5 Şubat 2025
Ra'd Sûresi 1-5 (248. Sayfa)
Ra'd Sûresi
Mekke döneminde inmiştir. 43 âyettir. Sûre, adını 13. âyette geçen “Ra’d” kelimesinde nalmıştır. “Ra’d” gök gürültüsü demektir. Sûrede başlıca Allah’ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilmek ve hesap ile müşriklerin İslâm hakkında ortaya attıkları şüpheler konu edilmektedir.
Mushaftaki sıralamada on üçüncü, iniş sırasına göre doksan altıncı sûredir. Muhammed sûresinden sonra, Rahmân sûresinden önce nâzil olmuştur; Mekke’de mi Medine’de mi indiği hakkında farklı rivayet ve tesbitler vardır. Mushaftaki tertibe göre sûrenin Mekke’de inmiş olan ve hurûf-i mukattaa ile başlayan sûrelerin arasına yerleştirilmiş olması, üslûbunun Mekkî sûrelere benzemesi, muhtevasında tevhid ilkeleri, müşriklerin kınanması ve yerilmesi gibi konuların yer alması sebebiyle Mekke’de inmiş olduğu rivayeti tercih edilmiştir; 31-32. âyetlerinin Mekke’de, diğerlerinin ise Medine’de indiğini, ayrıca tamamının Medine döneminde geldiğini söyleyenler de vardır.
Ra‘d sûresinde Allah’ın varlığı, birliği, ilmi ve kudretinin aklî delillerle ispatı; evrenin sahibi ve ondaki tasarruf hususunda tek yetkili oluşu, bu sebeple ibadete lâyık ve müstahak tek mâbud oluşu, peygamberlik ve peygamberlerin doğrulukları, evlenme, çocuk sahibi olma gibi bazı nitelikleri, vahiy ve Kur’an-ı Kerîm’in hak oluşu, Kur’an’ın özellikleri, öldükten sonra dirilme, hesap verme, cennet ve cehennem, samimi müminlerin özellikleri, müşriklerin ortaya attığı şüpheler ve bunlara verilen cevaplar, Ehl-i kitabın Kur’an karşısındaki tutumu ile toplumların kaderini etkileyecek derecede önemli birçok ahlâkî konu, tabiat olayları ve gök cisimleri arasındaki ilâhî nizam vb. konular ele alınmıştır.

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ra'd Sûresi 1. Ayet

الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ  ...


Elif Lâm Mîm Râ. İşte bunlar Kitab’ın âyetleridir. Sana Rabbinden indirilen gerçektir, fakat insanların çoğu inanmazlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 المر Elif Lam Mim Ra
2 تِلْكَ şunlar
3 ايَاتُ ayetleridir ا ي ي
4 الْكِتَابِ Kitabın ك ت ب
5 وَالَّذِي
6 أُنْزِلَ indirilen ن ز ل
7 إِلَيْكَ sana
8 مِنْ -den
9 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
10 الْحَقُّ haktır ح ق ق
11 وَلَٰكِنَّ ve fakat
12 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
13 النَّاسِ insanların ن و س
14 لَا
15 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن

Başında hurûf-i mukattaanın bulunduğu sûrelerde (Bakara 2/1) bu harflerden sonra genellikle kitaptan, âyetlerden veya vahiyden söz edilir. Nitekim burada da aynı üslûp kullanılarak “İşte kitabın âyetleri” buyurulmaktadır. Kitaptan maksadın hangi kitap olduğu konusunda farklı görüşler olmakla birlikte müfessirlerin çoğunluğu bunun Kur’an olduğu, âyetlerin de Kur’an âyetleri veya sadece bu sûredeki âyetler olduğu kanaatindedir (İbn Kesîr, IV, 350; İbn Âşûr, XIII, 78; Elmalılı, IV, 2942). Bazı müfessirlere göre buradaki kitap bu sûreyi, âyetler de bu sûrenin âyetlerini ifade eder (Zemahşerî, II, 348). “Kitaptan maksat Kur’an’dan önceki kitaplardır” veya “Tevrat ve İncil’dir” diyenler de vardır (bk. Taberî, XIII, 91-92). Âyetleri okuyup anlayarak kitabın hak olduğu sonucuna varmayı teşvik amacıyla önce âyetlere dikkat çekilmiş, sonra kitabın hak olduğu söylenmiştir.

Kuran Yolu Tefsiri

الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ

 

 الٓمٓرٰ  hurûf-u mukattaa harfidir.

İsim cümlesidir.  ۠تِلْكَ  işaret ismi, sükun üzere mebni olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

اٰيَاتُ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.


 وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ 

 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  اُنْزِلَ اِلَيْكَ dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اِلَيْكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline veya  الْحَقُّ un mahzuf haline müteallıktır.  الْحَقُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

 

وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَكْثَرَ  kelimesi,  لٰكِنَّ ’nin ismi olarak lafzen mansubdur.  النَّاسِ  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَا يُؤْمِنُونَ  fiili  لٰكِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يُؤْمِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

الٓمٓرٰ ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ

 

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Tefsir alimleri surelerin başlarındaki bu harfler hakkında farklı görüşlere sahiptir. Âmir eş-Şâbi, Süfyan es-Sevri ve bir grup muhaddis şöyle demiştir: Bunlar Allah'ın Kur’an-ı Kerim’de sakladığı bir sırdır. Yüce Allah’ın, her bir kitabında böyle bir sırrı vardır. Bunlar, Yüce Allah’ın bilgisini yalnızca kendisine sakladığı müteşabih ayetler arasında yer alırlar. Bunlar hakkında bir şey söylemek gerekmez. Biz bunlara iman eder ve Allah’tan geldikleri gibi okuruz. (Kurtubî)

Aynı mukattaa harfleriyle başlayan surelerin aralarında mana veya konu açısından bir yakınlık vardır.

Kur’an-ı Kerim’de mukattaa harfleriyle başlayan surelerin hepsinde bu harflerden sonra muhakkak kitapla ilgili bir açıklama gelir.

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. 

Mübteda ve haberden müteşekkil ilk cümle  ۠تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, işaret edilenin, yani ayetlerin mertebesinin yüceliğini gösterir. 

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, işaret edilenin önemini vurgular ve ona tazim ifade eder.  ذَ ٰ⁠لِكَ  ve  تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi 57, s. 190)

تِلْكَ اٰيَاتُ الْكِتَابِ  [Onlar, kitabın ayetleridir.] cümlesinde, uzaklık ifade eden işaret ismi ile yakın olan bir şey gösterilmiştir. Ayetlerin şanının yüceliğini ve makamının yüksekliğini göstermesi için ayetler uzak makamında tutulmuştur.

الْكِتَابِ  kelimesinin başındaki  الْ  takısı da büyüklüğünü ifade etmek için gelmiştir. Yani “îcâzında ve açıklamasında mükemmel, fevkalade kitap” demektir. (Safvetu't Tefasir)

Bunlar, o hayret verici, mükemmel, başkaca bir vasfa ihtiyacı olmayan, bütün kitaplar arasında el-Kitap olarak bilinen, el-Kitap isminin kendisine tahsis edilmeye layık olduğu yegâne Kitabın ayetleridir. Şu halde burada Kitap, Kur’an’ın tamamını yahut o zamana kadar Kur’an'dan nazil olmuş olan kısmı ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

اٰيَاتُ الْكِتَابِ  izafeti hem muzâf hem de muzâfun ileyhin şanı içindir.

اٰيَاتُ الْـكِتَابِ  mübtedanın haberidir. Müsnedin izafetle marife olması az sözle çok anlam amacı taşımasının yanında işaret edilene tazim ifade eder. Sübut ifade eden bu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Ayetin başlangıcında berâat-i istihlâl (konuyla ilgili bir şeyle başlamak) ve hüsn-i ibtida (duruma göre güzel lafızların seçilmesi) sanatları dikkat çekmektedir.


 وَالَّـذ۪ٓي اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ 

 

İbtidaiyye cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tazim ve teşvik ifade eder.

Sılası mazi fiille gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

رَبِّكَ  izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

الْحَقُّ  haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

İbarede, onun dışında geçmiş kitapların güvenilip hesaba katılmadığı ve yalnızca ona itimad edildiği şeklindeki mana, mübalağa için iddia-i kasr-ı hakiki ile verilmiştir. Yani o kitap, kâmil surette hakkın kendisidir. Çünkü önceki kitaplarda, Allah Teâlâ’nın insanlardan istediği murad-ı ilahi nihai anlamda tamamlanmamıştır. Nitekim tüm kitaplarda birbirini takip eden ve belli derecelerden en yüksek dereceye doğru birbirlerine yol açan bir seyir vardır. (Âşûr) 

Önceki ayetteki azamet zamirinden sonra bu ayette Rabb ismine iltifat edilmiştir.

