup lafzen merfûdur. شَيْءٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عِنْدَهُ mekân zarfı, كُلُّ ’un veya شَيْءٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. بِمِقْدَارٍ car mecruru كُلُّ ’un mahzuf haberine müteallıktır.اَللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ اُنْثٰى وَمَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi zamana dikkat çeker ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Medih makamında oluşu istimrar manasına da işaret eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Sılası olan تَحْمِلُ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki ikinci ve üçüncü mevsûller, birinciye temâsül nedeniyle atfedilmiştir.
Mevsûllerin sılaları muzari fiille gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmişlerdir.
تَغ۪يضُ - تَزْدَادُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. Ayrıca bu cümlelerde mukabele sanatı vardır.
تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ ifadesi hayranlık verici bir istiaredir. Çünkü gerçek anlamda غ۪يضُ ile sadece su nitelenir ve غاض الماء ve ُغِضْتُه (su kesildi, onu eksiltirim) denir. Ancak nutfeye su ismi verilince rahimlerin mekânlarında eksiltme yapmak ve o mekânları kapsamakla nitelenmesi caiz olmuştur ki rahimlerin o sudan eksilttiği şey “alaka (sperm)”, sonra bir et çiğnemi, daha sonra biçimlenmiş bir canlı haline dönüşmek suretiyle (cenin olarak) artıp gelişmesine sebep oluyor. İşte (Allah)’ın, مَا تَزْدَادُ (rahimlerin artırdığı şeyler) sözünün manası budur. Yine denildiğine göre مَا تَغ۪يضُ الْاَرْحَامُ (rahimlerin eksilttikleri şeyler) ifadesinin anlamı, “alakaları düşürerek yaratılanı (cenini açığa) çıkararak eksilttikleri şeyler”dir. مَا تَزْدَادُ (artırdıkları) ifadesinin anlamı ise “yaratılanı (bebeği) tam ve kâmil hale geldiği için doğurdukları” demektir. Şu halde buradaki الْغ۪يضُ eksilmek/eksiltmek, الإزْدياد ise tam olmak/tamamlamaktan ibaret olur. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Ayetteki ilk مَا harfi, ismi mevsûl veya soru harfidir. Mana; ismi mevsûl olursa “taşıdıkları şeyi bilir”, soru harfi olursa “ne taşıdıklarını bilir” olur. Her iki manayı da ihtiva edebilmesi tevcih sanatıdır.
Ayetteki ما edatları, ya ism-i mevsûl ya da masdariyyedir. İsm-i mevsûl oluşlarına göre mana: “Allah her dişinin gebe olduğu çocuğun hangi cinsten yani erkek mi dişi mi, tam mı yoksa noksan mı, güzel mi yoksa çirkin mi, uzun mu yoksa kısa mı olacağını ve mevcut ve ileride ortaya çıkacak hallerini bilir.” şeklinde olur. غيض masdarı, fiili müteaddi veya lâzım sayılsın “noksanlık” manasınadır.
وَمَا تَغٖيضُهُ الْاَرْحَامُ [Rahimlerin neyi zayi ettiğini bilir.] manası kastedilmiştir. Fakat ه zamiri mahzuftur. (Fahreddin er-Râzî)
وَكُلُّ شَيْءٍ عِنْدَهُ بِمِقْدَارٍ
Ayetin son cümlesi istînafiyeye matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mekân zarfı عِنْدَهُ, mübteda olan كُلُّ ’nün mahzuf sıfatına, بِمِقْدَارٍ ise mahzuf habere müteallıktır.
شَيْءٍ ’deki tenvin kesret, tazim ve nev, بِمِقْدَارٍ ’deki tenvin ise tazim ifade eder.
Veciz ifade kastına matuf عِنْدَهُ izafeti muzâfı tazim içindir.
بِمِقْدَارٍ - تَزْدَادُ - تَغ۪يضُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ
عَالِمُ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو şeklindedir. الْغَيْبِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الشَّهَادَةِ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْغَيْبِ ’ye matuftur.
الْكَب۪يرُ kelimesi ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. الْمُتَعَالِ üçüncü haber olup mahzuf ي üzere mukadder damme ile merfûdur.
عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَالِمُ takdiri هو olan mahzuf mübtedanın haberidir. Mahzufla birlikte cümle sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned veciz ifade için izafetle gelmiştir.
الْكَب۪يرُ, marife gelmiş ikinci الْمُتَعَالِ ise üçüncü haberdir
الْكَب۪يرُ ve الْمُتَعَالِ sıfatlarının mekân ve zamandan münezzeh olan Allah Teâlâ’ya isnadı mecazî üsluptur.
Malum olduğu üzere masdarla vasıflanmak mübalağa ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 4, s. 112)
الْمُتَعَالِ kelimesi, humasî تعالى fiilinin ism-i failidir. Kelimenin aslı المتعالِو ’dur. Kelimedeki kesra, hafiflik için hazfedilen ي ’ye işarettir.
الْغَيْبِ - الشَّهَادَةِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Burada müsnedün ileyhin Allah Teâlâ olduğu o kadar açıktır ki zikretmeye gerek olmamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَالِمُ sıfatının iki masdara muzâf oluşu, bu masdarlardaki özelliği bilmenin en son derecesini ifade eder.
عَالِمُ - الشَّهَادَةِ ve الْكَب۪يرُ - الْمُتَعَالِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
Vâhidî: “Buradaki الْغَيْبِ kelimesi, الغائب (kaybolan, gaip olan) manası kastedilen bir masdardır. الشَّهَادَةِ kelimesiyle de شاهد manası murad edilmiştir.” demiştir. Alimler, الغائب ve شاهد ile neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları: “الغائب, malum olan, şahit de mevcut olandır” demişlerdir. Bazıları da: “الغائب, hislerden, idrakten uzak olan; شاهد ise hazır ve mevcut olandır.” demiştir. Diğer bazıları ise: “الغائب, insanların bilmediği; شاهد de bildiği şeylerdir.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | سَوَاءٌ | birdir |
|
2 | مِنْكُمْ | aranızdan |
|
3 | مَنْ | kimse |
|
4 | أَسَرَّ | gizleyen |
|
5 | الْقَوْلَ | sözü |
|
6 | وَمَنْ | ve kimse |
|
7 | جَهَرَ | açık (söyleyen) |
|
8 | بِهِ | onu |
|
9 | وَمَنْ | ve kimse |
|
10 | هُوَ | o |
|
11 | مُسْتَخْفٍ | gizlenendir |
|
12 | بِاللَّيْلِ | geceleyin |
|
13 | وَسَارِبٌ | ve görünendir |
|
14 | بِالنَّهَارِ | gündüzün |
|
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
سَوَٓاءٌ mukaddem haber olup lafzen merfûdur. مِنْكُمْ car mecruru مستو manasında olan سَوَٓاءٌ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَسَرَّ الْقَوْلَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَسَرَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. الْقَوْلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَهَرَ بِه۪ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ مُسْتَخْفٍ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُسْتَخْفٍ haber olup mahzuf ى üzerine mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالَّيْلِ car mecruru مُسْتَخْفٍ ’ye müteallıktır.
سَارِبٌ kelimesi atıf harfi وَ ’la مُسْتَخْفٍ ’e matuftur. بِالنَّهَارِ car mecruru مُسْتَخْفٍ ’e müteallıktır.
مُسْتَخْفٍ sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.
سَارِبٌ kelimesi sülâsî mücerred olan سرب fiilinin çoğul ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوَٓاءٌ مِنْكُمْ مَنْ اَسَرَّ الْقَوْلَ وَمَنْ جَهَرَ بِه۪ وَمَنْ هُوَ مُسْتَخْفٍ بِالَّيْلِ وَسَارِبٌ بِالنَّهَارِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. سَوَٓاءٌ, mukaddem haberdir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası اَسَرَّ الْقَوْلَ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Birinciye tezat nedeniyle atfedilen ikinci ism-i mevsûlün sılası جَهَرَ بِه۪ de aynı üslupta gelmiştir.
Yine birinciye matuf olan üçüncü ism-i mevûlün sılası هُوَ مُسْتَخْفٍ, sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir.
مُسْتَخْفٍ ’den sora بِالَّيْلِ ’nin, سَارِبٌ ’dan sonra da بِالنَّهَارِ ’nin zikredilmesi, mübalağa kastıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.
سَارِبٌ, tezat nedeniyle haber olan مُسْتَخْفٍ ’e atfedilmiştir.
اَسَرَّ الْقَوْلَ cümlesiyle جَهَرَ بِه۪ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
سَارِبٌ - مُسْتَخْفٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَسَرَّ - جَهَرَ ve مُسْتَخْفٍ - سَارِبٌ ve بِالَّيْلِ - بِالنَّهَارِ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayetteki üç مَنْ harfi de ismi mevsûldür ve farklı şeyleri temsil ettiği için aralarında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
İnsanlar arasındaki gizlenenler, açıkça yürüyenler, sözü açıklayanlar ve gizleyenler önce eşitlikte birleştirilmiş, sonra her biri sayılmıştır. Bu cem' ma’at-taksim sanatıdır.
Burada muḳabele sanatına idmâc edilmiş bir mübalağa söz konusudur. Zira kullar için gizli sözle gizli olmayanın, gece gizlenenle gündüz ortaya çıkanın aynı olması mümkün değildir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
“İnsan, ister karanlıklar içinde gizlenmiş olsun isterse açıkça yollara düşmüş olsun; Allah Teâlâ bütün bu durumların hepsini ihata etmiş olarak bilir.” şeklindedir. İbni Abbas: “Bu, Allah kalplerin gizlediğini ve lisanların açıkça söylediğini bilir.” manasındadır derken, Mücahid: “Allah, gecenin karanlıkları içinde kötülüklere yönelen kimseyi de bilir, yine gündüzün ortasında bunları işleyen kimseyi de bilir.” demektedir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki سَوَٓاءٌ kelimesi, iki kişiyi gerektirir. سَوَٓاءٌ masdardır; ذُو سَوَاءٍ “eşit olan, eşitlik sahibi” manasındadır. Bunun, ism-i fail olarak müstevî anlamında olması da muhtemeldir. Bu duruma göre burada bir takdir yapmaya gerek yoktur. (Fahreddin er-Râzî)
Allah, bundan önce bütün yaratılış aşamalarında insanın bütün hallerini bildiğini ve ilminin, gizli âlemi de açık âlemi de kuşattığını beyan buyurduktan sonra burada da insanların yaptıkları bütün fiilleri ve sözleri de bildiğini ve Kendi ilmine göre açık ile gizli arasında fark bulunmadığını beyan etmektedir.
Ayette gizli ve saklının önce zikredilmesi, O'nun sonsuz ilmini izhar etmek içindir. Yani sanki Allah, gizli ve saklı olan şeyleri açık olanlardan önce bilmektedir. Yoksa yukarıda belirtildiği gibi hakikatte O'nun ilmine göre hepsi eşittir. (Ebüssuûd)
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَهُ | O(insa)nın vardır |
|
2 | مُعَقِّبَاتٌ | izleyenler |
|
3 | مِنْ |
|
|
4 | بَيْنِ |
|
|
5 | يَدَيْهِ | önünden |
|
6 | وَمِنْ | ve |
|
7 | خَلْفِهِ | arkasından |
|
8 | يَحْفَظُونَهُ | onu korurlar |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | أَمْرِ | emrinden |
|
11 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
12 | إِنَّ | şüphesiz |
|
13 | اللَّهَ | Allah |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يُغَيِّرُ | (durumlarını) değiştirmez |
|
16 | مَا |
|
|
17 | بِقَوْمٍ | bir milet |
|
18 | حَتَّىٰ | sürece |
|
19 | يُغَيِّرُوا | değiştirmediği |
|
20 | مَا |
|
|
21 | بِأَنْفُسِهِمْ | kendi (durumlarını) |
|
22 | وَإِذَا | zaman |
|
23 | أَرَادَ | istediği |
|
24 | اللَّهُ | Allah |
|
25 | بِقَوْمٍ | bir kavme |
|
26 | سُوءًا | kötülük |
|
27 | فَلَا | artık yoktur |
|
28 | مَرَدَّ | geri çevirecek |
|
29 | لَهُ | onu |
|
30 | وَمَا | zaten yoktur |
|
31 | لَهُمْ | onların |
|
32 | مِنْ |
|
|
33 | دُونِهِ | O’ndan başka |
|
34 | مِنْ |
|
|
35 | وَالٍ | koruyucuları |
|
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ
لَهُ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مُعَقِّبَاتٌ muahhar mübtedadır.
مِنْ بَيْنِ mekân zarfı, مُعَقِّبَاتٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
يَدَيْهِ muzâfun ileyh olup müsenna olduğu için ي ile mecrurdur. يَدَي ’in sonundaki نَ izafetten dolayı hazf edilmiştir.
Muttasıl zamir هِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَمِنْ خَلْفِه۪ cümlesi atıf harfi وَ ’la مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ ’ye matuftur.
يَحْفَظُونَهُ fiili, مُعَقِّبَاتٌ ’un diğer bir sıfatı olarak mahallen merfûdur.
يَحْفَظُونَهُ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ اَمْرِ car mecruru يَحْفَظُونَهُ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مُعَقِّبَاتٌ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَا يُغَيِّرُ fiili, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُغَيِّرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِقَوْمٍ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. يُغَيِّرُوا muzari fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde يُغَيِّرُوا fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vâv-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُغَيِّرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. بِاَنْفُسِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُغَيِّرُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsisi غير ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. Cümleye muzâf olur. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a. إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b. إِذَا nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi şeklinde gelir. Cevabın başına (ف)’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır. (Bk. Meczum muzariler, Cümle Kuruluşu, s. 114, 118)
c. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَرَادَ اللّٰهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. بِقَوْمٍ car mecruru سُٓوءاً ’in mahzuf haline müteallıktır.
سُٓوءاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَا cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.
مَرَدَّ kelimesi لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.
لَهُ car mecruru لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ دُونِ car mecruru وَالٍ ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. وَالٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَالٍ mahzuf ى üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere mankus isimler denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri irab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَالٍ kelimesi sülâsî mücerred olan ولي fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. لَهُ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مُعَقِّبَاتٌ, muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelam olan يَحْفَظُونَهُ مِنْ اَمْرِ اللّٰهِۜ cümlesi مُعَقِّبَاتٌ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَمْرِ اللّٰهِۜ izafetinde, اَمْرِ kelimesinin Allah lafzına izafesi, onun şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
مُعَقِّبَاتٌ kelimesinin müennes gelişi mübalağa ifade eder.
مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ - وَمِنْ خَلْفِه۪ ibareleri arasında mukabele sanatı vardır.
Ayetteki مُعَقِّبَاتٌ [izleyenler], sultanın çevresindeki muhafızlardır. Zannınca onlar insanı Allah’ın emrinden korumaktadırlar. Bu ifade, tehekküm (alay) olarak gelmiştir. Zira Allah’ın emri geldiği zaman gerçekte onu koruyamazlar. (Zemahşerî, el-Keşşâf)
Bil ki لَهُ kelimesindeki zamir, geçen ayetteki “Sizden, sözünü açıkça söyleyen de” ifadesindeki مَنْ ism-i mevsûllerine racidir. Bu durumda ayet-i kerimede muhatap çoğul zamirden müfred gaib zamire iltifat vardır. Bunun, 8. ayette geçen lafza-i celâle raci olduğu da söylenmiştir. Buna göre mana, “Allah’ın takipçi (melekleri) var” şeklinde olur. Alimlerin çoğunun benimsediği meşhur görüşe göre bununla “hafaza melekleri” kastedilmiştir. Ahfeş’in görüşüne göre bu takip işi o meleklerce çokça yapıldığı için (bunu ifade eden) مُعَقِّبَاتٌ kelimesi müennes olarak kullanılmıştır. Mesela, aslında müzekker oldukları halde نَسَّابٌ (neseb alimi) ve علام (çok bilgin) kelimeleri de müennes olarak kullanılmıştır. (Fahreddin er-Râzî)
Bil ki لَهُ kelimesindeki zamir, geçen ayetteki “Sizden, sözünü gizlesen de açıkça söylesen de” ifadesindeki من ism-i mevsûllerine racidir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetteki, مُعَقِّبَاتٌ kelimesinin aslının, مُتَعَقِّبَاتٌ şeklinde olması mümkündür. Buna göre te harfi kâf harfine idgam edilmiştir. مُعَقِّبَ kelimesinin, “peşinden giden, takip eden” manasına olması da muhtemeldir. O halde herşeyin مُعَقِّبَ onu takip eden, ondan sonra gelen şey demektir. Alimlerin çoğunun benimsediği görüşe göre bununla “hafaza melekleri” kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتّٰى يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ
Ta’liliye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. İsim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ile tekid edilmiştir.
Cümlenin müsnedi menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celalle marife olması telezüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde muhabbet ve mehabet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekit ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
لَا يُغَيِّرُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. بِقَوْمٍ bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Gaye ve cer harfi حَتّٰى ’nın gizli ان ’le masdara çevirdiği يُغَيِّرُوا مَا بِاَنْفُسِهِمْۜ cümlesi, masdar teviliyle لَا يُغَيِّرُ fiiline müteallıktır.
يُغَيِّرُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. بِاَنْفُسِهِمْ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.
لَا يُغَيِّرُوا - يُغَيِّرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَاِذَٓا اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ
وَ, atıf harfidir. Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi اَرَادَ اللّٰهُ بِقَوْمٍ سُٓوءاً, müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyhi konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celalle marife olması telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün, illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Şartın cevabı فَ karinesiyle gelen فَلَا مَرَدَّ لَهُۚ, cinsini nefyeden لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip faide-i haber ibtidaî kelamdır.
سُٓوءاً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder. بِقَوْمٍ ’deki tenvin ise herhangi bir nev manasındadır.
Şartın cevabına matuf olan son cümle وَمَا لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَالٍ, sübut ifade eden menfi isim cümlesidir. İsim cümlesi, zaid harf ve takdim kasrı olmak üzere dört unsurla tekid edilen, faide-i haber inkârî kelamdır. (Kasır 2 tekid yerindedir.)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. مَا لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Cümledeki takdim kasr ifade etmiştir. Onlara Allah’tan başka hiç bir yardımcı olmadığı tekitli bir dille ifade edilmiştir.
مِنْ دُونِه۪ izafeti, gayrının tahkiri içindir.
وَالٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Zaid مِنْ harfinin dahil olduğu وَالٍ muahhar mübtedadır. Bu zaid harf kelimeye hiçbir manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre, selbin umumuna işaret eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مُعَقِّبَاتٌ ,يَحْفَظُونَهُ ,وَالٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, بِقَوْمٍ ve مِنْ ’lerin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bu kelâm, delâlet ediyor ki Allah'ın (cc) muradının gerçekleşmemesi imkânsızdır. Yine bu kelam zımnen bildiriyor ki onlar doğrudan doğruya ölümden sonra dirilmeyi inkâr etmek, cezanın acilen gelmesini istemek ve başkaca mucizeler dilemekle, kendilerindeki fıtratı değiştirmişler ve bundan dolayı da Allah'ın gazabına ve azabına müstahak olmuşlardır. (Ebüssuûd)
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ
ق Beraqa : بَرْقٌ bulutta aniden gözüken parıldamayı ifade eder. Ayrıca بَرِقَ ve بَرَقَ fiilleri korkudan açılıp kapanan ve dönen gözler için kullanılır. Bu köke ait بُراقٌ sözcüğünün Reslulullah’ın Mirac’a çıkarken bindiği binek olduğu söylenmiştir. Bunun keyfiyetini ise en iyi Allah bilir. إبْرِيقٌ ise bilinen ibrik demektir. O bu adı içi boş olduğunda parlıyor olmasından almıştır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri berk, berrak ve Burak’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
سحب Sehabe : سَحْبٌ kelimesi temelde sürüklemek ve çekmek anlamına gelir. Bulut ve bulutlar demek olan سَحابٌ sözcüğü de buradan alınmıştır. Bulutların bu ismi alması ya rüzgarın onu sürüklemesinden ya da onun suyu taşımasındandır. Son olarak سَحابٌ içinde su bulunsun ya da bulunmasın buluttur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
يُر۪يكُمُ fiili, ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْبَرْقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
خَوْفاً kelimesi يُر۪يكُمُ ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur. طَمَعاً kelimesi atıf harfi وَ ’la خَوْفاً ’e müteallıktır.
وَ atıf harfidir. يُنْشِئُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. السَّحَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الثِّقَالَ kelimesi السَّحَابَ ’nin sıfatıdır.
يُنْشِئُ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. babındadır. Sülâsîsi نشأ ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هُوَ الَّذ۪ي يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ خَوْفاً وَطَمَعاً وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf babında hakiki kasrdır. (Âşûr, Enam Suresi, 2)
Haber konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası يُر۪يكُمُ الْبَرْقَ cümlesi, muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
Aynı üslupta gelen وَيُنْشِئُ السَّحَابَ الثِّقَالَۚ cümlesi, sıla cümlesine matuftur.
Cümlede taksim sanatı vardır. Şimşek görülünce ya yıldırım korkusu ya da yağmur umudu olur; bunda üçüncü bir ihtimal yoktur. Dolayısıyla burada şimşek görüldüğünde oluşan durumlar tam olarak sayılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
خَوْفاً وَطَمَعاً kelimeleri, الْبَرْقَ (şimşek) kelimesinden hal olarak mansubdurlar. Bu durumda, şimşeğin bizzat kendisi korku ve ümid olmuş olur. Buna göre bunların takdiri ya, “korku ve ümit sahibi” yahut da “korkutarak ve ümit vererek” şeklinde olur. Veya bu iki kelime, muhatapların hali olarak mansubdur yani “onlar korkarak ve ümit ederek” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
الثِّقَالَۚ kelimesi الثِّقَيلَۚ ’nin çoğuludur, buluta böyle sıfat verilmesi السَّحَابَ ’ın cemi’ manasına ism-i cins olmasındandır. (Beydâvî)
الْبَرْقَ ve السَّحَابَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
خَوْفاً (korku) ile طَمَعاً (ümit) kelimeleri arasında terşîh-i tıbak sanatı vardır. Tıbâkı hafî ve taksim sanatı bir aradadır. Şimşek çaktığında oluşan iki duygu ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Korkunun ümitten önce zikredilmesi, korku konusunun, kişinin nefsi veya hazırlanmış rızkı olması sebebiyledir. Umut konusu ise beklenen rızıktır. (Ebüssuûd)
Gök gürültüsünün sesi çok şiddetli olduğu için işitenler için bir ibret olarak zikredilmiştir. Gök gürültüsü aklen Allah’ın müşriklerin O’na şirk koşma iddialarından münezzeh olduğuna delalet eder. Bu delalet Allah’ın şirkten münezzeh olduğunu gösterir. Allah Teâlâ gök gürültüsü sesini şirkten münezzehliğine delil olarak göstermiştir. Tesbihin gök gürültüsüne isnadı aklî mecazdır. Ya da burada mekni istiare düşünülebilir. Gök gürültüsü Allah’ı tesbih eden bir insana benzetilmiş, müşebbehün bih ile alakalı bir özellik olan tesbih yani subhanallah deme fiili gök gürültüsüne isnad edilmiştir. (Âşûr)
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيُسَبِّحُ | ve tesbih ederler |
|
2 | الرَّعْدُ | gök gürültüsü |
|
3 | بِحَمْدِهِ | onun övgüsüyle |
|
4 | وَالْمَلَائِكَةُ | ve melekler |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | خِيفَتِهِ | korkusundan |
|
7 | وَيُرْسِلُ | ve gönderir |
|
8 | الصَّوَاعِقَ | yıldırımlar |
|
9 | فَيُصِيبُ | çarpar |
|
10 | بِهَا | onlarla |
|
11 | مَنْ | kimseyi |
|
12 | يَشَاءُ | dilediği |
|
13 | وَهُمْ | ve onlar |
|
14 | يُجَادِلُونَ | tartışmaktadırlar |
|
15 | فِي | hakkında |
|
16 | اللَّهِ | Allah |
|
17 | وَهُوَ | ve O’nun |
|
18 | شَدِيدُ | pek çetindir |
|
19 | الْمِحَالِ | tuzağı (cezası) |
|
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يُسَبِّحُ merfû muzari fiildir. الرَّعْدُ fail olup lafzen merfûdur.
بِحَمْدِه۪ car mecruru يُسَبِّحُ fiiline müteallıktır.
الْمَلٰٓئِكَةُ kelimesi atıf harfi وَ ’la الرَّعْدُ ’ye matuftur. مِنْ خ۪يفَتِه۪ car mecruru يُسَبِّحُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri sebebiyyedir.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُسَبِّحُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi سبح ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. يُرْسِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
الصَّوَاعِقَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُص۪يبُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. بِهَا car mecruru يُص۪يبُ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Fiilin mef’ûlu mahzuftur. Takdiri, إصابته (Ona isabet etti.) şeklindedir.
وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِ cümlesi müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in hali olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُجَادِلُونَ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُجَادِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فِي اللّٰهِ car mecruru يُجَادِلُونَ fiiline müteallıktır.
يُص۪يبُ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi صوب ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
يُجَادِلُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi جدل ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ
Cümle lafza-i celâlin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. شَد۪يدُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. الْمِحَالِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ بِحَمْدِه۪ وَالْمَلٰٓئِكَةُ مِنْ خ۪يفَتِه۪ۚ وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ
Önceki ayetteki … يُر۪يكُمُ cümlesine matuf ayetin ilk cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَيُرْسِلُ الصَّوَاعِقَ cümlesi ve فَيُص۪يبُ بِهَا مَنْ يَشَٓاءُ cümlesi, makabline matuftur. يُص۪يبُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası يَشَٓاءُ da, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette ismi mevsûl مَنْ ve harf-i cer olan مِنْ arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
وَيُسَبِّحُ الرَّعْدُ ifadesinde istiare vardır. Çünkü tesbih etmek (tesbih) asıl anlamı itibarıyla “Yüce Allah’ı, yaratılmışlara benzetmekten tenzih etmek, şüpheden, kirli işlerden ve çirkin fiillerden uzak görmektir.” Bunun ise bulut kümelerinin birbirleriyle çarpışmasıyla oluşan gök gürültüsünden (الرَّعْدُ) sadır olması mümkün değildir. Allahu a’lem, bu tabirle kastedilen mana şudur: Gök gürlemesi sesleri Yüce Allah’ın kudretinin büyüklüğüne ve O’nun (ilâhi) kudrete bağlı yaratılmışlara ve (ilâhi) tedbirle yönetilen varlıkların niteliklerine benzemekten uzak olduğuna ilişkin delaleti güçlendirir.
“Gök gürültüsü O’nu hamd ile tesbih eder.” ifadesinin anlamı şöyle de olabilir: “Gök gürültüsünü işittikleri anda insanlar Allah Teâlâ’yı tesbih etmek zorunda kalırlar.” Bundan dolayı gök gürültüsünün tesbih eder olmakla nitelenmesi güzel düşmüştür. Çünkü bu durumda insanların tesbih etmesinin sebebi gök gürültüsüdür. Bu, Araplarda bilinen bir ifade tarzıdır. (Bu son yoruma göre gerçekte tesbihi insanlar yaptığı halde onun sebebine yani gök gürültüsüne isnad edilmesi, sebebiyle ilgisi ile akli/ isnâdi mecaz olur.) (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
Buradaki muhataplar da “Korku ve ümit için size o şimşeği gösteren…” ayetindeki muhataplardır. Onlara hitap kipi ile hitap edilmemesi, hitap derecesinden düşürüldüklerini, onlardan yüz çevrildiğini zımnen bildirmek ve hitaba ehil olan herkese bunların cinayetlerini saymak içindir. (Ebüssuûd)
وَهُمْ يُجَادِلُونَ فِي اللّٰهِۚ وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ
وَ istînâfiyye veya haliyyedir. Cümle, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فِي اللّٰهِ ifadesinde, muzâf mahzuftur. Takdiri şöyle olabilir: في تَوْحِيدِ اللَّهِ أوْ في قُدْرَتِهِ عَلى البَعْثِ (Allah’ın vahdaniyeti veya yeniden diriltmeye olan kudreti hakkında) (Aşûr) Bu, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Lafza-i celâlden hal olan وَهُوَ شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ cümlesi, sübut ve müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmek üzere isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned, veciz ifade kastına matuf olarak izafet terkibiyle gelmiştir.
Ayette hal cümlesindeki hariç, fiillerin hepsi muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
شَد۪يدُ الْمِحَالِۜ “Düşmanlarına karşı hile ve tuzağı çok çetin olup hiç beklemedikleri yerden onların başına felaket getiren” demektir. (Keşşâf)
يُسَبِّحُ - بِحَمْدِه۪ ve الرَّعْدُ - الصَّوَاعِقَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.Toplum; şuurlu, irade sahibi ve sorumluluk sahibi fertlerin meydana getirdiği bir bütündür. Kişinin tercihleri ve bu tercihleri doğrultusundaki davranışları Allah'ın yardımı ve rahmetiyle birlikte nasıl geleceğini tayin ediyorsa aynı unsurlar toplumun da geleceğini belirler.
11. ayeti kerime toplumların olumlu veya olumsuz yönde değişimini toplumun kendisini inanç, ahlak, dünya görüşü, davranış ve yaşayış bakımından değiştirmesine bağlar. Peygamber efendimizin ''nasılsanız öyle idare olunursunuz'' şeklindeki hadisi şerifi de bu ayetin farklı bir ifadesidir. Gök gürültüsü duyulduğunda "Gök gürültüsünün kendisini hamd ile tesbih ettiği zat her türlü eksiklikten münezzehtir" manasındaki "subhane men yusebbihu'ra'du bihamdihi" duasını yapmak sünnettir.
Bazen daha önce gördüğünüze tekrar baktığınızda, duyduğunuzu tekrar işittiğinizde, yaptığınızı tekrarladığınızda ya da belki ayrı kaldığınıza kavuştuğunuzda; bir geç kalmışlık, bir kaçırmışlık duygusu sarmalar. Ben bunu nasıl farketmemişim diye düşündürür. Neden farketmez insan? Acelesinden dolayı başka şeylere odaklandığı için mi? Başka şeylerin arayışında olduğu için mi? Başka şeyleri bulma endişesi içindeyken ya da başka heveslerin peşinden koşarken, elindekilerine vakit ayıramadığı için mi?
Hayatta kendimizi devamlı ya bir şeylere yetişme ya da bir şeylerden kaçma çabasına mı sokuyoruz? Belki bu yüzden de ibadetlerde saklanmış huşuyu bulma fırsatını tekrar ve tekrar erteliyoruz. Dışarıda hayat devam ederken, ibadetlerimize başladığımız anda dünyanın tesir edemediği camdan bir mekana girsek. Zihnimizdeki beklentileri ve endişeleri askıya alıp dualarımıza sarsak ve her şeyi Rahman’a bırakıp içimizdeki dünyalık belirsizliklere dair her türlü sesi sustursak.
Ey Allahım! Cahilliğimden dolayı yaptıklarımda ve istediklerimde acele etmekten. Aceleciliğime yenilmekten. Bundan dolayı geç kalmaktan ve geç kalmanın doğuracağı pişmanlıklardan Sana sığınırım.
Zor anların içindeyken ne olacaksa olsun diyerek kötüsünü dilemekten ya da yeter ki olsun diyerek yine kötüsünü çağırmaktan Sana sığınırım.
Allahım! Senin rızan için yapması gerekenleri, dünyalık korkularından dolayı yapamayanlara cesaret ver. İmtihanları içerisinde, gönüllerindeki endişeleri susturamayanlara ferahlık ver.
Allah yolunda; Allah’a ve iki cihan saadetine kavuşmak için, halini Allah’ın rızasına uygun şekilde değiştirenlerden olmak duasıyla.
Amin.
***
Belki de dünyalıkları cennet nimetlerinden ayıran özelliklerden biri şudur: hayra ya da şerre vesile kılınabilirler. İnsan evladının hayatına maddi ya da manevi anlamda güzellik ya da çirkinlik getirebilirler. Kimisi insanın iradesiyle kontrol edilebilirken, kimisi de her an değişme sırrını barındırır. Kimisinin sonucu Allah’ın emirlerine itaat ile belirlenirken, kimisi de Allah’ın dilediğine göre sonuçlanır.
Buna birçok örnek verilebilir. Mesela bir silahı korunmak için kullanabileceği gibi sadece zarar vermek için de ateşleyebilir. Sadece sağlığı korumak amacıyla aç kalabileceği gibi Allah’a ibadet niyetiyle doğru hareket ettiğinde oruç tutabilir. Bir şimşeğin ışığıyla ve gökgürültüsünün zikriyle meşgul olabileceği gibi yıldırımın düştüğünü duyarsa eğer verdiği korkudan başkasını düşünemeyebilir.
Yeryüzündeki nimetlerin sonucunda ortaya çıkabileceklerin iki uç arasında gidip gelebileceği üzerinde düşünen bir kul, şöyle ibretler alabilir. Allah’ın kulları için en iyisini bildiğine iman ederek emirlerine itaat ile yaşamaya çalışmalıdır. Zira Allah’ın sınırları birçok meselede dengeyi koruyandır. Kontrol etmesi mümkün olmayan durumlar için ise Allah’a güvenmelidir ve tepkilerini O’nun rızasına uygun yönde şekillendirmelidir.
Ey Allahım! Şüphesiz ki yeryüzü bilinmezlerle doludur. Biz bilinmezliğin korkusundan ve sebep olabileceği sıkıntısından Sana sığınırız. Zihinlerimizi ve kalplerimizi, her türlü şüpheden ve faydasız işlerle meşgul olma gafletinden arındır. Bizi Seni devamlı anan ve amelleriyle Sana yaklaşan kullarından eyle. Şüphesiz ki ancak böyle davranan kulların, Sana hakiki manada güvenenlerden olur. Bizi de Sana sığınmanın lezzetine varan ve Sana tam bir teslimiyet ile güvenen salih kullarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji