Ra'd Sûresi 9. Ayet

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ  ...

O, gaybı da görülen âlemi de bilendir, çok büyüktür, çok yücedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 عَالِمُ (O) bilendir ع ل م
2 الْغَيْبِ gizliyi غ ي ب
3 وَالشَّهَادَةِ ve aşikareyi ش ه د
4 الْكَبِيرُ büyüktür ك ب ر
5 الْمُتَعَالِ yücedir ع ل و
 
İnsanların bilgisi sınırlı, eksik ve değişmeye açıktır. Allah’ın ilmi ise sonsuz, tam ve kesindir. İnsanın ana rahmine düşmesinden son nefesine kadar geçireceği hayat safhalarına ait bilgi bakımından da insan bilgisi, ilâhî bilgi ile kıyaslanamayacak kadar eksiktir. “Rahimlerin neyi eksiltip neyi artıracağı” ifadesini müfessirler, “Rahimdeki ceninin yaratılışındaki eksikliği, fazlalığı; sayısını ve kalma süresini yani rahimdeki yavrunun vaktinden önce mi, sonra mı yoksa normal zamanında mı dünyaya geleceğini Allah bilir” şeklinde yorumlamışlardır (Şevkânî, III, 78). Allah katında her şeyin bir ölçüye bağlı olmasından maksat da her şeyin yaratıldığı özel amaca, var olmasının gerektirdiği şartlara ve Allah’ın yaratma planında oynaması öngörülen role uygun olarak yaratılmış olmasıdır (Esed, II, 486; gayb ve şehâdet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/3).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 277
 

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ

 

عَالِمُ  mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو  şeklindedir.  الْغَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

الشَّهَادَةِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْغَيْبِ ’ye matuftur.

الْكَب۪يرُ  kelimesi ikinci mübteda olup lafzen merfûdur.  الْمُتَعَالِ  üçüncü haber olup mahzuf  ي üzere mukadder  damme ile merfûdur.

 

عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْكَب۪يرُ الْمُتَعَالِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  عَالِمُ takdiri  هو  olan mahzuf mübtedanın haberidir. Mahzufla birlikte cümle sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsned veciz ifade için izafetle gelmiştir.  

الْكَب۪يرُ, marife gelmiş ikinci  الْمُتَعَالِ  ise üçüncü haberdir 

الْكَب۪يرُ  ve  الْمُتَعَالِ  sıfatlarının mekân ve zamandan münezzeh olan Allah Teâlâ’ya isnadı mecazî üsluptur.

Malum olduğu üzere masdarla vasıflanmak mübalağa ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrai, Beyanî Tefsir Yolu c. 4, s. 112)

الْمُتَعَالِ  kelimesi, humasî  تعالى  fiilinin ism-i failidir. Kelimenin aslı  المتعالِو ’dur. Kelimedeki kesra, hafiflik için hazfedilen  ي ’ye işarettir. 

الْغَيْبِ - الشَّهَادَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Burada müsnedün ileyhin Allah Teâlâ olduğu o kadar açıktır ki zikretmeye gerek olmamıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَالِمُ  sıfatının iki masdara muzâf oluşu, bu masdarlardaki özelliği bilmenin en son derecesini ifade eder.

عَالِمُ  - الشَّهَادَةِ  ve  الْكَب۪يرُ - الْمُتَعَالِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Vâhidî:  “Buradaki  الْغَيْبِ  kelimesi,  الغائب  (kaybolan, gaip olan) manası kastedilen bir masdardır.  الشَّهَادَةِ  kelimesiyle de  شاهد  manası murad edilmiştir.” demiştir. Alimler,  الغائب  ve  شاهد  ile neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları: “الغائب, malum olan, şahit de mevcut olandır” demişlerdir. Bazıları da: “الغائب, hislerden, idrakten uzak olan;  شاهد  ise hazır ve mevcut olandır.” demiştir. Diğer bazıları ise: “الغائب, insanların bilmediği;  شاهد  de bildiği şeylerdir.” demişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)