الَّـذ۪ٓي  bu ayette mübteda olarak gelmiştir. Haberi olan  الْحَقُّ  kelimesinin marife gelişi tazim ve tefhim ifade eder.

Ferrâ’ der ki:  الَّـذ۪ٓي ’nin başına  وَ  harfi gelmiş olsa dahi “Kitab”ın sıfatı olarak cer mahallinde de kabul edilebilir. (Kurtubî)

اٰيَاتُ  ,الْكِتَابِ  ,الْحَقُّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يُؤْمِنُونَ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil sıygasında gelmesi, cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

لَا يُؤْمِنُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


Ra'd Sûresi 2. Ayet

اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ  ...


Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 الَّذِي odur ki
3 رَفَعَ yükseltti ر ف ع
4 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
5 بِغَيْرِ olmadan غ ي ر
6 عَمَدٍ bir direk ع م د
7 تَرَوْنَهَا görebileceğiniz ر ا ي
8 ثُمَّ sonra
9 اسْتَوَىٰ istiva etti س و ي
10 عَلَى üzerine
11 الْعَرْشِ Arş ع ر ش
12 وَسَخَّرَ ve boyun eğdirdi س خ ر
13 الشَّمْسَ güneşi ش م س
14 وَالْقَمَرَ ve ay’ı ق م ر
15 كُلٌّ her biri ك ل ل
16 يَجْرِي akıp gitmektedir ج ر ي
17 لِأَجَلٍ bir süre için ا ج ل
18 مُسَمًّى belirli س م و
19 يُدَبِّرُ düzenliyor د ب ر
20 الْأَمْرَ işi(ni) ا م ر
21 يُفَصِّلُ açıklıyor ف ص ل
22 الْايَاتِ ayerleri ا ي ي
23 لَعَلَّكُمْ böylece
24 بِلِقَاءِ karşılaşacağınıza ل ق ي
25 رَبِّكُمْ Rabbinizle ر ب ب
26 تُوقِنُونَ kesin olarak inanırsınız ي ق ن

“Gökler” anlamına gelen semâvât kelimesi yıldızların, güneş sistemlerinin ve galaksilerin kendi yörüngelerinde seyrettikleri uzayı ifade eder. Yüce Allah burada bir tabiat kanununa işaret etmekte, gökyüzündeki bu cisimleri bizim görebileceğimiz bir direk olmaksızın kudretiyle yükseltip yönettiğini haber vermektedir. O, bu büyük kütleleri uzay boşluğunda hareket eden bir sisteme bağlamış, bunları birbirinden uzak tutmak ve birbirine çarpmamalarını sağlamak için bu kütlelere merkezkaç kuvveti ve kütlesel çekim gücü yerleştirmiş, böylece bir denge sağlamak suretiyle bunların sonsuz olarak birbirlerinden uzaklaşmalarını veya birbiri üzerine düşmelerini önlemiştir. Nitekim Hac sûresinin (22) 65. âyetinde Allah Teâlâ “Kendi izni olmadıkça yer kürenin üzerine düşmemesi için göğü tutan da O’dur” buyurarak bu cisimler arasındaki ilâhî nizama işaret etmiştir (bu konuda bk. Bakara 2/22, 29, 164; Allah’ın arşa istivâ etmesi konusunda bilgi için bk. A‘râf 7/54).

 Âyette Allah’ın güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdiği, bunları kullarının hizmeti için yarattığı, her birinin belirlenmiş bir vakte yani kıyamete kadar akıp gideceği bildirilmektedir (güneş ve ayın hareketleri hakkında bilgi için bk. Yâsîn 36/38-40). Yukarıda da belirtildiği üzere bu cisimler durağan değil hareket halinde bir sisteme bağlı bulunmaktadır. Ay dünya çevresinde, dünya güneş çevresinde, güneş ise uydularıyla birlikte bir sistem olarak kendi yörüngesinde belirli bir süreye kadar akıp gidecektir. Bu ifade dünyanın hatta yaratılmış âlemin sonlu olduğuna işaret eder. Ayrıca âyet bütün olarak evrendeki oluşum ve değişimlerin, bunlarla ilgili “tabiat kanunları” denilen yasaların tabiatın özünden kaynaklanmayıp Allah’ın sonsuz ilim, irade, kudret ve hikmetinin eserleri olduğunu da gösterir. “İşleri Allah düzenliyor” meâlindeki cümle bunu açıkça ifade etmektedir. Bütün bunlar Allah’ın kudretini gösteren alâmetlerdir. Allah bunları açıklıyor ki insanlar onun kudretini tanısın ve evreni yaratıp yöneten Allah’ın insanları öldükten sonra diriltip huzurunda toplayabileceğine ve dünyada yaptıklarından hesaba çekebileceğine kesin olarak iman etsinler.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 271

اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ 

 

İsim cümlesidir.  اَللّٰهُ  lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur. 

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  رَفَعَ السَّمٰوَاتِ ’dır.Îrabdan mahalli yoktur.

رَفَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

السَّمٰوَاتِ  mef’ûlün bih olarak kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

بِغَيْرِ  car mecruru  السَّمٰوَاتِ ’ın mahzuf haline müteallıktır. Takdiri,  خالية عن عمد  (kasıtlı olarak onsuz) şeklindedir.

غَيْرَ  nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre  اِلَّا  gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak  غَيْرَ ’nın  اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır.

اِلَّا  edatından sonra gelen müstesna için zikredilen kuralların tamamı  غَيْرُ  için de geçerlidir. Yalnız  اِلَّا dan sonra gelen müstesnanın alması gereken îrabı  غَيْرُ edatının kendisi alır. Yani  اِلَّا dan sonraki müstesna mansub ise  غَيْرُ  kelimesi mansub, merfû ise  غَيْرُ  merfû, mecrur ise  غَيْرُ  mecrur olur.

Bu edat isim olduğundan dolayı muzâftır. Bundan sonra gelen kelime muzâfun ileyhtir ve daima mecrurdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَمَدٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

تَرَوْنَهَا  fiili  السَّمٰوَاتِ nin hali olarak mahallen mansubdur.  

تَرَوْنَ  fiili  نَ nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

İşte Allah, onlara böyle direksiz ve dayanaksız olarak kendi yörüngelerinde ve o kadar yükseklerde hareket kabiliyeti verip, size de gösteren kadir-i mutlaktır. Bu manadaki  تَرَوْنَهَا  zamir “direksiz göklere” racidir. Ve cümle bir yan cümleciktir.  Onun için üzerinde vakıf evladır. Burada bir cim secavendi vardır. Göklerin yükseltilmesi görünmez direklerle değil, gerçekte ve gözlemde görüldüğü gibi direksiz olarak doğrudan doğruya Allah'ın kudretine dayalı bulunmaktadır ve kudretin sonsuzluğunu ispat etmektedir. (Elmalılı)

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اسْتَوٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.  عَلَى الْعَرْشِ  car mecruru  اسْتَوٰى  fiiline müteallıktır.

اسْتَوٰى  fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İftiâl babındandır. Sülâsîsi  سوي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


  وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَخَّرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

الشَّمْسَ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.

الْقَمَرَ  atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.

سَخَّرَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  سخر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

Cümle  سَخَّرَ ’deki mef’ûlün hali olarak mahallen mansubdur.

İsim cümlesidir.  كُلٌّ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muzâfun ileyh hazf edilmiştir. Takdiri,  كلّ كوكب  şeklindedir.

يَجْر۪ي  cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَجْر۪ي  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir. 

لِاَجَلٍ  car mecruru  يَجْر۪ي  fiiline müteallıktır.

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ

 

يُدَبِّرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

الْاَمْرَ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.

يُفَصِّلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

الْاٰيَاتِ  mef’ûlün bih olarak kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

يُدَبِّرُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  دبر ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 


 لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ

 

İsim cümlesidir.  لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir.  إنّ  gibi ismini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  لَعَلَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  بِلِقَٓاءِ  car mecruru  تُوقِنُونَ  fiiline müteallıktır.

رَبّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

تُوقِنُونَ  fiili  لَعَلَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.

تُوقِنُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

تُوقِنُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  يقن ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

اَللّٰهُ الَّذ۪ي رَفَعَ السَّمٰوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  الله  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca isnadın Allah’a olması karinesiyle haberin mevsûlle marife olması kasr ifade eder. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat babında hakiki kasrdır. 

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası  رَفَعَ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

“Semavatın direksiz olarak yükseltilmesi” ifadesi, Allah’ın kudretinden istiaredir. 

عَمَدٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.

تَرَوْنَهَا  kelimesi  السَّمٰوَاتِ ’nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Ne kadar dikkat çekicidir ki ayette göklerin direksiz yükseltildiği mekanik olgudan ilâhi kudrete bir delil gösterildikten sonra, bir de  تَرَوْنَهَا  (görüyorsunuz, gördüğünüz gibi) buyurulmuştur. Gerek halkın sıradan temaşa ve gözlemlerindne gerek fen ehlinin ve uzmanların rasathanelerden ve dev aletlerle yaptıkları gözlemlerin hepsini içine alan bu “rüyet” fiilinin, bu “görüyorsunuz veya görüp duruyorsunuz” cümlesinin burada belâgatlı bir tenbihi ifade ettiği açıkça ortadadır. Bununla uzayı gözleyip, araştırmak için vahiy gözetmeyerek rasat ve rüyetin esas alınması hususuna da ayrıca tenbih olunmuştur. Kâinatın mekanik özelliği karşılığında bir de ruh ve şuur olayları bulunduğuna dikkat çekilerek âfak (insanın dışındaki alem) ile enfüs (insanın kendi alemi) arasındaki ilişkiler hatırlatılmış ve dolayısıyla Hakk'ın varlığına şahitlik eden delillerin yalnızca mekanik ilişkilerdeki sırlarla değil, asıl bu ruhsal ilişkiler ile tecelli edeceği anlatılmış ve “sonra arş üzerine hakim oldu” kavramına bir giriş olmak üzere, kudret-i ilâhiyyenin âfak (dışta) ve enfüsteki (içteki) etki alanı üzerinde düşündürmek için bir hazırlık yapılmıştır. (Elmalılı)


ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ 

 

Tertip ve terahi ifade eden  ثُمَّ  ile öncesine atfedilen  ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  ibaresinde istiare vardır. Çünkü gerçek anlamda istiva ile sadece yükselen-alçalan, doğrulan-eğrilen cisimler nitelenir.

Buradaki istiva ile bir mahal ve mekânı işgal etmek değil de “kudret ve saltanat bakımından hakim olmak” anlamı kastedilmiştir. Bu ifade, “falanca kral krallığının tahtına kuruldu; buyruk-yasak kürsüsüne malik oldu” anlamında “falanca kral, kraliyet tahtına oturdu/kuruldu” denmesi gibidir. (“Arş üzerine istiva etti.” sözü, “Tahta oturdu, tahta geçti, tahta kuruldu.” anlamında temsilî istiaredir. Allah Teâlâ’nın varlıkların bizzat yönetimini ve murakabesini elinde bulundurması hali, kralın tebaasını yönetmek üzere tahta geçip oturması durumu ile temsil edilmiştir.) (Allah Teâlâ’nın) -gerçekte üzerine oturacağı tahtı ve el ile işaret edilecek (şekilde maddi yapıda) yüksek bir yeri bulunmasa da -bu şekilde (arşı olmakla) nitelenmesi güzel olmuştur. (Şerîf er-Radî)

“O Rahman arşa istiva etmiştir.” Burada  اسْتَوٰى  (istiva etti) sözcüğünün akla gelen ilk anlamı oturmaktır. Ancak bu, İslam inancına zıttır. Çünkü oturma, Allah’ın cisim olmasını ve bir mekân edinmesini gerektirir. Bundan dolayı burada sözcüğün uzak anlamı kuşatmak, istila etmek kastedilmiştir. Ayette istiva sözcüğünden önce veya sonra yakın ya da uzak anlamına delalet eden bir karine (ipucu) zikredilmediği için burada tevriye-i mücerrede vardır. (Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)

اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  ibaresinde yer alan  عَرْشِ, hakimiyetle/mülkle eş anlamlı olan Melik’in tahtıdır.  عَرْشِ  kelimesini,  مُلك  kelimesinin yerine kinaye olarak kullanmışlar ve şöyle demişler: “Falanca arşa istiva etti” derken mülkü/hakimiyeti ele geçirdi demek istiyorlar, her ne kadar söz konusu kişi (şeklen/ gerçekten) tahta oturmamış da olsa… Gerçi tahta oturması, hakimiyeti sembolize etmesi açısından daha bariz, daha basit ve durumu daha açıklayıcıdır. Ama tahta oturma olgusu, eyleme dönüşmese de  اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ  tabiri hakimiyeti sembolize eder.

Zemahşerî meseleyi daha açık hale getirmek için özetle şunları söyler:

Nasıl eli açık ibaresi cömertlik; eli bağlı/kapalı ifadesi cimrilik için kullanılıyorsa burada da buna benzer bir durum geçerlidir. Nitekim bu ifadeler kimin için kullanılırsa kullanılsın akla cömertlik ve cimrilik gelir. Hatta hiç eli olmayan biri için bile eli açık ya da eli bağlı / kapalı deriz ve söylediğimizden cömertlik ve cimrilik net bir şekilde anlaşılır. (Keşşâf III. 54 ve Kur’an’daki Deyimler ve Zemahşerî’nin Keşşâf’ı)

“Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş'a istiva eden…” Görmekte olduğunuz gökleri yüksek olarak yaratan demektir. Bu da “Fili büyük yapan, sivrisineği de küçük yapan Rabbimi tenzih ederim!” kabilindendir. Yoksa gökleri önce yarattı, sonra onları yükseltti, anlamında değildir.

Allah'ın, Arş'a istiva etmesi, korumak ve tedbir ile ona hâkim olması demektir. Yahut O’nun emri Arş'a hâkim olmuştur. 

Arş'a istiva, hangi manaya göre olursa olsun, ondan murat, Arş'ı icat etmeye ve yaratmaya yönelmesi demek değildir. (Ebüssuûd)

رَفَعَ السَّمٰوَاتِ  cümlesine matuf olan  وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Allah'ın, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirmesi, onlardan istediği hareketlerde Kendisine zeki ve itaatli kılması demektir. (Ebüssuûd)

Burada güneşle aydan söz edilmesi, tahsis için değil, yeryüzünden bakanlar için görünüşte ilk göze çarpan önemli iki gök cismi olmalarından dolayıdır. En çok göze batan ve en büyük gibi görünen bu ikisini emri altına alınca öbürlerinin de ilâhi emre boyun eğmiş oldukları kendiliğinden anlaşılır. Nitekim hepsini içine alacak şekilde buyuruluyor ki her biri, yani o göklerin her bir bölümü, gerek güneşle ay, gerek yıldızlardan her biri ve sonuç olarak hepsi belli bir ecel için akıp gitmektedir. (Elmalılı)

الشَّمْسَ - الْقَمَرَ - السَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

 

Cümle  سَخَّرَ ’deki mef’ûlün halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Mübteda ve haberden oluşan cümle, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhteki tenkir umuma işarettir. Takdiri,  كوكب  (gezegen) olan muzâfun ileyh mahzuftur. (Mahmud Safî)

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir.

Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır. 

اَجَلٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette güneşin ve ayın Allah’ın buyruğu altında olması ve belli bir zamana kadar akıp gitmesi ifade edilmektedir. Ayın ve güneşin akıp gideceği zamanın belirli olduğunu ifade eden kelime  مُسَمًّى  ism-i mef’ûldür. Akıp gidecekleri zamanı Allah’ın belirlemesi geçmiş zamanda olmuştur. Öyle ise burada ism-i mef’ûl geçmiş zamana delalet etmektedir. (Hasan Duran, Kur’an-ı Kerim’de Teceddüt ve Sübût Manası İçin Yapılan ‘Udûl Çeşitleri)  

عَلَى - رَفَعَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كُلٌّ ’deki tenvin muzâfun ileyhten ivazdır. Muzâfun ileyhin mahzuf olduğuna işarettir.

İbni Abbas der ki: Yüce Allah burada “belirli bir süre” ile bunların ulaştıkları ve aşmaları söz konusu olmayan derece ve menzillerini kastetmektedir. “Belirli bir süre”nin ayın yörüngesini bir ayda, güneşin de yörüngesini bir senede dolaşması anlamında olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)

İbni Abbas şöyle demektedir: Güneşin, her gün bir menzili bulunmak kaydıyla yüz seksen menzili bulunmaktadır ki bu, altı ayda tamamlanır. O güneş, daha sonra yeniden, bir başka altı ay zarfında onlardan birine döner. Ayın da yirmi sekiz menzili vardır. Dolayısıyla, Cenab-ı Hakk'ın, “Her biri muayyen vakte kadar cereyan eder.” buyruğu ile bu kastedilmiş olup sözün özü şudur: Allah Teâlâ, bu yıldızların her biri için hususi bir yöne doğru hızlı veya yavaş olmak açısından hususi bir miktar ve hareket etme gücü takdir etmiştir. Durum her ne zaman böyle olursa bunlar için her an ve her dakika, daha önce bulunmayan başka bir haletin bulunması gerekir. (Fahreddin er-Râzî)


يُدَبِّرُ الْاَمْرَ يُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ

 

Müstenefe olarak fasılla gelen, birbirini takip eden iki muzari fiil cümlesi de faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cenab-ı Hakk, bu delilleri ele alınca “Her işi yerli yerinde o yönetir.” buyurmuştur. Müfessirlerden her biri bu ifadeyi, alemin hallerinden bir başka çeşidini yönetmek manasına hamletmişlerdir. Ama evlâ olan, bunu, alemin hallerinin tamamını idare etmek manasına almaktır. (Fahreddin er-Râzî)


لَعَلَّكُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ تُوقِنُونَ

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Burada sanki “Bu fiilleri niçin yapıyor?” şeklinde bir soru sorulmuş da, ona cevap verilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Gayr-ı talebî inşâ cümlesidir. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

Car mecrur  بِلِقَٓاءِ رَبِّكُمْ, amili olan  تُوقِنُونَ  kelimesine önemine binaen takdim edilmiştir. 

لَعَلَّ ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

تُوقِنُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبِّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبِّكُمْ  izafeti onları tazim içindir.

لَعَلَّ  terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler.

Ta’lil cümleleri anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

لَعَلَّ  edatı, terecci içindir yani “ümitvar olma” manasını ifade eder ve bir de beklenti içinde olmak demektir ki her ikisi de aynı manaya gelir demektir. Fakat bu beklenti Kerim olan bir zattan olmalı, kişi O’ndan beklemelidir. İşte bu, yerine getirmesi kesin olan vaadinin yerine bir ifadedir. İmam Sîbeveyhi de bu görüştedir. Ancak Kutrub;  لَعَلَّ  kelimesi “için” manasındadır, demiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)

لعل  harfi gibi ümit ifade eden bir lafız getirmekten murad tezekkür etmeye teşviktir. Kur’an’da Allah’a isnad edilen  لَعَلَّ  sözleri “muhakkak ki” anlamına gelir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 58)


Ra'd Sûresi 3. Ayet

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ  ...


O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَهُوَ ve O’dur
2 الَّذِي ki
3 مَدَّ uzattı م د د
4 الْأَرْضَ arzı ا ر ض
5 وَجَعَلَ ve var etti ج ع ل
6 فِيهَا orada
7 رَوَاسِيَ sabit dağlar ر س و
8 وَأَنْهَارًا ve ırmaklar ن ه ر
9 وَمِنْ ve
10 كُلِّ her ك ل ل
11 الثَّمَرَاتِ meyvadan ث م ر
12 جَعَلَ yarattı ج ع ل
13 فِيهَا orada
14 زَوْجَيْنِ çift (erkek-dişi) ز و ج
15 اثْنَيْنِ iki ث ن ي
16 يُغْشِي örter غ ش و
17 اللَّيْلَ geceyi ل ي ل
18 النَّهَارَ gündüz(ün üzerine) ن ه ر
19 إِنَّ şüphesiz
20 فِي
21 ذَٰلِكَ bunda
22 لَايَاتٍ ayetler vardır ا ي ي
23 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
24 يَتَفَكَّرُونَ düşünen ف ك ر

Bir önceki âyette Allah’ın varlığını, birliğini ve kudretini gösteren gökyüzündeki delillere değinilmişti. Burada da aynı konularla ilgili olarak yer küresindeki deliller ele alınmaktadır.

 Yeryüzünün enine boyuna uzatılmasından maksat, yer küresinin çeşitli jeolojik oluşumlar neticesinde bugünkü halini alması ve arazi yapısı itibariyle üzerinde dolaşmaya, barınmaya, korunmaya, ziraat yapmaya ve beşerî ihtiyaçların gereği olan başkaca faaliyetlerde bulunmaya, uygarlık kurmaya elverişli kılınması, kısaca gerek insan gerekse diğer canlıların hayatlarını sürdürmeleri için lüzumlu olan özellikleri taşır hale getirilmesidir. 

 Allah Teâlâ’nın yeryüzünü yaşamaya elverişli olarak yaratmış olması, bunun için yer küresinin dengesini sağlayacak dağlar, tarım ve hayvancılığa elverişli ovalar, vadiler, yaylalar, nehirler, çeşit çeşit meyveler meydana getirmiş olması, O’nun büyüklüğünü ve kudretini gösteren delillerdir. Allah canlı varlıkları erkekli dişili yarattığı gibi bitkileri de erkekli dişili yaratmıştır. Bitkiler de erkek ve dişi tohumların birleşmesiyle ürün verir. Bazı türlerde erkek ve dişi organlar ayrı bitkilerde olduğu halde çoğunda aynı çiçekte olur. Bunlar Allah’ın kudretini gösteren delillerdir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 272

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  مَدَّ الْاَرْضَ ’dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

مَدَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

الْاَرْضَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

جَعَلَ  fiili atıf harfi  وَ la  مَدَّ  fiiline matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

ف۪يهَا  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  رَوَاسِيَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamulü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  جَعَلَ  fiili değiştirme manasına gelen fiillerdendir.

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “bir şeyden başka bir şey meydana getirmek” manasında kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْهَاراً  atıf harfi  وَ ’la  رَوَاسِيَ ’ye matuftur.

رَوَاسِيَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  رسو  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la öncesine matuftur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru birinci  جَعَلَ  fiiline müteallıktır. 

الثَّمَرَاتِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

ف۪يهَا  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  زَوْجَيْنِ  mef’ûlün bih olup müsenna olduğu için  ي  ile mansubdur.  اثْنَيْنِ  kelimesi  زَوْجَيْنِ nin sıfatı olup müsennaya mülhak olduğu için  ي  ile mansubdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada  اثْنَيْنِ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُغْشِي  fiili  مَدَّ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

يُغْشِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

الَّيْلَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  النَّهَارَ  ikinci mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.


  اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’in ismi olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  قَوْمٍ ’in sıfatı olarak mahallen mecrurdur. 

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur.  يَتَفَكَّرُونَ  kelimesi nekre olan  قَوْمٍ  kelimesinden sonra geldiği için sıfattır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَفَكَّرُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir.  Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur. 

يَتَفَكَّرُونَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  فكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Cümle kasrla tekid edilmiştir. İki taraf yani mübteda ve haber marife olduğu için kasr ifade eder. Kasr-ı sıfat ale’l mevsûf babında hakiki kasrdır. (Âşûr, Enam Suresi, 2)

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası  مَدَّ الْاَرْضَ, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Aynı üslupta gelen  وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراً  cümlesi, sıla cümlesine matuftur.

رَوَاسِيَ, sabitler demektir.  روس  fiilinin ism-i failidir. Cemi müeennestir.

Ayette Allah Teâlâ’nın yeryüzünde ve gökyüzünde yaptıkları şeyler iki ayrı kısım halinde açıklanmıştır. Bu üç ayette cem’ ma’at-taksim ve’t-tefrik sanatı vardır. 

İlk ayetteki  اٰيَاتُ الْكِتَابِۜ  kelimesinde cem’,  السَّمٰوَاتِ  ve  الْاَرْضَ  kelimelerinde taksim, bahsedilen semavat ve arzda olanlar tefriktir.

Bilim adamları, yeryüzünün önceki hacminin şu andakinden kat kat daha büyük olduğunu, aynı şekilde dünyanın milyonlarca seneden beri de eksilmeye devam ettiğini keşfetmişlerdir. Kur’an bu keşfi 14 asır önce açık bir şekilde beyan ederek şöyle buyurmuştur:  وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ   Ebu Bekr el-Esamm şöyle demiştir:  مَدَّ, “sonuna yetişilemeyen bir şeye doğru uzayıp gitmek” demektir. Dolayısıyla ayetteki, “O, yeri uzatıp döşeyendir.” ifadesi, Allah Teâlâ’nın yeryüzünün hacmini gözün, sonunu (sınırını) göremeyeceği kadar büyük yaptığını ihsas ettirir (sezdirir). (Fahreddin er-Râzî)

Yerin Küre Şeklinde Olması: Yerin küre şeklinde olduğu delillerle sabit olmuştur. O halde bu hususta diretmek nasıl mümkün olur? Buna göre onlar, “Ayetteki, ‘yeri uzattı (meddetti)’ ifadesi, yerin küre şeklinde olmasına ters düşer. Öyle ise daha onun uzaması nasıl mümkün olur?” derlerse biz deriz ki: “Hayır, biz bunu kabul etmiyoruz. Çünkü yeryüzü büyük bir cisimdir. Küre son derece büyük olduğunda, onun her bölgesi ve parçası dümdüz imiş gibi görünür. Baksana Cenab-ı Hakk, ‘Dağları kazıklar yapmadık mı?’ buyurmuş ve o dağları, bazı insanlar onların üzerinde meskun oldukları halde ‘kazık’ olarak nitelendirmiştir. İşte burada da böyledir.” (Fahreddin er-Râzî)

Yerin meddi, çekilip uzatılması kavramı, hem göklerden çekilip ayrı bir özelliğe kavuşturulmasını hem de yerin yapısındaki esnekliği ve çekilip genişlemeye müsait olan özelliğini ifade eder. (Elmalılı)

  

وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ, siyaktaki önemine binaen amili olan  جَعَلَ  fiiline takdim edilmiştir.

Burada  مِنْ  harf-i ceri, teb’iz için gelmiştir. (Âşûr)

الزَوْجَيْنِ  kelimesinin bilinen anlamı, erkek ve dişi anlamıdır. Kıyamet Suresi 39. ayette de فَجَعَلَ مِنهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ والأُنْثى  “Ondan erkek ve dişi olarak iki eş var etti.” denilerek bu mana belirtilmiştir. (Âşûr)

جَعَلَ فِيها زَوْجَيْنِ  cümlesi zahirde, mahlukattan bu cinse gösterilen ihtimam sebebiyle   müstenefe gibi gözükmektedir. O cins ise biri diğerinin eşi olan, dişi ve erkek olarak iki sınıftan oluşan canlı mahluk cinsidir. (Âşûr)

زَوْجَيْنِ  kelimesinin nekre gelmesi nev içindir. Yani her neviden iki eş yarattı anlamındadır. (Âşûr)

يُغْشِي  fiili  مَدَّ ’deki failin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Ayette gecenin karanlığı vasıtasıyla gündüzün ışığının kayboluşu, eşyayı gizleyen kesif bir örtüye benzetilmiş. Müstear lafız  يُغْشِي, manevi durumlarda kullanılan  يُغتي  kelimesi yerine tebei istiare yoluyla kullanılmıştır. Yani sabah oluncaya kadar gecenin karanlığı, gündüzün nurunu örter ve onu gizler. Bu latif bir istiaredir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Dağlar sebebi ile yeryüzünde nehirler oluşur. Çünkü taş, katı bir cisimdir. Dolayısıyla yerin derinliklerinden buharlar yükselip dağlara kavuştuğunda o buharlar orada tutulur ve bu iş artmaya ve olgunlaşmaya devam eder. Böylece de dağların altında büyük sular oluşur. Sonra bunlar çok ve kuvvetli olduğu için dağı deler, oradan (kaynak olarak) çıkar ve yeryüzünde akmaya başlar. Bu yüzden nehirlerin meydana gelmesinde dağların rolü, işte bu bakımdandır. Bundan dolayı Cenab-ı Hakk, âdet olarak, Kur'an'da ne zaman dağlardan bahsetse onunla birlikte nehirlerden de bahsetmiştir. Mesela bu ayette ve “Orada sabit sabit, yüce yüce dağlar vücûda getirmedik mi? Size tatlı bir (kaynak) suyu da içirmedik mi?” (Mürselat Suresi, 27) ayetinde olduğu gibi. (Fahreddin er-Râzî)

يُغْشِي  cümlesi  جَعَلَ ’nin zamirinden haldir. Burada teceddüde (sürekli yenilenmeye) delaleti sebebiyle muzari olarak getirilmiştir. (Âşûr)

رَوَاسِيَ - اَنْهَاراً  ve  الَّيْلَ  نَّهَارَۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatıنَّهَارَۜ - اَنْهَاراًۜ  kelimeleri arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  جَعَلَ  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الَّيْلَ - النَّهَارَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Kur’an’da zikredildiği bağlam düşünüldüğünde kevnî ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinin insanlara hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-I Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

[Orada (yeryüzünde) bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O'dur. (Ra'd Suresi,  3)] ayet-i kerimesi ise meyvelerin de çifter çifter (dişili-erkekli) yaratıldığını hatırlatır. Bitkilerin eşeyli üremesi, erkek unsurla dişi unsurun çiftleşmesiyle olmaktadır. Kur'an-ı Kerim meyvelerin bu izdivaç neticesinde ortaya çıktığını bu ayette bildirmektedir. Bu ayette “küll” kelimesi, Türkçede, “Her, bütün, her şey” anlamlarına gelmektedir. Bu kelime, kendisinden sonra gelen kelimeye muzâf olur. Arapçada buna “izafet terkibi” Türkçede ise “tamlama” denilmektedir. Terkipteki ikinci kelime, ya marife (bilinen) veya nekre (bilinmeyen) olur. Eğer bu kelime marife olursa, bir varlığın bütün parçalarına şâmil olur. Şayet nekre olursa bu defa da o nesnenin umum efradını içine alır. Ayet-i kerimede “şey” nekreye izafe edilmiştir. Dolayısıyla bundan ne kadar “şey (nesne)” varsa, hepsinin çift olarak yaratılmış olduğu anlaşılmaktadır. (Sorularla İslamiyet web sitesi)

Zevceyn: Yani iki zevc, erkek ve dişi gibi iki ayrı cinsten meydana gelmiş çift demektir. Bunun bir de ayrıca  اثْنَيْنِ  diye “iki” sayısıyla sıfatlanması tekid veya ikişer ikişer anlamına tevzi (paylaştırmak) için olduğu söyleniyorsa da bunun bir bölünme olması daha açıktır. Şöyle ki: Her meyvenin çiçeğinde hayvanların erkek ve dişisi durumunda bir çift eş vardır ki o meyve işte bunların çiftleşmesinden ve döllenmesinden meydana gelir. Nitekim “Bir de ilkah edici rüzgarlar gönderdik.” (Hicr Suresi, 22) buyurulmuştur. Sonra bu zevceyn de ayrıca iki kısımdır: Bir kısmı erkeği başka kaynakta, dişisi başka kaynakta olmak üzere ayrı ayrı iki ağaçta bulunur. Mesela, incirin erkeği başka ağaçta, dişisi başka ağaçta olur. Bir kısmı da hem erkeği hem dişisi aynı çiçekte bulunur. Çiçek erkekli ve dişili bir hünsa şeklinde açar ve döllenmeyi kendi bünyesi içinde yapar, çoğunlukla çiçekler böyledir. İşte zevceyn tabiri ile her meyvede çiftleşen genel olarak erkekli dişili çiçekler kastedilmiş, isneyn tabiri ile de bunların iki çeşit olduğu ifade buyurulmuştur. (Elmalılı)


يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ  Gündüzü gece ile örtmek, zahiren gök ayetleri ile ilgili ise de dünyadaki ayetler konusunda sayılması, dünyada gerçekleşmesi itibarıyladir. Zira gece, dünyanın gölgesinden başka bir şey değildir. Nitekim dünyanın gölgesinin üstünde olan göklerde hiç gece yoktur. Bir de gece ile gündüzün, ürünlerin oluşmasıyla ilgisi vardır. Üstelik gece ile gündüz de ürünler gibi karşılıklı bir çifttir. (Ebüssuûd)


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكَ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ, tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

Tecessüm ve cem ifade eden  ذٰلِكَ  ile duruma işaret edilmiştir. 

Allah’ın, ayetin başında söylediği hususları net bir şekilde göstererek dikkati çekmek ve onları yüceltmek kastıyla gelen işaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Ayetin sonunda muzari fiil sıygasındaki  يَتَفَكَّرُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. 

قَوْمٍ  ve  لَاٰيَاتٍ  kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.

اٰيَاتٍ  (ayetler) umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken, geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Buradaki düşünme fiilinin, tekrar tekrar yapılan ve zorlu bir eylem oluşuna işaret etmek için fiil, muzari sıygasıyla ve tekellüf’e (güçlüğe) delalet eden bir yapıyla getirilmiştir. (Âşûr)

Bil ki Cenab-ı Hakk, süflî alemde bulunan delilleri zikretmiş olduğu yerlerde çoğu kez bunun hemen peşinden, “Bütün bunlarda iyi düşünenler için elbette deliller vardır.” ifadesini veya mana cihetinden buna yakın olan ifadeleri getirmektedir. Bunun sebebi şudur: Filozoflar, süflî alemde meydana gelen hadiseleri, yıldızların şekillerinde meydana gelen farklı durumlara mal etmektedirler. Bu sualin, bu iddianın savuşturulması için delil getirilmediği sürece maksat da tamamlanmaz. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hakk, “Bütün bunlarda iyi düşünenler için elbette deliller vardır.” buyurmuştur. Böylece sanki O, şöyle demektedir: “Tefekkür sahası henüz açıktır, mevcuttur. Dolayısıyla bundan sonra istidlalin tamamlanabilmesi için tefekkür edip iyice düşünmek gerekir.” (Fahreddin er-Râzî)

Ayette “düşünen bir toplum için” denilmiş, çünkü onları düşünmek insanı şöyle bir hükme götürür: Bütün bunların bu harika nizam ve uygun tarzda var olmaları, her şeye muktedir olan, her işinde hikmet bulunan, istediğini yapan, dilediğini gerçekleştiren bir kudretin varlığını gerektirmektedir. (Ebüssuûd)

يَتَفَكَّرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


Ra'd Sûresi 4. Ayet

وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ  ...


Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَفِي ve (vardır)
2 الْأَرْضِ arzda ا ر ض
3 قِطَعٌ kıt’alar ق ط ع
4 مُتَجَاوِرَاتٌ birbirine komşu ج و ر
5 وَجَنَّاتٌ ve bağlar(ı vardır) ج ن ن
6 مِنْ
7 أَعْنَابٍ üzüm ع ن ب
8 وَزَرْعٌ ve ekinler ز ر ع
9 وَنَخِيلٌ ve hurmalıklar ن خ ل
10 صِنْوَانٌ çatallı ص ن و
11 وَغَيْرُ ve olmadan غ ي ر
12 صِنْوَانٍ çatalı ص ن و
13 يُسْقَىٰ (bunların hepsi) sulanır س ق ي
14 بِمَاءٍ su ile م و ه
15 وَاحِدٍ bir و ح د
16 وَنُفَضِّلُ ama üstün yaparız ف ض ل
17 بَعْضَهَا birbirini ب ع ض
18 عَلَىٰ üzerine
19 بَعْضٍ diğerinin ب ع ض
20 فِي
21 الْأُكُلِ ürünlerinde ا ك ل
22 إِنَّ şüphesiz
23 فِي
24 ذَٰلِكَ bunda
25 لَايَاتٍ ayetler vardır ا ي ي
26 لِقَوْمٍ bir toplum için ق و م
27 يَعْقِلُونَ aklını kullanan ع ق ل

Bunlar yeryüzündeki birbirine komşu, bitişik veya birbirinden uzak kıtalar ve bölgeler olup her birinin kendine özgü özellikleri vardır. Şekilleri, renkleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, verimlilikleri farklı olduğu gibi üzerinde yaşayan canlılar ve bitkiler de farklıdır. Bir tek kökten bazan bir tek gövdeli (çatalsız) ağaç meydana gelirken bazan da çatallanarak veya ayrı sürgünler vererek çatallı veya birden fazla ağaç meydana gelmekte, dal budak salarak büyümekte ve ürün vermektedir. Her bir ağaç aynı suyu gövdesine aldığı halde ondan kendisine yüklenen programa uygun olarak farklı yararlanmakta ve şekli, rengi, tadı farklı meyveler vermektedir.

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 272

عنب Anebe : عِنَبٌ hem asma/üzüm ağacının meyvesi hem de bizzat kendisine denir. Çoğulu أعْنابٌ şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli hünnaptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  فِي الْاَرْضِ  car mecrur mahzuf habere müteallıktır.  قِطَعٌ  muahhar mübteda olarak lafzen merfûdur. 

مُتَجَاوِرَاتٌ  kelimesi  قِطَعٌ ’un sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَنَّاتٌ  kelimesi atıf harfi  وَ la makabline matuftur.  مِنْ اَعْنَابٍ  car mecruru  جَنَّاتٌ  mahzuf sıfatına müteallıktır.

 زَرْعٌ  ve  نَخ۪يلٌ  kelimeleri  وَ la  قِطَعٌ ’e matuftur.  صِنْوَانٌ  kelimesi  نَخ۪يلٌ ’nin sıfatıdır.

غَيْرُ  atıf harfi  وَ  ile  صِنْوَانٌ ’e matuftur.  صِنْوَانٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

يُسْقٰى  fiili sayılan çeşitlerin sıfatı olarak mahallen merfûdur. Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. Burada  يُسْقٰى  fiili nekre bir isimden sonra geldiği için sıfattır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُسْقٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir.

بِمَٓاءٍ  car mecruru  يُسْقٰى  fiiline müteallıktır.  وَاحِدٍ۠  kelimesi  مَٓاءٍ nin sıfatıdır.


وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ile matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُفَضِّلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن dur.

Muzari fiillerin (أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ  -  هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevâzendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بَعْضَ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰى بَعْضٍ  car mecruru  نُفَضِّلُ  fiiline müteallıktır.  فِي الْاُكُلِ  car mecruru  بَعْضَهَا ’nın mahzuf haline müteallıktır.

نُفَضِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  فصل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ف۪ي ذٰلِكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

اٰيَاتٍ  kelimesi  اِنَّ ’in ismi olup  kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.

لِقَوْمٍ  car mecruru  اٰيَاتٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

يَعْقِلُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ı fail olarak mahallen merfûdur.

وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقٰى بِمَٓاءٍ وَاحِدٍ۠

 

وَ ’la gelen ayet, en son istînâf cümlesine matuftur.

Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  فِي الْاَرْضِ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  قِطَعٌ  muahhar mübtedadır.

Müsnedün ileyh olan  قِطَعٌ ’un nekre gelişi özel bir nev ve tazim anlamına işaret eder.

القِطَعُ  kelimesi  ق  harfinin kesra haliyle gelmiş olup  قِطْعَةٍ  kelimesinin çoğuludur. Bir şeyin parçası, bir cüz’ü manasında olup kendisinden koparılan şeye benzediği 

için bu ismi almıştır. (Âşûr)

Yeryüzündeki toprak parçalarının özel halleri ve sıfatları, kudreti yüce yaratanın yeryüzünü yayıp döşerken sırf yaratmasıyla oluştuğu halde bu ayetteki  وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ مُتَجَاوِرَاتٌ  (yeryüzünde birbirine komşu kıtalar) ifadesinin de onunla beraber zikredilmemesi, bu hallerin, o toprak parçaları için pek köklü sıfatlar olduklarına işaret içindir. (Ebüssuûd)

Aynı Şartlarda Yetişen Bitkilerdeki Farklılık: Tek bir toprak parçası, aynı suyla sulanır. Sonra güneşin ona tesiri de aynı seviyede olur. Sonraysa o yerde biten meyvelerin tatları, renkleri, karakter ve özellikleri farklı farklı olur. Hatta, bazan sen, bir üzüm salkımı alırsın, tek birisi hariç, onun bütün taneleri tatlı ve olgun olur. Zira o tek tane, ekşi ve kuru kalmıştır!. Sonra biz kesin olarak biliyoruz ki feleklerin ve tabiatların, hepsine nispeti aynı seviyededir. Daha doğrusu şöyle diyebiliriz: Burada, bundan daha da acayip olan bir şey bulunmaktadır. Bu da şudur: Bazı gül çeşitleri içinde öyleleri vardır ki iki yüzünden birisi son derece kırmızı, ikinci yüzü ise, aynı şekilde o da son derece narin ve yumuşak olduğu halde, son derece siyahtır. 

Burada, “Güneşin tesiri, diğerlerine değil de bu birinci yüze ulaşmıştır.” denilmesi imkânsızdır. Bu da kesin olarak delalet eder ki bütün bunlar bir Fâil-i Muhtar'ın yönetmesiyle olmaktadır; yoksa yıldızların birbirleriyle olan münasebetleri sebebiyle değil! İşte Cenab-ı Hakk “...ki hepsi bir su ile sulanıyor. Biz onların bazısını yenilmelerinde bazısından üstün kılıyoruz.” buyruğundan kastettiği şey budur. İşte bu delillerin takdir edilip tefsir ve beyan edilmesine dair söyleyeceğimiz sözün tamamı budur. (Fahreddin er-Râzî)

مُتَجَاوِرَاتٌ  kelimesi  قِطَعٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

يُسْقٰى  kelimesi sayılan çeşitler için sıfattır. 

Ayette bahçe çeşitleri sayıldıktan sonra aynı suyla sulanma özelliğinde toplanmıştır. Cem’ sanatı vardır.

نَخ۪يلٌ صِنْوَانٌ  (Çatallı hurmalık) tabiri “bir arada bulunan” manasındadır.  نَخ۪يلٌ غَيْرُ صِنْوَانٍ  (çatalsız hurmalık) ise birbirinden ayrı hurmalıklar demektir. Eğer bir tek hurma ağacının içinde (kökünden) bir başka hurma ağacı veya ağaçları çıkıyorsa buna “çatallı” denilir. (Kurtubî)

Hububat, hayatın direği olduğu halde, üzüm bağlarının ondan önce zikredilmesi, üzüm bağları diğer ürünlerden farklı, daha açık ve köklü olduğu içindir. (Ebüssuûd)

جَنَّاتٌ  اَعْنَابٍ  زَرْعٌ  نَخ۪يلٌ  ile  يُسْقٰى  بِمَٓاءٍ  ve  الْاَرْضِ  -  قِطَعٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazir,  صِنْوَانٌ  غَيْرُ صِنْوَانٍ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِۜ 

 

وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلٰى بَعْضٍ فِي الْاُكُلِ  cümlesindeki  وَ  atıf harfidir.  …وَفِي الْاَرْضِ قِطَعٌ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَعْضٍ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِنَّ  ,ف۪ي ذٰلِكَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  اِنَّ ’nin muahhar ismi olan  لَاٰيَاتٍ ’e dahil olan  لَ, tekid ifade eden lam-ı muzahlakadır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  yine ayette bahsi geçen konuları net bir şekilde dikkatlere sunmak ve değerini yüceltmek içindir. İktidâb ifade eder.

İşaret ismine dahil olan  ف۪ي  harfinde de istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla işaret edilenler içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. İşaret edilenler hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Bahsedilenlerin derecesinin yüksekliğini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

Ayetin sonundaki muzari fiil sıygasındaki   يَعْقِلُونَ  cümlesi  لِقَوْمٍ  için sıfattır. Sıfatlar ıtnâb babındandır. 

قَوْمٍ  ve  لَاٰيَاتٍ  kelimelerindeki tenvin tazim ifade eder.

اٰيَاتٍ  (ayetler)  umum için oldukları halde dinleyen topluma tahsis edilmiştir; çünkü o ayetlerden istifade edenler, ancak dinleyenlerin meydana getirdiği bir toplumdur. (Ebüssuûd)

Son cümle bir önceki ayetin son cümlesiyle bir kelime hariç aynıdır. Bu reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatıdır. Amaç cümledeki kavramı muhataba belletmek, ilgisini çekmektir.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

“İşte bunlarda hiç şüphesiz aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.”

Bu hallerin, manalara delaleti, daha önce zikredilenlerden daha zahir olduğu için bunların ayetler olmaları, sadece aklı kullanmak şartına bağlanmıştır, işte bundan dolayıdır ki her akıl sahibi için gayet açık olan hatta birbirinden üstün kılınmaları farklılığından başka bir şey zikredilmemiştir. Halbuki farklılık, diğer özelliklerde ve keyfiyetlerde de asgarî bir düşünme ile anlaşılmaktadır. Sanki bunda düşünmeye bile hacet yoktur.

Bu kelam, müşriklerin gerçek akıl sahipleri olmadıklarına tarizdir. (Ebüssuûd)


Ra'd Sûresi 5. Ayet

وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ...


Eğer şaşacaksan, asıl şaşılacak olan onların, “Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacakmışız?” demeleridir. İşte bunlar Rablerini inkâr edenlerdir. İşte onlar boyunlarına demir halkalar vurulanlardır ve işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ eğer
2 تَعْجَبْ şaşacaksan ع ج ب
3 فَعَجَبٌ şaşmak lazım ع ج ب
4 قَوْلُهُمْ onların şu sözlerine ق و ل
5 أَإِذَا zaman mı?
6 كُنَّا biz olduğumuz ك و ن
7 تُرَابًا toprak ت ر ب
8 أَإِنَّا gerçekten biz mi?
9 لَفِي içinde (olacağız)
10 خَلْقٍ bir yaratılış خ ل ق
11 جَدِيدٍ yeniden ج د د
12 أُولَٰئِكَ işte onlar
13 الَّذِينَ kimselerdir
14 كَفَرُوا inkar eden(lerdir) ك ف ر
15 بِرَبِّهِمْ Rablerini ر ب ب
16 وَأُولَٰئِكَ ve onlar (bulunanlardır)
17 الْأَغْلَالُ halkalar غ ل ل
18 فِي
19 أَعْنَاقِهِمْ boyunlarında ع ن ق
20 وَأُولَٰئِكَ ve onlar
21 أَصْحَابُ halkıdır ص ح ب
22 النَّارِ ateş ن و ر
23 هُمْ onlar
24 فِيهَا orada
25 خَالِدُونَ sürekli kalacaklardır خ ل د

Bunca deliller bu evreni yaratan bir gücün varlığını göstermesine rağmen, Allah’ın inkâr edilmesi nasıl şaşırtıcı ise öldükten sonra dirilmeye inanmamak da o kadar şaşırtıcıdır. Şüphe yok ki evreni ve hayatı yaratan Allah, ölümden sonra hayatı yeniden yaratacak güce sahiptir. Âyet-i kerîme Allah’ın kudret ve hikmetini inkâr eden o kâfirlerin mantıkî tutarsızlığına işaret ve âhiretteki durumlarını tasvir etmekte, boyunlarına takılan halkalarla güdüleceklerini ve cehenneme sürüleceklerini haber vermektedir. Âyet mecaz olarak alındığı takdirde inkârcıların, tabuların ve şartlanmışlıkların tutsağı olduklarını ifade eder. Bu anlamı destekleyen başka âyetler de vardır (meselâ bk. Yâsîn 36/8).

 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 273-274

ترب Terabe : تُرابٌ bildiğimiz toprak ya da tozdur.تَرِبَ bir kimse fakir veya muhtaç oldu o hale geldi demektir. Burada o kişinin sanki toza toprağa yapışmış olduğu söylenmek istenir. تَرائِبٌ göğsün kafes kısmında yer alan kaburga kemikleridir. Son olarak Kuran-ı Kerim’de geçen أتْرابٌ sözü birlikte büyüyen yaşıtlardır. Bu kullanım ya birbirlerine denk ve emsal olmaları bakımından kaburga kemiklerine benzemeleri veyahut beraber yeryüzüne gelmeleri nedeniyledir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 22 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri türbe, türab ve türâbidir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  تَعْجَبْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

عَجَبٌ  şartın cevabı olup mukaddem haber olup lafzen merfûdur. 

قَوْلُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Hemze istifham harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

كُنَّا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كُنَّا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

نَّا  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  تُرَاباً  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olarak fetha ile mansubdur. 

Hemze istifham harfidir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

نَّا  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  ف۪ي خَلْقٍ  car mecruru  اِنَّnin mahzuf haberine müteallıktır.

جَد۪يدٍ  kelimesi  خَلْقٍ nın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar: Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. 

Burada sıfat müfred olan sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

الَّذ۪ينَ  mübtedanın haberi mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

 بِرَبِّهِمْۚ  car mecruru  كَفَرُوا  fiiline müteallıktır.

 اُو۬لٰٓئِكَ  atıf harfi  وَ ’la birinci ism-i işarete matuftur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  الْاَغْلَالُ  kelimesi ikinci mübteda olarak lafzen merfûdur.

ف۪ٓي اَعْنَاقِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْۚ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

اُو۬لٰٓئِكَ  atıf harfi  وَ  ile ikinci ism-i işarete matuftur. 

اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَصْحَابُ النَّارِۚ  haber olarak lafzen merfûdur. 

النَّارِ  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

هُمْ فٖيهَا خَالِدُونَ  cümlesi mübtedanın ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.  

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِدُونَ ’a müteallıktır. 

خَالِدُونَ  mübtedanın  haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

خَالِدُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin çoğul ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنْ تَعْجَبْ فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Şartın cevabı olarak  فَ  karinesiyle gelen cümle   فَعَجَبٌ قَوْلُهُمْ, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَجَبٌ, mukaddem haberdir. Muahhar mübteda olan  قَوْلُهُمْ, izafet terkibi ile gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

Şart manalı zaman zarfı  اِذَا ’nın dahil olduğu şart cümlesi  ءَاِذَا كُنَّا تُرَاباً  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  قَوْلُهُمْ  için mekulü’l-kavl yerinde, ondan bedeldir.

Şart cümlesi  كَان ’nin dahil olduğu  كُنَّا تُرَاباً, şart manalı müstakbel zaman zarfı  إِذَا’nın muzâfun ileyhidir. İsim cümlesidir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi,  اِذَا  ile alakalı mana için tefsiriyyedir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍ  car mecruru,  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Ayetteki iki istifham cümlesi de soru anlamından çıkarak, inkâr ve tahkir amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

كَان nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 124)

خَلْقٍ جَد۪يدٍ  ifadesinde istiare vardır. Çünkü onun aslı ‘kesmek’ anlamındaki  جد ’nin masdarından türetilmiştir. Nitekim bez/kumaş, dokunduğu tezgâhtan kesildiği vakit veya giyecek kişinin giymesi için biçildiği zaman  قَدْ  جُدَّ اَلْثَوْبُ فهوجَدِيدٌ  (Kumaş yeni biçilmiştir, o yeni biçilendir) denir. Allahu a’lem, burada  ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ  (ayeti) ile kastedilen, yeniden yaratılıp mükâfat ve ceza göreceği yere iade edilmesi haliyle insanın, dokuma işlemi bittikten sonra dokuma tezgâhından kesilen bez/kumaş gibi olacağının anlatılmasıdır.  (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)

Kâfirlerin sözlerinin istifham kalıbıyla gelmiş olması, onların gerçekten soru sordukları anlamına gelmez. Onların asıl maksatları alay etmek ve küçümsemektir. İstifham gerçek manasında olmadığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Bu ayetin tefsirinde Zemahşerî, inkârcıların bu sözlerini bir düşünce ucûbesi (tuhaflık timsali) olarak değerlendirmektedir. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 493 Ra’d Suresi, 5 ve Âşûr)

“Biz toprak olunca yeniden mi yaratılacağız?” Bu kelam, onların azgınlık ve inkârlarda çok ileri gittiklerini apaçık bildirmektedir. (Ebüssuûd)

اِذَا ’nın âmili mahzuftur,  ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍ  kavli, bunu göstermektedir. (Beyzâvî)

تَعْجَبْ  -  عَجَبٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْۚ 

 

Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tahkir ifade eder.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا  müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

بِرَبِّهِمْ  izafeti, Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هُمْ  zamirini yani onları tahkir içindir. 

Rabb isminin kâfirlere ait zamire muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini, onun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını hatırlatma, sapkınlıklarında ne kadar ileri gittikleri konusunda ikaz vardır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle tahkir manası içerir. 

Müsnedin ism-i mevsûl oluşu tevcih ifadesinin yanı sıra onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir.  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin ayette üç kere tekrar edilmesi bu anlamı kuvvetlendirir.


 وَاُو۬لٰٓئِكَ الْاَغْلَالُ ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ 

 

Cümle  وَ ’la öncesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  الْاَغْلَالُ, ikinci mübtedadır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْ  mahzuf habere müteallıktır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Aynı kişiler için tekrarlanan işaret ismi, tahkiri artırmak için yapılan ıtnâb sanatıdır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

“Demir halkalar” ifadesiyle kastedilenin onların işleyegeldikleri kötü amelleri olduğu da söylenmiştir. (Kurtubî)

ف۪ٓي اَعْنَاقِهِمْۚ  ifadesinde  ف۪ٓي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü boyun hakiki manada içine halka takılmaya müsait değildir. Boyun burada zarfa benzetilir. Boyunla halka arasındaki mutlak irtibat zarfla mazruf arasındaki irtibata benzetilmiştir. Câmi’ temekkün (yerleşme), sabitlik olmalıdır. Zarfların (müşebbehe bih) bir cüzü olan  ف۪ٓي  harfi müşebbeh olan ağaç gövdesinin bir cüzü olan içi için istiare olmuştur. Bilindiği gibi  ف۪ٓي  harfi zarfiyyedir. Halka boynun içine değil dışına takılır. Dolayısıyla burada  على  harfi olmalıydı. Böyle kendi manasında kullanılmayan harfin ne için tercih edildiğini araştırmak gerekir. Bu söz onların cezalarındaki mübalağayı gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi, Ta-Ha Suresi 71)


 وَاُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ

 

Mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Müsnedin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında müsnedün ileyhe tahkir ifade eder. Çünkü müsned tahkir anlamındaki kelimeye muzâf olmakla müsnedün ileyhin de tahkirine işaret etmiştir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَصْحَابُ النَّارِۚ  (Ateş ashabı) ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَاَصْحَابُ النَّارِۚ  (Ateş ashabı) ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  اصحاب النار  (cehennem ashabı) derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi,  اُو۬لٰٓئِكَ  için ikinci haberdir.

Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan  ف۪يهَا  amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Onların sonsuza kadar kalışları oraya, cehenneme has kılınmıştır. 

خَالِدُونَ  lafzı, ism-i fail olarak gelmiştir. İsm-i fail, ism-i mef’ûl ve masdarlar zamandan bağımsızdır.  خلد  aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak ‘kalıcı’ anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir. 

Onların ateş halkı ve orada ebedi kalıcı olma özelliklerinin belirtilmesi taksim sanatıdır.

Nâr ashabı olmalarının isim cümlesi şeklinde ifadesi sübut ve devam ifade eder. Yani ebedi kalacaklarını üslup açısından ifade eder. Ayrıca bu manayı tekid için arkadan ikinci haber olarak  هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesi gelmiştir.

Bu cümle, öncesine fasılla bağlanmıştır. Sebebi, kemâl-i ittisâldir. Sanki ikinci cümle, birinci cümleyi açıklayan bir konuma konulmuştur. (Âdil Ahmed Sâbir er-Ruveynî, Min Ğarîbi Belâgati’l Kur’ani’l Kerim, Soru 501)

أُولَئِكَ أصْحابُ النّارِ  ifadesindeki kasr üslubu dolayısıyla onların nâr içinde devamlı kalacakları ifade edilmiştir. Çünkü  أصْحابُ  kelimesi mülâzeme (yakınlık, yapışma, ayrılmama) manalarını ifade eder.  هم فيها خالدون  ifadesinin isim cümlesi olması da devamlılık ve sübuta delalet eder. (Âşûr, Araf Suresi 36)

Mümin Suresi 71. ayete iktibas vardır.

هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  cümlesinde car mecrur amiline takdim edilmiştir. Bu takdim tahsis ifade eder. Yani ateş azabı içinde ebedi kalıcı olanlar sadece kâfirlerdir. Diğer günahkârlar orada ebedi kalmayacaklardır.  خَالِدُونَ  maksûr/sıfat  ف۪يهَا  maksûrun aleyh/mevsuftur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Cenab-ı Hakk’ın, “İşte, içinde müebbet kalacakları ateşin yâranı da yine bunlar, bunlardır.” sözünden maksat “Ebedi, muhalled azap ile tehdit etmek”tir. Ehl-i sünnet alimlerimiz ise, bu ayeti, ebedî azabın ancak kâfirler için olduğu görüşüne delil getirerek şöyle demişlerdir:  هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ  ifadesi, başkalarının değil sadece kâfirlerin ebedi azap ile mevsuf ve muttasıl olduklarını gösterir. Bu ise büyük günah sahiplerinin ebedi olarak cehennemde kalmayacaklarına delalet eder.” (Fahreddin er-Râzî)

Görüldüğü gibi burada da müsnedün ileyh olan ism-i işaret, haberin onlara ait olduğunu ve daha fazla izah için tekrarlanmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۬لٰٓئِكَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Kuran, S. 248, Rad Suresi 1-5 ayetler Kırık Meal Çalışması ve Mezid Fiiller

Sayfanın Özeti:

Türkçe’de kullanmadığımız kelimeler: 4 (Revâsiye, yuğşi, nahîlun, sınvân [2])

Fiiller: 20

Sülasi Fiiller: 11 (Teravne, istevâ, yecrî, medde, ceale [2], yüsqâ, ya’qilûne, ta’ceb, künnâ, keferû)

Mezid Fiiller: 9 (Ünzile, yü’minûne, istevâ, sehhera, yudebbiru, yufassilu, tû’qinûne, yuğşi, nufassilu)

İfal kalıbı: 4 (Ünzile, yü’minûne, tûqidûne, yuğşi)

Tefil kalıbı: 4 (Sehhera, yüdebbiru, yufassilu, nufassilu)

İftial kalıbı: 1 (İstevâ)

Günün Mesajı
Bu sayfada anlatılan konular ancak yakın zamanda yapılan bilimsel çalışmalar neticesinde tam olarak anlaşılmış gerçeklerdir. Dolayısıyla Kur'ânın ilmi icazı olarak tarif edilen konular kapsamındadır. Kur'ânın bu kainatı ve bizleri yaratan Allah tarafından gönderildiğinin ispatıdır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Rabbim! Hakikatin sahibi Sensin, bizi yoluna davet edensin. Hakkı bildirensin, gönülleri Kur’an-ı Kerim ile sevindirensin. Senden Rasulullah’a indirilene iman edenlerdeniz. Kelamını okuyanlardan ve yaşayanlardan olmamız için yardım et. Adının zikredilmediği yerlerden ayaklarımızı ve kelamını işitemeyenlerden de kalplerimizi uzak tut.

Alemi semalarla süsleyen Sensin, yarattıklarınla kudretine hayran bırakansın. Güneş ile ayın sahibisin, bizi gece ve gündüz aydınlatansın. Bir gün Sana döneceğimizin bilinciyle yaşayanlardan ve yolunda kalmak için doğru seçimler yapanlardan olmamızı nasip et. Gönüllerimizi imanın ile süsle ve ruhumuzla bedenlerimizin her zerresini, nurun ile aydınlat, eksikliklerimizi de tamamla Rabbim.

Uçsuz bucaksız yeryüzünü yaratan Sensin, her köşesine ayetlerini yerleştirensin. Gece ile gündüzün sahibisin, hangisinin zamanı ise onunla diğerinin üzerini örtensin. Bizi, delillerini görenlerden ve yeryüzünde dolaşırken, gökyüzüne bakarken; Seni hatırlayanlardan eyle. Merhametinle günahlarımızın üzerini ört ve gizlediğin kusurlarımızı kendi cahilliğimizle açığa çıkarmamıza izin verme Rabbim.

Rabbim! Rızkı veren Sensin. Dünyada rızkımıza bereket ver. Bizi, hiç kimseye muhtaç etme. Ahirette de cennet nimetlerinden nasiplendir. Kimsenin hakkını üzerimizde bırakma. Toprağı çeşit çeşit nimetlerinle coşturansın. Merhametinle, rızanla, muhabbetinle; gönüllerimizi ve rızkınla, bereketinle, nurunla; benliğimizi ve kelamınla, zikrinle, ilminle; ömürlerimizi coştur.

Amin.

 

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji